Fotoğraf Karesi
Fotoğraf Karesi
Dudaklarına çivilenmiş bir sabah gibi şehre uyandım. Gözlerinin kapattığı bir ırmağın boyunda, ölüme dans teklifinde bulunan hayat gibi yalnızlığa ait koylarda boğdum renkleri. Kanın akmaya hazır, bileklerin solgun masal kahramanları, siyasi meselelerden içeri al beni: meselâ adına devrim yapmaktan! Meselâ, maddeler halinde yasalarına dağılmaktan, meselâ ayrılığı çiğnemekten, meselâ aklımı kesmekten, bileklerimi doğramaktan. Parmaklarının arasında sakla, sigaranın küllerine bastır, mühürle demirlerle kalbinin bir duvarına. Suçsuzum diye bağıracak bir martı, kaptan adım adım ilerletirken teknesini. Simitler dağıtılacak geçmişlere, parça parça kalan hatıraların aç kısımlarına. Soğuk yatağından hüzünle uyanan cesetler biriktirmiştim kumbaramda. Farkını aldığımız isimler, cisimler, yıldızlar, bütün matematik hesapları yaşamda nefes almaya yetmeyecek kadar çıkarcıysa, geometrisi bozuk bir duvar üstüme doğru koşup beni boğuyor demektir. Karanlık; kedilerin üstünden geçen kokuların bir barda içip kendilerini etrafa dağıtması sonucu, burunlarda çıkan etnik bir kavga. Senin saçların benim karanlığımdır! Senin kokunla yıkanır ay, parlar gözlerinde...
Nereden tutuştuğu belirsiz bir orman, buzul yüz çehresi, kütlesi ağır yerçekimine dayanamayan gözyaşları gibi hırçın; öyle temiz, öyle vurgun bir aşkın cinayetiyle kıvılcımı başlatıyor bakışların. Ellerimizi sürte sürte yanacağız cehennemde, günahlarımızı yalnızca belirlediğimiz takma yalnızlıklarla sileceğiz. Soyağacı var mı meleklerin, sıvalanmış yanakları, beton göğüsleri, kiremitli bakışları? Var, evet var onun da bilmediğim şehirleri. Kan kusmuş yağmurları, kendini hiçe sayıp iskeleye koştuğu vakitleri. İntihar mektubu bırakıp gideceğim dudaklarına, ellerine şiir yazacağım, gözlerinden bir şarkı besteleyeceğim! Ve nota olarak bileklerimi sokacağım düşler piyanosuna. Umut; en büyük işkence olarak geçmeli sözlüğe. Bir sessizlikle kaybolacak çığlıklarınla yutuyorsun iç sesini, sanki baharın hüznü duyulamaz artık. Sanki bir çocuğun, yatağın altında tuttuğu hıçkırık olacağım! Sanki kızıl güneşleri baltasıyla kesen tanrının akşam keyfi gibi içeceğim kanını ölümün. Bir kadeh de bana doldur yalnızlık! Elleri ceplerinde bir el, uzatıyor sonbaharlı çayı. Sigara izmaritleri, kopuk yelkovan, jiletli bakışlar, büyük gözyaşı arasına karışmış kan lekesi; hepsi birbirinden habersiz tutulan dilekler gibi. Aynı şehirde, aynı iniltiyle çıksak içimizden birbirimizden koşar adım öpüşeceğiz. İlerleyen adımların bir trenin bayram balonunu patlatır gibi ağlatacak vagonları. Rayların sitemli alkışları, istasyonun aciz bedeninde bulut tiradları, bavulların sâkin ve ürpertili yorgunlukları içerisinde koşacaksın. Kimliği telaşa verme, ıslak hayatlar ölümle kurur. Söz gibi ağır durur sancılar, akşamüstleri tepene binen intihar espirisi yapıyorken kalbin lüzumsuz vurulur. Duy sesimi, adını anıyorum. Adını parkta gezdiriyorum, sokakta, bilinçaltımda, adımlarımda, adımda...
Dudaklarına çivilenmiş bir çerçeve içinde sensiz kaldım. Yırtık resimlerin, yanmış resimlerin, başkasına bırakıp kendinden çekildiğin resimlerin var. Gülümsemelerine cetvelle karar veriyor tanrılar, ölçüsü yanlış bir yalnızlık haritasında küçük görünüyor yalanların. Beni, giderken hazırladığın bavulun içine sakla: meselâ saçlarım sarksın dışarı, meselâ tokana takılmış bir ceset başı ve süsü olayım, meselâ en ihtiyaç duyduğun fırça darbeleri olayım gözkapaklarına sürülmeyi beklenen. Sensizlik; rehin alındığın ve öldüreleceğin son anda, telefonla görüşmek isteyip yanlış tuşladığın; Âzrail numarasıdır. Eli kolu bağlı yüzmeye çalışmaktır. Tanımı şeytan kadar gizemli ve korkutucudur. Ölürken arkamdan şiirler okunsun, tabutumdan önce gideyim, şarkılar eşlik etsin ruhuma. Sensizlik, benim tanrımdır! Bak ama inanamam ben ona. Affet, seninle parçalanır dokularım, alev alırım göğsünde...
Payanda.
YORUMLAR
insan cümlelerinde veya mısralarında daha cesur, daha başkaca oluyor. bu yüzden gerçekte sesini hiç duymadığımız bu anlatıcıları seviyoruz. şiir gibi yaşama arzusu bizi öyle yaşatmasa da, şiirler veya şiirsel yazılar yazdırabiliyor.
iyi ki edebiyat var.
çünkü kurmaca hayat kısa süreli olsa da insanı "yaşayan" yapıyor.