- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAYIRLA-2
BAYIRLAR-3
Fatma’yı geçen istemeye gelenler olmuş. Hem sevindim hem üzüldüm. Vereceklermiş. O söyledi. Üçüncü bir ayrılık arifesine girdim.
Yıllar takvimden çok yaprak kopartmış olduğunu anladığımda çaresizliğin ne olduğunu anladım. Fatma’ nın yokluğu bana gerçek uçurum yalnızlıklarına sürükleyeceğinden emindim.
İçimden kopan şeyler bana bir şey bırakmamıştı. Fatma’dan sonra koca bir köyde iki mezar arasına yerleştirilmiş yürüyen mezar taşı olacaktım. Küçüklüğümü eskiten şeylerse ayağıma yeni prangaların bağlanmasına neden olmaya başlamıştı.
Bunların ilk işaretleri ise Fatma’nın anasının bana söyledikleriyle anlamaya başlamıştım,
"Bak gızım, Fatma söyledi, mezarlığa gece geceleri gittiğini. Bak gelinlik gız oldun gayri. Laf söz olur kara mara, çalarlar.
Yetimliğinle birde bu dedikodularla ağrımasın bir daha gece gece getme o mezarlığa. Fatma nasıl benim gızımsa sende benim gızımsın sende biliyisin.” dediğinde boynumu eğip mahcubiyetimle toprak yere dalarken düşünürken, Fatma bulunduğum zor durumdan kurtarıp, söze atılmıştı.
“Ana ya dur hele çeyizlerimi gösterecem.” demiş çeyizlerin olduğu odaya götürmüştü. Orada söyledi.Gelin gideceği zaman, anası bilsin,merak etmesin ve beni yanlız bırakmamak için bu sırrı ona söylediğini. Anasının el emeği göz nuru ördüğü beyaz dantelleri işlemeli örtüleri gösterirken Fatma’nın bakışlardaki sevinçle benim de içim gülümsemişti sanki.
O gün gece mezarlığa gidemedim gözüm hasretle yandı. Kan selleri gözlerim ağlamadı ama sızım içimdeydi. Gözüm mezarlığa giden yolun bayırlarına koştu koştu durdu sabaha kadar. Fatma’nın anasının söyledikleri de kulağımda yankılanıp durdu.
Düne kadar çocuktum, etim ve derim beni irileştirene kadar. Sabahın ilk ışıklarında çeşmeden taşıdığım suları, dışı kara, isli, kazana doldurup altına birkaç çırpı atıp tutuşturdum.
Odanın köşesine koyduğum sac teneke leğenin içine girdiğimde başımdan aşağı suları dökerken, büyümelerimin bana bırakacağı prangalarımı yıkadım yıkadım durdum. Sabun köpüğünden daha çok başka şeyler yakıyordu gözbebeklerimi.
Anam babamdan sonra Fatma’nın gelin olup uzaklara gidişi, benim geceleri mezarlıkta yatamayacağım kadar büyümüm üzüyordu işte beni. Sac leğende birikenlerden daha çoktu, o an söylenmemiş olanlar, içimdeki birikintilerdeydi.
Saçlarımı duruladıktan sonra ,yıllar öncesi anamın saçlarımı taradığı tarağı elime alıp baştan aşağı taramaya başladım.
Siyah saçlarım belimin ortasına kadar gelirken ilk kez gözüme ilişmişti göğüs kafesinin üzerinde bulunan hizada göğsümün olduğu yerlerdeki bezelerin büyümüş olduğunu gördüğümde Fatma’nın anasının ne demek istediğini anlamıştım.
İçimde yitirdiklerimin kaldığı bir küçüklük yatarken köyün en yaşlı kadını olmuştum. İşte o çocukluğumla veda etmem gerektiğini öğrendim ve de öyle yaptım. Artık yalnızlığa alışmalıydım. Hadi anamın ve babamın ölümü zorunluydu.
Ama Fatma’nın varlığında onun yokluğuna nasıl alışacaktım. O gelin olup gidince ben kime sarılacaktım. Kiminle konuşacaktım. Hadi evin uzağına gitmesek bile evinin kışın evin yakınlarındaki ince buzları kimle kırıp gülecektim.
Köyün en yaşlısı Emin’e Bacı gibi her akşam pencere kenarında mı oturacaktım. Ama alışamadıklarıma çok önceden alışmaya başlamıştım. Sabahları yalnız yufkamı peynirle katıp yapıp yemek önceleri zor gelse de ona da alışacaktım Fatma’nın yokluğuna alışacağım gibi.
Her sabah tahta kapıdan çıkmadan evvel babamın ölmeden beş yıl önce dikmiş olduğu ıhlamur ağacına bakır ibrikle su verir çıkardım dik bayırın bulunduğu mezarlık yoluna.
Son günlerde Fatma bize az gelir olmuştu. Az konuşmaya başlamıştık. Aslında çok konuşurduk da. Konumuzun çoğunluğu düğün hazırlığı konuları olduğundan, eskisi gibi konuşamadığımızı anlamıştım.
Bize gelmeyişlerinin nedenleri ise nişanlısının ziyaretleriydi. Fatma’nın yokluğuna işte o vakitler alışmaya başlamıştım.
Aylar bir birini çabuk kovalamış sonbahar kapıya dayandığında, yaprak vedalaşmalıysa ben de Fatma’yla vedalaşmalıydım. Beyazlar içinde gördüğümde; bir birimize anlattığımız prensesler gözlerimin önüne gelmişti sanki.
O evlerinin önündeki kapıdan çıkarken dünyanın en uzun , dünyanın en köşesinde bir yere gider gibiydi yüreğimde. Artık sabahları göremeyecektim. Göçmen kuşlar göçü gibiydi gelinlikli gidişi.
O gün o kadar çok ağladım ki anası gözlerindekilerini kuruttuğunda bile ben hala akşamın bir karanlığı kendi evimizin karanlık odasında hıçkırıklarımla adını söyleyip durmuştu. Hiç unutmadığımsa bayır yukarı çıktığım anamın babamın topraklarına sarıldığım gibi sarılmıştım.
Bu kucaklaşmayı ayıransa oğlan tarafında birileriydi hiç tanımadığım. Kokusunu buram buram içime çektim, Fatma giderken. Ayrılırken bana bir şeyler verdi. Şu an elimde kokladığım şeyi.
O gün o da ben kadar ağlamış ta ki kendi evinin ilk basamaklarını çıkarken. Ağlamasını durduruşu her daim güleceği yuvası içine hüzünler koymak istemediğinden gelinliğinin tülüyle silmiş gözlerin.
Aylar sonra yüzü çok değişmiş olarak geldiğinde kendi söylemişti.
Avludaki ıhlamur son yapraklarını döktüğünde yağmurlarda soğumaya başlamıştı benim yalnızlığımın ateşlendiği gibi….
kalvye yordu....ama harfleri olan klavye ve word yazan sayfadan yazmak az hatalı.Malesef başka bil bilgisayarda yazıyorum.Keşke evimdekide böyle olsa. (Bayır..) ide şimdi düzelteceğim...oh beeee....
YORUMLAR
meşekkatli bir yoldasınız...
öykü yazmak hayal kurmak kadar kolay değildir..
yanlız ve huzurlu olmak olmazsa olmazlardan..
en azından benim için..
sizi canı gönülden tebrik ediyorum...
çokça beğendim..
bilesiniz..
DİLEK YILDIZI
en kötü öykülerimi bile seviyorum çüünkü onları içimde büyütüyorum.
Huzursuzluğumda bile yanlızlığıma ortak olan onlar...
Ben bu yüzdendirki sizi seviyorum siz öyküleri içinizde büyüterek yazan birisiniz...
Bu yüzden sizin kaleminizi okumayı sevdim...
saygılarımlasınız her zaman...