- 3516 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YUSUFELİ’NİN GÜZELLİKLERİ VE BİNBİR HATİMLERİ
YUSUFELİ’NİN GÜZELLİKLERİ VE BİNBİR HATİMLERİ
İnşallah 25 Mayıs 2013 Cumartesi günü Batum üzerinden İstanbul’un tanınmış meşhur Hocaefendileri Kur’an bülbülleri ile Artvinde olacağız. Akşam Artvin merkezde "İstanbul’un Fethi" ile ilgili bir programa katıldıktan sonra, 26 Mayıs Pazar günü de Yusufeli’de 1001 hatimlerde geçtiğimiz yıl kaldığı yerden sohbetimize devam edeceğiz Rabbimizin izniyle... Tüm dostlara sevgi ve dua ile...
İyiyi, güzeli, doğruyu takdir edip alkışlamak,güzel bakan,güzel gören ve güzel düşünenler için bir mevhibedir. Artvin ilimizin Yusufeli coğrafyası, adeta bir insanlık ve hoşgörü, iman ve edep,ahlak ve fazilet, taat ve ibadet laboratuvarı gibidir. İnsanı ise, ulvi özellikleri ve müstesna güzellikleri ile sıradan değil,sıra dışıdır. Statik değil dinamiktir. Nev’i şahsına münhasırdır.
Çeyrek asır önce bu güzide ilçemizde başlamıştım ilk öğretmenliğime. Üçbin nüfuslu bu küçük ilçemizin iki lisesinde üç yıla yakın Tarih dersleri okuttum. Batıdan uzaklığı ve sarp arazisi dolayısıyla bir çok arkadaşımızca “cazip değil” diye nitelendirilirken, ben çok sevmiştim bu şirin Yusufeli’yi ve bağrında yaşayan mümtaz insanları. Onlar da bizi bağırlarına bastılar. Zaman zaman evlerine konuk ettiler. Ekmeklerini yedik, sularını içtik. Çocuklarını okuttuğumuz için, bizi her zaman sevip saydılar. Böylece Yusufeli insanı benim gönül sarayımın köşküne taht kurdu. Hafızamın sedirine bağdaş kurup oturdu ve o günden bugüne hatırlı bir misafir muamelesi gördü. Gönlümde, kalbimde ve zihnimde abideleşti, ebedileşti, efsaneleşti,kahramanlaştı ve destanlaştı.
Tayin ile Yusufeli’den ayrılıp Ahalt’a vardığımda, bindiğim minübüste geriye dönüp “elveda Yusufeli” derken çok hüzünlenmiştim. Gözlerimden dökülen inci mercanı elimle silmiş ve güzel hatıralarımla birlikte yola devam etmiştim. Sonraları ne zaman ve nerede bir Yusufelili görsem, sarılmıştım ona hasret ve sevgiyle. Kendimi onlardan biri görecek kadar benimsemiştim bu diyâr-ı Yusufeli’yi.
Yıllar boyunca anlattım eşime Yusufeli’nin güzelliklerini. Hatta eşim şöyle demişti: “ Nedir bu sendeki Yusufeli aşkı. Yoksa orada bir dilbere mi tutuldun?” Hayır demiştim. Ben Yusufeli insanının Allah’a olan aşkına ve Peygambere olan sevdasına tutuldum. Ben o güzel insanların edebine ve ahlakına müştâkım. İnsanlığına, hoşgörüsüne, misafirperverliğine, saygısına ve sevgisine vurgunum. Dini ve milli değerlerine sahip çıkışına ve yaşayışına meftunum. Ben, tiryakisi olduğum tüm kültürel oluşumlardaki mananın âşığıyım.
Yıllarca o coğrafyayı ve insanını eşime de gösterme hayali kuruyordum ki, çok sevdiğim müstesna öğrencilerimden biri olan Adem Avcı Bey aradı. “Hocam! Bu yılki 1001 hatim merasiminde sizi konuşmacı olarak Yusufeli’ye davet ediyoruz” diyordu. Daha önceki davetlerine yoğun programım dolayısıyla iştirak edememiştim. Hayır diyemezdim. “Hanımla birlikte davet edersen geliriz” teklifimi memnunuyetle kabul etti. Eşime dedim ki. “Nihayet Yusufeli’ye gideceğiz. Gör Yusufelideki er meydanını da gözlerin meydan görsün. Gör o güzel insanları ki, vaaz ve sohbetlerine konu olsun.
Hani Şair diyor ya:
Şu yeryüzü er meydanı
Gönül sevmez her meydanı
Yüreksize yorgan döşek,
Koç yiğite ver meydanı.
Başbuğlar tuğ kaldıranda,
Atlar dizgin dolduranda,
Malazgirt’te, Çaldıran’da
Gel kardeşim gör meydanı.
Evet! Yusufeli savaş meydanı değil, lakin er meydanıdır. Kur’an meydanıdır. Ahlak,edep meydanıdır. Hoşgörü ve insanlık meydanıdır. Yusufeli insanı, muhatabanın gönlünü fetheder ve onu melekût semalarında gezdirir ve bir şelale haşmetiyle gönüllere akarak ilim deryalarında yüzdürür. Derinlerden topladığı paha biçilmez incileri kalplerin tezyininde kullanır.Katrede ummanı,sükutta tuğyanı,ibadette cezbeyi, imanda aşkı gösterir. Gonca gibi, gül gibidir. Hoşgörü çağlayanı Mevlana gibi, sevgi şelalesi Yunus gibidir. Kitaba, ilme ve alime müştaktır. Sevgi ve hoşgörüyle kolkoladır. Alıcı olmaktan çok vericidir. Cömerttir. Çiçekler kadar taze , şebnemler kadar parlak ve yediveren güller kadar renklidir. Vatan kokan,inanç kokan,bayrak kokan çiçekler kadar güzeldir. Onlar, ideal insanların su katılmamış mümessilleridir.
İnsanı, doğası, iklimi,nehiri, kültürü ve sosyal dokusu ile her şeyi güzeldir Yusufelinin.
Bilindiği gibi halkın helakı iki nesnededir: Birisi halka hürmet etmemek. Diğeri de Hakk’a minnet etmemek. Yusufeli insanının yüreğine sanki ebedi bir bayram mayası çalınmış ki, yüreklerinde o sonsuz sevgi çiçekleri açılmış. Onlar hem halka hürmet ederler, hem de Hakka minnet ederler. Haddini de bilirler, Rabbini de bilirler. Hesabını da bilirler. Çağımızın hastalığının belirtileri, kafa ve kalbin boş, midenin ise dolu olmasıdır. Biz şu an, kafaları ve gönülleri dolu olan bu güzide ve güzel insanları görmenin bahtiyarlığını yaşamaktayız.
İç dünyamın esintilerindeki meteorolojik bültene bakarak diyorum ki; Şu meydanda ihlasın, samimiyetin, özverinin gayet net resmini görüyorum.Cehli örten kumaşın harıl harıl dokuyucuları ve ilahi mesajın en güzel okuyucularıdır Yusufeli insanları. Çünkü bu insanlar, görevlerinin enerji, yenilik ve hamle dolu çerağlarını bir meşale halinde ilânihaye tutmaya azmetmişler.
İz ve adres bırakmak, iyi bir ad, güzel bir yâd ile anılmak, müstesna ve mümtaz insanlara ait bir mevhibedir. İşte onlar da bu şuur içindeler. Karanlıklar içinde yakamozlar nasıl bir ışıksa, tıpkı bu ışıkların toplu bir elektrik şelalesine dönüşmesi gibi, kendilerinin de, toplumu aydınlatma gibi bir işlevi olduğunun farkındalar.
Ben yıllarca Yusufeli bağrında, samimiyetin, dostluğun, arkadaşlığın, dayanışmanın gayet net resmini gördüm.
Bu iklimden çıkmış Kadir Tobbaş gibi başarılı başkanlar, Prof. Ömer Çelik gibi çelik iradeli ve gönül insanı akademisyenler, Adem Avcı gibi üretken genel müdürler, Alaaddin Çakır gibi ideal öğretmenler, Musa Uzun gibi çalışkan ve mümtaz müftüler gördüm.
İlim ve irfanla, ahlak ve faziletle kutsal değerlerini bayraklaştırmış, içlerini dibi görünen sular kadar berraklaştırmış ideal insanların su katılmamış mümessillerini gördüm.
Ben bu insanları ecdadının misyonunu, yürütme çabası içinde gördüm.
Bu diyarda, sevgi deryası Yunusları, hoşgörü sembolü Mevlanaları, gönül erbabı Hacı Bektaşı Velileri andıran mümtaz ademler gördüm.
Edep ve ahlak abidesi sevimli insan minyatürü olan seçkin öğrenciler gördüm.
Ben bu kubbe altında can ve heyecan gördüm. Hamle ve hareket gördüm. Sevgi ve samimiyet gördüm. Daha nice güzellikler gördüm ki, anlatmaya kelimeler kifayet etmez.
İşte şimdi de Kur’an ikliminde gözleri çağlayan olmuş Yusufeli’nin ağlayanlarını görünce, Yusuf Has Hacib’in şu mesajı canlandı gözümde. Çünkü o Kutad Gubilig adlı eserinde diyor ki: “İnsanın güzelliği yüzdedir. Yüzün güzelliği de gözdedir. Kalbin güzelliği dildedir. Dilin güzelliği de sözdedir. Göz görür, basiret ise görünenin sırrına erer.”
Ne kadar acınsa azdır, o basireti bağlı olan ve ağlayamayan kimselere. Ağlayanlara imrenen Goethe’nin dediği gibi, “Gözyaşları olanlara ne mutlu!” Ne kadar imrenilse azdır, basireti açık gözlere sahip Yusufelinin o bahtiyar insanlarına. Bilinmelidir ki, anlayamayanlar kesinlikle ağlayamazlar.
Şair: "Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım" diyor. Şimdi benim yaptığım şey de, şahikalarda bayraklaşan bu insanlarımızı anlatmada kelimeler kifayet etmediği için, boncuk boncuk hal diliyle hadiseyi bir nebze izah etmeye çalışma keyfiyetidir.
Gladyatörlerin kahramanlıklarını kendileri göremez ve sezemezler. Arenadaki seyirciler bu keyfiyeti daha iyi görür ve değerlendirirler. Malum olduğu üzere göz de kendini göremez.
Kahramanlık odur ki, onu başkaları alkışlar.
Yiğitlik ve mertlik odur ki, onu diğerleri takdir eder.
İyilik ve güzellik odur ki, onu başkaları hayırla yâdeder.
Dışardan baktığımda ben onları böyle farklı bir kimlik olarak görüyorum. Çünkü farkı fark etmek gerek. Yusufeli, hafızamda bana Yusuf Peygamberi çağrıştırıyor.
Hani Hz.Yusuf’u kardeşleri kuyuya atmışlardı. Mısır’a giden bir kervan onu kuyudan çıkarıp Mısır’a götürmüş ve henüz çocukken köle pazarına satışa sunmuştu. Onu satın almak için zenginler sıraya girdiler. Bu arada sıraya giren bir fakir de vardı. Ona sordular:
"Sen hangi cüretle Yusuf’a talip olursun ki, çuvalında birkaç paçavradan başka hiçbir şeyin yok. O da dedi ki: "Ben de bilmiyorum. Ama şu husus bilinsin ki, ben de Yusuf’taki özellikleri ve güzellikleri fark etmişlerden biriyim."
“Şimdi ben de, Yusufeli’nin ve insanının güzelliklerini fark edenlerden biriyim diyorum”
Edep ve haya, ilim ve fikir, ahlak ve şahsiyet, fazilet ve meziyet, hoşgörü ve adalet, saygı ve sevgi gibi değerler, hangi mikyasta ölçülürse ölçülsün, bu insanlarımız en’lerin simge ve sembolleridir. Ben onları böyle tanıdım, böyle bildim.
Onları takdirle alkışlamak ve sevgiyle selamlamak benim uçsuz bucaksız bir bahtiyarlığımdır.
Hani Orhan Veli diyor ya: “ Hey! Hey! Hey! Dağlar, hey dağlar. Bu dağlardan geçmedinse, Bu sulardan içmedinse, Yaşadım deme be ahbap…” Biz de diyoruz ki, eğer siz de Yusufeli diyarından geçmedinizse, Barhal çayından içmedinizse, insanını diğer insanlarla mukayese edip ölçmedinizse, kendinize de bu kaliteli kumaştan bir renk seçmedinizse ve bir elbise biçmedinizse yaşadık demeyin be ahbaplar…
Sizin olsun bütün şerefler ve şanlar
Rabbim taksın cennette size nice nişanlar…diyerek Yusfelili dostlarımı selamlıyor ve onlara karşı hislerimi de şöyle dillendiriyorum:
Ben kaldıracımı hak ve hakikat noktasına dayarım
Yusufeli insanını hem sever, hem sayarım
Tac edip onları başımın üstüne koyarım
Böylesine güzel insanlar tanıdığım için;
Bahtiyârım dostlar hem de çok bahtiyârım.
Tarihler 26 Mayıs 2012’yi ve Cumartesi gününü gösterirken, biz de 26 yıllık bir aradan sonra yürüyoruz mecburiyet caddesinden Ahalt’a doğru.. Saatler 09.30’a gelirken, akın akın binlerceYusufelili, seller misali Kur’an meydanına koşuyor. Çay TV naklen yayın için kameralarını kurmakla meşgul. Kur’an bülbülleri bir bir yerlerini almaktalar. Belki semadaki melekler dahi bu manzarayı alkışlamakta. Rasülüllah’ın ruhaniyeti ve nuraniyeti kuşatmış bütün bir meydanı. Bu manzarayı selamlama yarışına girmiş Allahü ekber sedasının dondurulmuş heykeli gibi duran çevredeki görkemli kayalar. Heyecan ise dorukta.
Bir yanımda hocası olmakla iftihar ettiğim Prof. Dr. Ömer Çelik oturmakta. 1001 hatim programına birlikte konuşmacı olarak katılıyoruz. Diğer yanımda Yusufeli insanı ile özdeşleşmiş ve halkla bütünleşmiş Kaymakam Cumhur Duran Bey var. Halkın çok sevdiği ve başına taç ettiği Kaymakam Bey, mesai mefhumu tanımadan hizmet verme çabası içinde, Yusufeli’nin devasa problemlerini çözmek için seferber olmuş. Hemen yanıbaşında aynı gayrette olan Belediye Başkanı Eyüp Aytekin ile ilçe müftüsü A. Nuri Bayraktutan oturmakta. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar genel Müdürü Adem Avcı ile Başkan Ahmet Sönmez de oradalar. Çevrede ise, meydanı hınca hınç doldurmuş binlerce Yusufelili kardeşimiz.
Yedi bin nüfuslu Yusufeli de dört bine yakın dua bekleyen hatim okunmuş. Müthiş!...Sunucu Halil İbrahim Kurşun Hoca’nın tok davudi sesiyle program başlıyor.
Tasavvuf musikisi korosu okumaya koyuluyor bir bir ilahilerini. İnsanı adeta büyüleyen bülbül-ü hoş seda ve eda ile ard arda geliyor aşırlar. Tatlı tatlı gür ve tok bir sesle okuyan hafızların nağmeleri, dalga dalga yayılıyor Kur’an meydanına. Tarifi imkansız bir mana iklimi eşliğinde boşanıyor gözlerden çağlayan yaşlar.
Peygamber Efendimiz(sav) sesi çok güzel olan Bilali Habeşi’ye: “Erihnâ Ya Bilal” ( Kur’an okuyarak bizi dinlendir Ya Bilal) derdi. Tıpkı bunun gibi,dinlendiriyor bu müstesna topluluğu güzide hafızlar. Kimler yok ki? Hafız Osman Şahinler, Hafız Ekrem Nalbantlar, Hafız Fatih Çatmakaşlar,Hafız Mustafa Yıldırımlar ve daha nicesi , öteki âleme dalmış bir ruhun istirahatıyla okuyor da okuyorlar. Aman Allah’ım! O ne gür ve enfes bir ses. O ne tatlı bir okuyuş. O ne güzel bir âhenk. O ne harika bir edebiyatvâri sehl-i mümteni. Adeta haşmetli bir şelale gibi dinleyenlerin gönül ve ruh dünyasına haz vererek akıyor da akıyor. Binlerce insan aynı atmosfer içinde saatler boyu bıkmadan ve usanmadan dinliyorlar. Kendi kendime diyorum ki, işte olay budur kardeşim. Okuyacaksan Kur’anı, işte böyle okuyacaksın. Dinleyeceksen de işte böyle dinleyeceksin.
Bu arada Prof. Ömer Çelik Bey konuşmasını yapmak üzere anons ediliyor. İlim ve hikmetle dopdolu, mütevazi,vakarlı ve saygılı tam bir gönül insanı olan Ömer Bey konuşmasını kısa kesiyor ve : “Burada söz ustası Mustafa Turan Hocam var. Öğrencisiyiz.Yetişmemizde büyük payı var. Sözü ona devrediyorum”diyor. Demesine diyor da, programı hazırlayan kardeşlerimiz “ağır toplar en son konuşur” gerekçesiyle tam 4 saatin ardından nihayet bizi davet ediyorlar.
İmanla müşerref olmuş mümtaz hazirunu selamladıktan ve mukaddime konuşmasını yukarıdaki bölümde olduğu gibi yaptıktan sonra, şu beyti okuyor ve şöyle devam ediyorum:
Muhabbetten oldu Muhammed hasıl..
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?
Bir muhabbette Muhammed(sav) yoksa, o muhabbette hayır da yoktur. Verim de yoktur. Biz, Allah(cc) aşıklısı, Peygamber sevdalısı ve Kur’an hizmetçisi bir milletiz. Ömrümüz boyunca Rasülüllah’ın hicranıyla yanıp tutuşuruz. Yıllar boyunca Şairin: “Ey bad-ı sabâ yolun uğrarsa Semt-i Harameyn’e, Tazimimi arz eyle Rasul’üs- Sakaleyn’e…” beytindeki iştiyakla o yolları gözleriz. Uçan kuşlardan, esen rüzgarlardan haber bekler dururuz. Yunus gibi: “Arayı arayı bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzünü” diyerek bu hicranla yanıp kavruluruz.
Aziz dostlar! Bu gün hep meydandan bahsettik. Gelin sizinle Allah Rasülü’nün şehrine Medine-i Münevvere’ye gidelim. Tarihten bir sayfa açarak uhut meydanını okuyalım. Ravzada Rasülüllah’ın sevgisini ilmek ilmek gönlümüze dokuyalım. Tam konuya giriyoruz ve yarım saatlik bir sohbetle henüz ısınmaya başlarken, özür beyan ile “toparlayalım lütfen Hocam” notu geliyor önümüze. Ardından da binlerce hatimin duası başlıyor. Amin sadaları yükseliyor dalga dalga göklere. Gözyaşları karışıyor nice ulvi dileklere. Su serpiliyor iman ve aşk dolu yüreklere…Yüce Mevlam kabul buyursun.
Ve gözyaşlarını silerek yaklaşıyor eşim yanıma. Nasıl diye soruyorum verdiği cevap çok manidar. “Tek kelimeyle harika. Ömrümde böyle güzel bir atmosfere şahit olmamıştım.,kulağıma eğiliyor ve tarihe dur diyecek şu sözü söylüyor: “Yusufeli, dediğin kadar varmış. Ama bana biraz eksik anlatmışsın. Ben,fazlalığı olduğunu müşahade ettim bu gün…Ben de çok sevdim bu güzel diyarı ve güzide insanını”
Ve bir 1001 hatim merasimi de işte böyle son buluyor. Kutluyorum tüm Yusufeli’nin güzel insanlarını. Daha nice 1001 hatimler okunsun inşallah dileklerimle sevgi, saygı, hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum. Kalın sağlıcakla. Televizyon yayını kesildi konuşmanızı tam dinyemedik diyen dostlarımıza mustafaturan11.com adlı web sitemizden konuşmanın tamamını izlemek mümkündür diyoruz.
mustafaturan11.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.