- 790 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAK VE BATILDA NUR KAVRAMI VE SEMBOLİZMİ
(Bismillahirrahmanirrahim... Kalem ile anlattıklarımda ve dil ile söylediklerimde hataya düşüp hoşnut olmayacağın şeyleri işlemekten Sana sığınırım.)
Sözlük anlamı olarak aydınlık, ışık, parlaklık gibi manaları ihtiva eder. İlaveten eşyayı ortaya çıkaran ve onun gerçekliğini gözler tarafından görünür kılanda demektir. Sıklıkla ziya kelimesiyle eş anlamlı olarak düşünülse de ikisinin arasında farklılıklar vardır. Güneşi, ışıklı (ziyalı) ayı nurlu kılan ayeti kerimesinde aslen ziya ve nur kavramlarının farklılığının altı çizilmiştir. Bilindiği üzere güneş girdiği tepkimelerinin neticesinde hem çok büyük bir ısı hem de çok büyük bir ışık (ziya) kaynağıdır. Bu sebepten ötürü daha sonra değineceğimiz batıl dinlerde de sözde tanrılarla özdeşleştirilmiştir. Ay ise kendi enerjisini üretmez sadece güneşten gelen ışığı yansıtır. O halde ışığın kaynağı olan cisimlerin yaydığı ışıklara ziya, ziyayı yansıtan cisimlerin verdiği ışığa nur denmektedir. Merhum Elmalılı tefsirine göre de ziya ile nur farklı şeylerdir. Ancak her ikisi de karanlık karşıtı yani aydınlıktır. Bununda şiddetine göre kademeleri vardır. Nur kapsamlıda olsa ziya daha kuvvetlidir. Ziyada göz kamaştırma ve icabında acı veren bir özellik bulunur. Nur ziyanın ışığı ve şuasıdır. Karanlığı gideren şulesidir. Bu şu demektir ki karanlığın en yakın karşıtı nurdur. Ziya hem kaynaktır, hem de nurdan farklı olarak ısı yayan ve yakandır.
Nur, bazen sadece fizikî anlamda, bazen da esrarlı bir remiz, bir sembol olarak kalp ile algılanan mecazî anlamda kullanılır. Mecazi olarak kullanıldığında; nitelediği kişiyi, nesneyi yüceltir. Ona bir kutsiyet kazandırır. Bunun içindir ki, dinî olarak önemli ve büyük kabul edilen şahıslar ışıklı, nurlu bir çerçeve içerisinde telakki edilerek insanüstü vasıflarla nitelenirler. Bilhassa veliler, imanlarının nuruyla, batini gerçeklerin yüze vurmasıyla, İslam şeriatına sımsıkı sarılmalarıyla bilinir ve tanınırlar.
Mümin’in yüzündeki nur, Rahmani enerjinin birikerek bedendeki dışavurumudur. Allah ile hemhal olarak bu enerji toplanır ve yeterince biriktiğinde ışıltılı bir biçimde cismanileşerek dışarıya yansır. Nur sahibi kişinin durumu tıpkı fosforunki gibidir. Manevi kaynakla yeterince beslenirse ışıldar. Yani temelde kendi gücü yoktur, bu enerjinin kaynağı ‘reaktörü’, bizlere Allah’ı öğreten iki kaynaktır. Yani, Allah’ın izniyle Resullullah (sav) efendimiz ve Kelamullah’tır. Bu enerjiyle kişiler ne kadar ışıldarsa ışıldasın, bu kaynaklarla beslenmezlerse bir zaman sonra ya hafif ışıldarlar ya da karanlıklara gark olup ışıldamazlar. Tabi burada ürettiğim mantık karanlıkta kalıp sönen zatın tekrar manevi ışıkla temas etmesiyle, nasuh tövbesi ile taçlanarak yeniden ışıldamasına da neden olur.
Peki, Allah ile hemhal olmak nasıl olur? Öncelikle mümin, kaynak olarak belirttiğimiz Kuran ve Resulullah ile bütünleşmelidir. Bunun temeli Emri bil Maruf Nehyi anil Münker yani emirlere uyup yasaklardan kaçmak üzeredir. Emirlere uymayı iyilik işlemek yani hasene ile desteklemek; kalbe nur yüze aydınlık, rızıkta bolluk, genişlik, bedene güç verir ve halkın gönlünde sevilme sağlar. Diğer bir hususta takvadır. Takva, Allah’ın rahmetini umarak onun verdiği nur ile Allah’a itaat etmek için kişinin amel etmesi, yine Allah’ın verdiği nur ile Allah’ın azabından korkarak Allah’a isyan etmekten kaçınmaktır. Oysa yasaklardan kaçınmamak birde kötülük işlemek yani seyyie ile beslenirse; kalbe karanlık, yüzde kararma, bedende gevşeme, rızka daralma verir ve halkın gönlünde nefretle karşılanma sağlar.
Nur tüm velilerde ortak vasıftır. Örnek vermek gerekirse her biri aynı doğrultuda olan mezhep imamlarının hayatları, Allah’ı anlayış ateşiyle nurlanmada ayrı ayrı destandır. Bu büyük önderlerden İmamı Azam Ebu Hanife’yi ele alalım. Hakka olan aşkı, samimiyeti ve ihlâsı ile vardığı kemal sıfatı kalbini nurlandırmış, gönlü bu nurla aydınlanmıştır. Ebu Hanife bu eksende nefsini her türlü süflî arzulardan kurtarmıştır. Onun tek emeli ve arzusu vardır: Hakikati doğru anlamak. Eğer kalp; Rabbini aramak ve anlamak husu¬sunda dünyevilikten arınabilirse, Allah onu marifet nuruyla doldurur, kişinin de idraki ve düşüncesi berraklaşır. Rahmani nurun idrak üzerindeki etkisiyle ilgili Ebu Said el-Hudri’den rivayet olunan bir hadiste Efendimiz (sav) buyurdu ki: Müminin süratli anlayışından sakının! Zira o, Allah Teâlâ’nın nuru ile bakar. Ardından da ‘Şüphe yok ki bunda düşünenlere ibretler var ’ Ayetini okur. Buradan hareketle beyazlık ve ışıkla özdeşleştirdiğimiz nurun, ruhani ve idraki olarak durultucu vasfı da gözümüze çarpar. Bu berraklaşma sürecinin akabinde de hakikatler kavranır, fikrin Hakk’a yönelim sürecide bu minvalde oturur. Aydınlanmış fikrin imbiklerinden damıtılan ibareler artık doğrudur, ifade havada kalmaz, ayakları yere sağlam basar.
Batıl Dinlerde Nur ve Işık Kavramı, İslam Düşüncesine Etkileri:
Batıl olan inançlarda da nur motifi gözümüze çarpar. Maniheizmde evrendeki tüm varlıklar aydınlık ve karanlık (nur ve zulmet) karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Bunlar arasındaki denge (ying-yang) Asya inançlarının birçoğunda temeli teşkil eder. Nur iyiliğin, zulmet de kötülüğün sebep ve kaynağıdır. Tabii olarak en büyük ziya kaynağı olan güneşle özdeşleşen sözde tanrılar baş tanrı ya da güçlü tanrılar olarak sivrilmektedir. Mısırda baş tanrı olarak görünen Ra, gök (güneş) tanrısı Horus (Haru, Hor) ve İsis’in başında boynuzların arasında duran güneş Mısır çok tanrılı inancında ışıkla ilgili gözümüze çarpan sembollerdir. Güneşe tapınma, Yunanlılar tarafından benimsenmiş olmakla birlikte Pers kültüründe daha güçlüydü. Antik yunandaki Güneş tanrısı Helios, Yunandaki Apollon gözümüze çarpan ışıkla özdeşleşen figürlerdir. Sümerlerdeki Utu, yine bunun Asur ve Babil’de ki karşılığı olan Sama, Hititlerin Ardini’si, İnka’ların Inti’si, Batı Slav tanrısı Radagast diğer batıl inançlardaki güneş, ışık, aydınlık motifleridir. Buralarda ya bir zamanlar rahmani olup sapıtmış dinin izleri ya da inanç sistemlerindeki aydınlık sembolizminin vazgeçilmezliği söz konusudur.
Batıl içinde bulunan bu kadar ışık, aydınlık ve güneş motifleri doğal olarak teolojilerini ve felsefelerini etkilemiştir. Bize en yakın konumda bulunan, her anlamda bizi etkileyen Yunan-Pers kültürü olmuştur. Bu inanç ve felsefelerinin etkisiyle Şihabüddin Sühreverdi İşrakî doktrinini kurmuştur, bunu oluştururken, İbni Sina’yı ve İslâm öncesi Pisagorculuk, Eflatunculuk ve Hermetizm esaslarını kaynak almıştır. Meşşaî ekolün, hakikatin akıl yoluyla keşfine önem vermesine karşılık; o, gerçeğin ancak sezgi yoluyla kavranabileceği tezini ileri sürmüştür. İşrâk kelimesi Arapçada hem doğu hem de aydınlarıma ve ışık âlemiyle alakalıdır. Sühreverdî, Kozmosun gerçekliğini açıklamaya çalışırken bu iki anlamı iç içe kullanmıştır. Karanlık ve aydınlık onda doğu ve batıdır. Doğuyla kastedilen; madde ve karanlıktan tamamen soyutlanmış, dolayısıyla fani gözlere görünmeyen saf ışıklar veya baş melekler âlemidir. Batı ise, madde ve karanlıklar dünyasıdır. Orta batı da, ışığın karanlıklarla karışık olduğu görünür semalardır. Ona göre Işık tüm eşyanın açık ve belirgin hale gelmesinin yegâne sebebidir. O, varlığı incelerken bir ışıklar hiyerarşisi tespit eder. Işıklar ışığı (nurul-envar) dediği saf ışık; ışığının yoğunluğu ve parlaklığı sebebiyle gözlerin idrak edemeyeceği, kör edici ilahî zattır. Bu ışıklar ışığı tüm varlığın kaynağıdır: Ve mevcudatın gerçeklik boyutları, ışık ve karanlığın derecelerinden başka bir şey değildir. Işıklar ışığından sonra, sırasıyla melekler hiyerarşisini ve sonuçta şuhûd âlemini (görünen varlık), aynı ışık sembolizmini kullanarak açıklar. Sühreverdî, bu konuda da İslâmî anlayıştan tamamen soyutlanmış olarak hareket eder. Madde âlemini incelerken, madde âleminin arketipleri olan melekleri sıralar. Bu yıldızlara tapan putperestlerin yıldızlar için tayin ettikleri arketipler olan meleklerden pek de farklı değildir.
Ayet ve Hadisler Işığında Nurla İlişkilendirilen Konular, Varlık ve Kavramlar:
Hadislere ve ayetlere bakıldığında varlıklarının kaynağı nur olan mahlûklarla karşılaşırız. Melekler nurdan, cinler ise ateşten yaratılmışlardır. Bir başka görüşe ikisinin de kaynağı ateştir, ancak melekler ateşin aydınlık (ışık) kısmından cinler ise yakan kısmından (zehirli bir ateş olan semumdan) yaratılmışlardır. Bir hadiste alacağını hoşgörü ve müsamaha içinde isteyenler için yaratılmış, cennetteki bir şehirden, içindeki nurdan ağaçlardan ve ışıklı hurilerden bahsedilmektedir. Namaz da müminler için bir nur olarak zikredilmektedir: "Namaz bir nurdur. Sabır da bir ziyadır" Hafız el Beyhaki’nin Hz. Ali’den rivayet ettiği bir hadiste efendimiz dua olarak ‘Allah’ım, gözümde nur, kulağımda nur, kalbimde nur yarat.’ Temennisinde bulunmuşlardır. Bu da duyu organlarının idraki berraklaştırmaya katkı sağlaması, salt gerçeği algılaması, karanlığa karşı kalkan oluşturup yüreği korumasıyla ilgili olmalıdır.
Yine başka bir hadiste nurdan minberlerden bahsedilmektedir. Ayrıca Ebu Musa el-Eş’arî’nin rivayet ettiği hadiste "O’nun hicabı nur yahut nâr’dır. Eğer hicabını açacak olur ise vechinin parıltıları yarattıklarından gözünün ulaştığı her bir şeyi muhakkak yakardı." Denilmektedir. Kuran’da Resulullah’tan bahsedilirken Ey Resul! Biz seni doğru yolu gösteren ve gözetleyen bir şehit, bir tebşirci (müjdeci), eğri yolun sonucundan korkutucu, Allah’ın izniyle O’nun yoluna davet edici, ışık saçıp nurlandırıcı olarak gönderdik!” Denilmekte ve Habibullah’a buradan kaynaklık vasfı verilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, vahyin dışında ve onunla zıtlaşacak bir biçimde şekillenen bütün düşünce ve sistemleri, "zulumât" (karanlıklar) olarak nitelendirmektedir. Bunun karşısında ise ilahî vahyin nuruyla aydınlanmış tevhit çizgisi üzerinde uzanan yol bulunmaktadır. Ayetlerde bu yol "nur" olarak nitelenmektedir. Ayetlerdeki kullanımı dikkate alındığında, hidayeti içeren ve kurtuluşa götüren her şeyin nur olarak adlandırıldığı görülmektedir. Allah Teâlâ her şeyi aydınlatan ve varlığı, rahmet nuruyla kuşatan bir nurdur. Kur’an-ı Kerim ve onu getiren peygamber; insanları şirkin, putperestliğin cahili hayatın karanlığından kurtarıp hidayet aydınlığına ulaştıran bir nurdur.
"Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) var eden Allah’a mahsustur" Allah Teâlâ’nın, bütün kâinatı ortaya çıkaran, insanlara bunun varlığını gösterip idrak ettiren, varlığa dair gerçekleri onlara bildiren, kalpleri huzura kavuşturan ve dilediğine hidayet yolunu açan gerçek Rab olduğu gerçeğinin kastedilmiş bulunduğu açığa çıkmaktadır. Bu kelime Allah hakkında dar ve sınırlı anlamıyla değil, ancak mutlak anlamıyla kullanılabilir. Yani yalnızca o, tezahürün, görünmenin, ortaya çıkmanın gerçek ve asıl nedenidir; aksi halde kâinatta karanlıktan başka hiç bir şey olmaz. Işık veren ve başka şeyleri aydınlatan her şey, ışığını ondan alır. Hiç bir şeyin ışığı kendinden değildir.
Son Olarak:
Nur kelimesi, "bilgi" anlamında da kullanılır. Dolayısıyla, cehalete "karanlık" denir. Allah, bu anlamda da kâinatın nurudur. Çünkü hakikat ve hidayetin bilgisi yalnızca O’ndan gelir. O’nun nuruna başvurmadan, dünyada karanlıkla cehalet ve neticede kötülük ve şerden başka bir şey olmayacaktır. Allah için "nur" kelimesinin kullanılması, hiç bir zaman O’nun zatının nur olduğu anlamına gelmez. Nurun kaynağı olarak mükemmelliğinden dolayı, Allah’a "nur" denilmiştir. Ayetin başında yer alan "Allah göklerin ve yerin nurudur" anlamındaki "Allahu nurissemavâti vel ard " nazmının delâletiyle, İslamî kaynakların tamamında, ayetten bağımsız olarak kullanıldığı zaman, bu cümle ile mutlak anlamda Allah Teâlâ’nın kastedildiği anlaşılır. Allah Teâlâ için kullanılan "nur" kelimesinden; her şeyi kuşatan ve aydınlatan, vahyinin ve o vahyin içerdiği kurtuluş ve gerçek iç aydınlığının kastedildiğini belirten ayetler vardır "Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır" Buradaki nur, Resulullah (s.a.s)’a vahyedilen İslâm’dır.
Bazı ayetlerde nur, Allah’ın ayetlerini içeren kitaplardır: "Şüphesiz Biz, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı indirdik" "Biz, (Meryem oğlu İsa’ya) içinde hidayet ve nur olan İncil’i verdik..." Bazen, Resulullah (s.a.s.)’in özelliklerinden söz eden bir tarzda kullanılmaktadır: "Ey Peygamber! Biz seni, bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik" Diğer bazı ayetlerde de nur, ahrette dünyadaki iyi amelleri yüzünden mükâfatlandırılacak kimseler için bir mükâfat olarak zikredilir. Yani o kimseler kıyamet gününde onları bütün endişelerden sıyıran bir nur’a sahip olacaklardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "O gün mümin erkeklerin ve mümin kadınların nurlarının önlerinde ve sağlarında koştuğunu görürsün. Melekler onlara "Bugün sizin müjdeniz altından ırmaklar akan cennetlerdir..." Allaha ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar gerçekten doğru olanlar ve şehitlerdir. Bunların Rableri katında mükâfatları ve nurları vardır "
Hadis-i şeriflerde de nur kelimesinin bazı vahyi gerçekleri ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım nitelik olarak Kur’an-ı Kerim’deki kullanımla uyum içerisinde olup, hiçbir yanlış tefsir ve anlamaya sebep vermeyecek bir netliktedir. Allah’ın kitabı, içinde hidayet ve nur bulunan bir kitaptır. Onun ayetleri tabi olanları nihaî kurtuluşa ulaştırıp nuruyla kalpleri ve gönülleri aydınlatarak, insanlığı kötülüklerin karanlığından, hidayet ve aydınlığa kavuşturur. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Ben size iki şey bırakıyorum. Onlardan biri, içinde hidayet ve nur bulunan Allah Teâlâ’nın kitabıdır. Allah’ın kitabındakileri alın ve ona sımsıkı yapışın..." Yine hadisler, Kur’an ayetlerinin kıyamet günü bir nur olarak onları okuyanları aydınlatacağını haber vermektedir. "Kim Allah Teâlâ’nın kitabından bir ayet dinlerse, ona kat kat sevap yazılır. Her kim de onu okursa o kimse için o, kıyamet gününde bir nur olacaktır" Nur, Allah Teâlâ’nın elinde olan ve dilediğini delalete, sapıklığa düşmekten kurtardığı ve onunla insanları hidayete erdirdiği ilâhî bir hakikattir. "Her kime ki, Allah nur vermedi, artık onun nuru yoktur"
Rabbim hiç birimizi karanlıkta bırakmasın.
Kaynakça
-Diyanet İşleri Başkanlığı, Kuranı Kerim Türkçe Meali
-Ebu Hanife, el-İhtiyar
-Ebu Hanife, Müsned
-Ebu Zehra, Muhammed, İmamı Azam Ebu Hanifi
-Ebu Zehra, Muhammed, İmamı Şafi
-Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı
tr.wikipedia.org
-İbn Kesir, El Bidaye Ve’n-Nihaye
-İbn Teymiyye, Fark
-İbn Teymiyye, Kalp Amelleri
-Özön, Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük,
-Tellioğlu, Ömer, İslam ansiklopedisi
-Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili
Dipnotlar:
Ümmü Hâni’nin şöyle dediği rivayet edildi: Hz. Peygamber buyurdu ki: ‘Allah, Cennette, içersinde keskin misk kokuları esen bir şehir yarat¬tı. Suyu «selsebîl» kaynağından gelir. Ağaçları nurdandır. Şehirde kusur¬suz güzellikte huriler dolaşır ki her biri yetmiş perçemlidir. Hurilerden bir tanesi yeryüzünde görünseydi doğuyla batı arasını aydınlatır ve yer ile gök arasını güzel kokusuyla doldururdu.’ Dinleyenler sordular: ‘Ey Allah’ın Resulü Bu yer kim İçindir?’ Cevap verdi: ‘Alacağını, hoş görürlük ve müsamaha içinde isteyen içindir.’’
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: Adaletli kimseler, Rahman’ın sağ tarafında, nurdan minberler üzerinde bulunacaklardır. Bu gibi kimselerin her iki eli de sağ el gibidir. Bunlar, kendi aile bireyleri ile idareleri altında bulunan kimselere ada¬letle hükmederler.
Yüzünün Parıltıları”nın nuru ve celali anlamında olduğu söylenmiştir. Bk. Câmiu’l-Usul, 5016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.