- 581 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Paramparça Ayna
Masaların arasından geçti. Gözleri üzerine çekmeyen bir gölge halinde, gözünün ucuyla bakışlar atarak boş bir sandalye arıyordu kendine. Kıyıda köşede de olsa fark etmez, yeter ki bırakabilsin kendini ona… Yorgun bedenini tükenmiş ayaklarına daha fazla yük etmeden…
Tabii mümkünse konuşmaktan hoşlanmayan birileri olsundu masa komşuları. Hiç tanımadıkları insanlara eşlerinin kabalıklarını anlatmaya can atan o kadınlardan hiç olmasındı hele. Evet, bulmuştu aradığı masayı. Çevresinde oturan iki kadın hiç de evlerinin mahremini ortaya dökmeye hevesli görünmüyordu. Yüzleri kapalı birer kutu, baktıklarını görünür kılmayan dokunuşlarda bulunuyorlardı gözleriyle.
Tam da ona göre bir bakış şekliydi bu. Çünkü şu an hiçbir yüzde kendini görmeye tahammülü yoktu. Kendisinin var olmadığı bir dünyayı gösteren aynaları tercih ediyordu şu anda. O itilip kakılmış kadının kalabalığın arasında bir yerlerde, hiçbir zaman parçasında yürümediği… az önce bir adamın gözlerini kırık bir aynaya çeviren o tartışmanın hiç yaşanmadığı…ve o aynada kendini bin bir parçaya bölünmüş olarak seyredip aynalara düşman olmadığı bir dünya…
Yerinde görmek istemişti ihaneti. Ne zamandır kulağına çalınan o ismin sahibinin ne oranda haklı çıkarabileceğini, anlatılan o çirkefliği… Mesela erkekleri ta metrelerce öteden çağıran o kadınlardan mıydı o da? Daha kendisi görünmeden süründüğü o kokuyla işveli tebessümler gönderen… Bir erkeğin zihninde tüm gün cirit atan o küçük şeytancıkları tatlı tatlı dürtüp duran her bir parçasıyla…
Ya da o çirkin sözlerle alakası olmayan dürüst bakışları mı vardı? Onu kocasını ayartmakla itham etmeye hazırlanan bir kadını utancından yerin yedi kat dibine sokacak kadar…
Söylentiler ilk kategoriden olmasını daha mümkün kılsa da insanları anlamak çok zor olduğundan, o kadının bir iftiraya kurban gitme olasılığını da devre dışı bırakamıyordu doğrusu. Sırf hoşlanmadığı, bir yanıyla kendisindeki karanlık bir noktayı harekete geçirdiği için bir insanı sözcükleriyle, hiç onunla ilgisi olmayan birine döndüren ne vicdansızlarla karşılaşmıştı!
Bu yüzden çok temkinli atıyordu adımlarını. Ama o kadının, görüş alanına girmesiyle koca bir çarpı çekmesi bir oldu, zihnindeki o ‘iftira mağduru, iffetli kadın’a. “İşte O!” demişti sekreter kız. “Handan Hanım…” Sütun gibi bacaklarını cömertçe sergilemesine engel olacak o katı sınırdan çok uzak boyda mini mini eteği ve cilveli gülüşüyle, kadınlara bile güçlü bir “maaşallah” çektirecek kadar hoş bir görünüm arz ederek süzülüp geçti önünden Handan Hanım. Sözcüklerin bittiği bir noktaya doğru… Buraya gelirken uzun bir konuşma yapmayı tasarlamıştı onunla. Ama söylenecek tek söz bırakmamıştı Handan Hanım’ın bacakları. Gerçi o boyda eteklerle çok başka dünyaları olan kadınlara da rastladığı çok olmuştu. Her nasılsa onlar o görünümleriyle çevrelerinde ne fırtınalar kopardıklarını, ne yangınlar yaktıklarını gerçekten bilmeden, sadece şık bir görünüm adına giyiyorlardı o iki karış kumaş parçalarını. Ama öyle bir tavırları vardı ki anlıyordun; dertlerinin bedenlerini teşhir falan olmadığını… Gözleri, yürüyüşleri, her şeyleri çok başka bir yerden baktıklarını söylüyordu bu duruma. Ama bu kadın maalesef onlardan değildi. Bakışları yarattığı etkinin gayet farkında olduğunu söylüyordu.
Doğrudan eşinin odasına gitti. Ve başladı ardı ardına sıralamaya, aylardan beri kulağına gelen ve hep içine attığı o suçlamaları. Beklediği savunma sözcükleri gelmedi. Aksine suçlanıyordu. İş yerine gelmekle, rezalet çıkarmakla… Tek suçlanmadığı ‘iftira atmak’ oldu. Tek bir kelime bile geçmedi o sütun bacaklı kadının iffetine dair. Paramparça kırıldı en çok sevdiği aynası. Kocasının gözleri ona parçalara bölünmüş bir kadını gösteriyordu şimdi. Oysa en çok onlara baktığında ‘bütün’ hissederdi kendini. Unuttuğu parçalarını hatırlar, daha bir kendisi olurdu.
Ayakları hala yorgundu. Biraz daha oturacaktı burada. Yanındaki kadınların ser verip sır vermeyen yüzlerine teşekkür etti içinden. İyi gelmişti onların varla yok arası varlıkları. Sanki bir yanlarıyla paylaşmışlardı dertlerini. İç çekişler, kıpırtısız bedenler çok farklı dünyaların, çok farklı hüzünlerini, kırgınlıklarını yansıtsa da; yine de bir tarafıyla öyle aynıydı ki o kadınlarla… Birbirine çok benzeyen üç kadındı onlar. Gözleri öylesine yalayıp geçen, hiçbir şeyin üzerinde gerçekten görecek kadar durmayan… Çünkü baktıkları her şeyde o kırık aynayı gören… Ve oradan yansıyan parçalarını toparlayıp yeniden önceki yüzlerine kavuşmayı bekleyen… Bu yüzden hiç bıkmadan, küçücük bir harekette bile bulunmadan oturmaya devam eden o masada…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.