- 1359 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şizofren Hayalimsin Sen
Dağıtsan içimdeki bütün mavi denizleri, göndersen de en karanlık sisleri
Yüreğimin tam orta yerinde, gittikçe çoğalan, büyüyen bir yankısın sanki
Tüm beyazların morla birleştiği, surlarımı yıkan öfkelerin şiirlerimle seviştiği,
Hayallerimin bir avuç suyla beslendiği şizofren bir sevdasın sen, tanrıçam gibi…
İki uzak gezegenin perdelerinin ardında kâh hüzünle, kâh dilimizdeki sözlerle yanılsamalı öyküler deriyoruz birbirimize. Gemilerimizin yolcusuz seferleriyle karanlık sularda aşkın adasına yaman seferler yapıyoruz. Her anımız şizofren, her sancımız mahrem bekleyişlere ağrılıyken, biz en çok yalnızlığımızı sorguluyoruz aslında. Unutmayı istemediğimiz tek seçenek aşkken, sevdanın güvertesinde buzul hasretlerin ürperten şarkısını dinliyoruz.
Ben ki, tecrit suskunluğumun aleni hücresinde hüznün resmiyle oyalanıyorum. Okudukça yenilenen şiirlerimin düş sorgularında yarına erken kalkmak için geceleri erken üflüyorum lambamı. Sen, efsunlu bir aşkın dama taşlarında, enjeksiyon kokulu odalarda çiçekler yerleştiriyorsun eskimiş vazolara. Islak kirpiklerinin öldüren siluetleriyle içine kilitliyorsun bayram sevinçlerini. Muammalar taşırken martılar yüksek çatılarına, yüreğindeki vefayla sabırsız bekleyişlerin iksirlerini yudumluyorsun, inadına.
Mutluluğun paçalarını sıvayıp çamurları çiğnerken, üzerimize sıçrayan gündelik kelimelerden kaçamıyor insan. Hayallerden boynumuza geçirdiğimiz ipler, sevinçten boyanmış yüzler, içi boş beyinler nice değirmenleri döndürdü bugüne dek. Hep bir adım daha önde, hep sevgili bir yürekte olma çabası ağır geldi kişiliksizlere. Önümüz arkamız sobe derken, insanların ikinci yüzü hep karanlık, hep yağdanlık gibi gülümsedi, sevgiyi taşıyan yüreklerimizde.
Sevdikçe birbirimizi eflatunlara boyadık yeşil çimenleri. Sevda sarıydı, aşk lacivert. Biz ki, toplamaya kıyamadık bu emsalsiz çiçekleri. Kirpik deyişlerimizin mutluluk valsında dudaklarımız hep birbirini aradı. Defalarca kuruladığımız yanaklarımız, yüreğimizdeki sevgilinin gözyaşlarına sarılarak uyumak gibi düştü içimize. Oysa, her ağaç mevsimlerin dönencesinde renk değiştiriyordu, her çiçeğin ömrü de gecelere dayanabileceği kadardı.
Bedenimize zincirler dolayan, yüreğimizdeki pankartlara ‘İlle de sevda’ yazdıran eylemlerimizde daralıyordu kimi içimiz. Üstümüz başımız sevda yanığı, gözlerimiz ağrılı ve yüreklerimiz sancılı geçiyorduk meydanları. İmparatorluklar yıkıp yeni krallıklar kuracaktık kendimiz ve sevenler için. Ağlardan çıkardığımız balıkların gözlerine kapıldıkça açlığımız bitiyor, yarını yitirmekten korktuğumuz kirli zamanların sokaklarında kayboluyorduk.
Tekrar sevmek için birbirimizi hep zamanımız vardı oysa. Dinlediğimiz kahırlı şarkılarda slov yalnızlıkların atar damarını zorluyorduk. Yolculuğa çıktığımız trenlerin makaslarını değiştirmek için hazırlıksız özlüyorduk birbirimizi. Biliyorduk ki, seziyorduk ki, hep ayrı limanlara götürüyordu bizi bu özlem katarı. İçimizi daraltan, yüreklerimizi yargısız infazlara atan ve sürekli biriken davalarımızın dosyalarına yeni tutanaklar ekleniyordu her mevsim.
Arsız yüreklerimizin bu bildik kavgalarıyla devrik zaferler yaşadık her defasında. Yorulmuştu yenilgilerimiz bile. İhanet sırça tabaklarda biriken hayali atıklardı ve ellerimiz birbirini belki de hiç bulamayacaktı. Şaha kalkmış bir kısrak gibi nereye baksam sen vardın oysa. Martılar çağırıyordun yüreğine ve yüreğim ellerinde paramparça olmuştu. Hüzün yüklü gözlerinin sandalında hiç kürek çekmiyordum aşka nicedir, ama hep seni sevdiğimi fısıldıyordum kulağına. Efsanemiz dilden dile dolaşırken ve ben en çok bende kalmanı severken, denizlerden çıkardığım tüm yosunlar mavi olmuyordu işte.
Sersefil bir dünyada yüreğimizde kopan kıyametlerin yaşanası ormanlarında olmaktan korkuyorduk belki de. Gökyüzünün grisi kayıp, gün batımımıza gökkuşakları sarıp, yüreğimizdeki kahra dalıp dalıp geçiyorduk gözlerimizdeki akşamlardan. Her şafakta kalbin benimle ağrılanıyor, her akşam alacasında ben seninle tamlanıyordum oysa. Düğümlerini ayrıştıramadığımız bu ilençli yumaklardan kocaman yalnızlıklar doluyorduk birlikte. Köpüren dalgalarımızda susuşlarımızı sorguluyor, bitkin düştüğümüz denizlerde içimizdeki bizi kaldırıp atamıyorduk.
Biliyorduk ki, nereye gitsek birlikte arşınlıyorduk birbirimizi. Dilsiz sevişmelerden doğarak bulmuştuk bu bizi birbirine bağlayan yürekleri. Eski bir kentin, eski bir medeniyetin sevdasıydı sanki bu. Varlığının en dirençli yanına tutkundum ben. Yolculuklara çıktığım kayboluşlarda bile dokunmak istiyordum sana. Üşüyen rüyalarımda çırılçıplaktın ve bir irkilişle sarılıyordun mutluluk arayan bedenime. Üşüyordum sensiz rüyalarımda bile. Alnımda biriken terleri siliyordun, unuttuğum gecelerin sobelenmelerinde.
Küskün yüreğimin ellerinde bir kaplan pençesiydin sen. Azarlandıkça yatağa saklanan, sonra koklanmayı dileyen bir şizofren sevdaydın bende. Bütün sevdaların iyimserdir aslında günü. Yüzünün ışık demetlerinde ne öğrenmişsem senden, ne dilemişsem yüreğinden diledim ben. Üşüyen parmaklarımla taşlar atarken yalnızlık denizlerine, bu rüyadan uyandırma istersen. Gizemimizle büyümüş bir gezegenin kurbanlar yatırılan sunağında yarımım defne, yarımım sensin. Tutkunu olduğum bir yıldız, bataklıkta büyüttüğüm bir denizkızısın. Rüzgâr ve güneşe sermişsin bedenini biliyorum, estikçe rüzgâr, döndükçe güneş ben seninle dönüyor, seninle yenileniyorum.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.