- 1457 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Deacher
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onu ilk gördüğümde sekiz aylık falandı. Koca kulaklı, aptal bakışlı, koyu renk gözlü, kaşlarının üstü noktalı kahverengi bir köpekti.
Hiç kanım ısınmamıştı öncesinde. Sadece geçici bir süre denemek, içimin kaynaması halinde almak üzere anlaşıyorduk sahibi ile...
Bizde kaldığı süre içinde iki kez ava gittik. İkisinde de denememiz benim açımdan dehşet verici nitelikte bitiyordu. Tüfeğin tetiğine dokunduğum anda, av köpeği diye götürdüğüm mahlukat iki tarla öteye kaçıyordu. Korkuyordu sıkı sesinden.
On beş gün sonra iade ettim kendisini sahibine. Sebep; sıkı sesinden korkmasıydı.
Eve geldiğimde asıl hikayenin yeni başlayacağını anlıyordum.
Oğlum isyanlardaydı, köpeği geri almamız için veryansın ediyordu. Köpeğin av yapmadığını, sıkıdan korktuğunu ve fiyatının da yüksek olduğunu anlatıyordum. Aldığım cevapsa köpeğin geri alınması için yeterli bir sebepti.
“Baba, benim bisiklet için biriktirdiğim paralar var ya, onları sana verebilirim, üstüne az bir şey kalır, onu da sen tamamlarsın, ben sonra öderim sana.” Yine yaptı yapacağını velet diye iç geçirdim. Köpeği almaktan başka çare yoktu. Arabaya bindik ve bir sürü bozukluğun üstüne az bir takviye ile köpeği aldık. Eve geldiğimizde ikisinin de mutluluğuna diyecek yoktu.
Adı da konmuştu, nereden bulunduysa: Deacher.
...
Bir keresinde daha yapmıştı buna benzer bir hareket.
Daha da küçüktü ve çarşıda geziyorduk. Bir oyuncakçının önünde durduk. Oyuncakları seyrediyor içlerinden kesemize uygun olan birini almayı tasarlıyorduk. Onun gözüyse hep pahalı ve güzel oyuncaklardaydı.
Birini almak için önerdiğimde “Ben bunu beğendim, ama biliyorum, biz zengin bir aile değiliz. Neyse... ileride zengin olduğumuzda alırız bu oyuncağı değil mi baba?” deyince de beğendiği oyuncağı almak boynumun borcu olmuş ve almıştık. İşte böyle bir çocuktu benim oğlum.
...
Hafta sonu arkadaşlarla anlaşmış her zaman olduğu gibi ava gidecektik. Evde av muhabbetini bile yapmıyordum. Sabahleyin gizlice kendisine çaktırmadan gidecektim. Ama ne mümkün! Saat 05.00 gibi kalktığımda uyanıktı ve balkonda “Deacher” adını verdiği müsibetle sohbet ediyordu. “Hey Allah’ım!” diyerek, birlikte hazırlandık. Gelen arabaya ite kaka bindirdik köpeği. Bagajdaki diğer köpeklerin bu yeni misafiri hırlamalarına aldırmaksızın avlak yerine geldik. Bagajı açtığımda inmek bilmiyordu, diğer köpekler hemen koku tutmaya başlamışlardı, ama bizimkinin keyfi iyi olmalıydı. Zor zahmet kucaklayarak indirdim beyefendiyi.
Daha önceki iki denememizin ikisinde de, sıkı sesinden korkarak kaçmış, kaybolmuştu. Fakat emanet olduğu için uzun aramalar neticesi bulmuş ve geri götürmüştüm. Bu aklıma geliyor, yine kaybolursa kesinlikle aramayacağımı, oğlumu nasıl kandıracağımı düşünüyordum.
Oğlumu da sayarsam dört kişiydik. Köpek olaraksa, bizim müsibeti de sayarsak onlarda üç köpekti. Arkadaşların köpeği hemen tarlaya girdi ve koku yapmaya başladılar. Biz üç kişi onları izliyorduk. Oğlum arkamda, onun da arkasında beyefendi salına salına geliyordu. Sinir oluyordum, acımasam basacaktım tekmeyi...
Bir ara;
“Baba, baba bak dacır fermaya geçti.”
“Hadi len!” diyecektim. Bir baktım hakikaten beyefendi fermada, soluk dahi almıyordu.
Mermerden bir heykel gibi odaklanmış bir yere bakıyordu. Yaklaştım. İnanamıyordum.
Dikkatlice baktığımda iki metre ilerisindeki bıldırcınları gördüm. İki taneydi ve aralıklı bir şekilde bir birini, bir diğerini süzüyor nefes almıyordu sanki. Dünyalar benim olmuştu.
“Bas oğlum.”
Hareket yok.
“Bas oğlum.” Yine hareket yok. Çıldıracağım. Nerdeyse gözümle gördüğüm bıldırcınlara yerde ateş edeceğim. Dayanamadım artık, kıçına bir tekme...
“Bas oğlum.”
Gürültüyle bıldırcınların ikisi birden havalandı. İlk sıkıda birini düşürdüm, ikincisinde ise ıskaladım. Köpek yine kayboldu, ama bıldırcının düştüğü istikamete doğru gitmişti. Oğlumla birlikte bizde o yöne gittik. Bir de ne göreyim. Bizimki bıldırcını ağzına almış, ama vermiyordu. “Al başına belayı!” dedim kendi kendime, şimdide avlağı yiyecek.
İyice baktığımda yemiyordu. Ağız boşluğuna almıştı, iyice sıkıyor bana vermiyordu. Ağzını açmaya çalışıyordum, kulağına üfledim, olmuyordu, inat ediyor bana vermiyordu. O sırada oğlum geldi, elimden nasıl kurtuldu bilmiyorum. Hemen onun yanına gitti ve ağzındaki bıldırcını ayaklarının dibine bıraktı.
Ne yapacağımı şaşırdım. Cebimde diğer köpeklere verilmek üzere şeker vardı. Öyle yapardık çünkü. İşi bitirdiğimizde köpekleri ödüllendirmek için şeker verirdik. Şekeri çıkardım, avucumun içinde kendisine ikram ediyordum. Dönüp bakmıyordu bile. Oğlum gelip şekeri kendisine ikram ettiğinde ise bir güzel şekeri yedi.
O günden sonra evimizin en kıymetli varlıklarından biri oldu.
Şimdilerde iyi anlaşıyoruz. Çünkü her zaman oğlum ava gelmiyor. Bana yaptığı en büyük kötülükse fermaya geçtiği anlar. O fermaya geçti mi bende geçiyordum çünkü. “Bas oğlum!” dediğimde basıyor, ardından sıkı sesi ve kuşun düştüğü yere ikimiz birden start veriyorduk. Ondan önce bulursam hemen sırtıma koyuyordum avlağı, ama o genelde benden önce bulduğundan uzun uğraşlar sonucu alıyordum kuşu ağzından.
YORUMLAR
OlgunOnur
Selamlar...
Hep köpek için, hem de bıldırcınlar için üzüldüm. Avlanmayı spor olarak kabullenemiyorum. Özür dilerim.
OlgunOnur
Sadece şunu söyleyeyim; Deacher'ın yemek artıklarını Serçeler ve Kumrular (Yusufçuklar) yerdi, ama Deacher onlara dönüp bakmazdı. Sadece avlak yerlerinde ilgilendiği Bıldırcın, Keklik ve Yelpeydi, şimdi soruyorum size, bu içgüdüyü kim veriyordu o köpeğe...
Yine de okumuş olmanız ve sayfama gelişinize memnun oldum.
Saygımla...
OlgunOnur
Deacher'ı 8 yıl kadar önce çaldılar, tüm aramalarıma rağmen bulamadım. O kadar alışmıştık ki aynı cinsten bir tana daha edindik, onun adı da Hektor... :)
Tavsiyenize kulak asacağım.
Saygımla...
Senaryo olmaksızın, hayata, yaşama dair anıları-öyküleri okumayı seviyorum.
Güne gelen yazınız da buram buram yaşam(ak) kokan, sıcacık bir kesitti hayatın içinden.
İç güdüleri öylesi kuvvetli ki hayvanların.
Oğlumun da çok sevip-istemesine ve benim de çok sevmeme en dost-sadık ve sahibini mutlu etmek için ne yapacağını şaşıran hayvan diye görmeme rağmen, dört duvar arasına hapsetmemek adına evimizde köpek besleyemedik.
Ama köpeği olan yakınlarımda gördüm ki; zamanla köpeğiyle arasında öyle bir bağ-iletişim-sevgi kuruluyor ki "eğer insan olsaydı kesin aşık olurdum" diyecek kadar fazla hatta:))
Yorumlamanın hakkını vererek yaptığınız seslendirmeleri dinlemek kadar, yüreğinizden kaleminize düşenleri okumakta büyük keyif.
Kutlu-yorum saygıyla...
OlgunOnur
Şu an evimde beslediğim köpeği bir çok insana değişmem.
Saygımla...
güzel bir hikaye sevgi hayvanlar insanlardan daha iyi biliyor kendisini sevenle sevmeyeni vesizin köpek biraz inatçıymış
saygılar
OlgunOnur
Saygımla...
karşılıksız sevgi diye buna derler değil mi...
güzel bir paylaşımdı
iyi günlerr...
OlgunOnur
allah bilir vurdum dediğin bıldırcını da çocuk vurmuştur,avcılar çok atar şöyle vurdum böyle vurdum diye...
OlgunOnur
Hadi bildin diyelim, söylemek zoruda mısın?
:))