- 1098 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Tılsımların Beşi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gölgeler uzamaya başlamıştı ki kervanın sabahtan göndermiş olduğu izci geri döndü. Daha yanımıza varmadan sesi geldi:
“Siva! Siva!”
Atını olanca hızıyla sürmüş, hayvanın ağzı köpürmüştü. İzci, sakinleşene kadar hayvana kendi etrafında bir iki tur attırdı. Adamın telaşını gören Bonacorso normalden farklı bir şeylerin olduğunu anlayıp:
“Ne oldu? Ne gördün Siva’da?” diye sordu.
Günlerdir Siva vahasına varmaya çalışıyorduk. Bölgeyi iyi tanıyan rehberimizi berberi yağmacılarla yaptığımız çatışmada kaybedince vahayı bulmak da sorun olmuştu. Kervandaki hemen herkesin Siva’nın nerede olduğuna dair bir fikri vardı. Sorun şuydu ki, kimse diğeriyle hemfikir değildi. Uzun tartışmalar ağır sözlerle yapılan sataşmalar dönüşmüş ama henüz kimse kılıcına davranmamıştı. Kervandakiler yılların tacirleriydi; ortada elle tutulur bir çıkar yokken silahlarına sarılmazlardı. Kavgalar birbirlerinin soyu sopuna ve inancına yönelik hakaretlerle sınırlı kalmıştı.
Heyecandan nefes nefese kalmış izci Bonacorso’nun sorusuna yanıt vermeye çalıştı:
“Vaha... Boş.. Değil. Çadırlar var!”
Çölde yabancılara rastgelmeyi kimse sevmez. En büyük önceliğin hayatta kalmak olduğu bir yerde, başkalarının hayatı değersizdir. Su, hayvan ve yiyecek en kıymetli olanlardır; bunlara sahip olmak için her şey yapılır. Karşınıza birisi çıktıysa onun gözünün kara olduğunu bilirsiniz, çünkü hala hayattadır, bugüne değin sağ kalmıştır.
“Kim olduklarını gördün mü?”
“Yüklü develer vardı. Ama onların mıydı, yoksa ganimet miydi, bilemedim.”
Başıyla anladığını belirten Bonacorso bana dönerek:
“Yapacak bir şey yok. Riski göze alacağız. Ben diğerlerine haber vereyim. Hazırlıklı olsunlar.”
Günlerdir vaat edilmiş cennet gibi duran Siva bir anda gözümüze mahşer yeri gibi gelmeye başlamıştı. Kendi ayaklarımızla gidiyorduk ve başımıza her şey gelebilirdi; bedenden ayrılıp toz toprak içinde yuvarlanmak dahil.
...
Vahaya varmadan yanımıza devriye olduğunu anladığımız atlılar geldi. Başlarındakinin ne söylediğini anlamadık. Arapça konuşmuyordu. Biz çeşitli İtalyanca lehçelerini denedik; sonuç alamadık. Adamlarıyla beraber kervanımızı gözden geçirdi; bizleri dikkatle süzdü, sonra da onları takip etmemizi işaret etti.
Vahaya vardığında, kervan etraflarına toplananların meraklı ama düşmanca olmayan bakışları arasında ilerledi. Yükleri taşıyan develer bakıcılarıyla beraber tacirlerden ayrıldı, çadırların ötesindeki bir alana çekildiler. Silahlı koruyucular bizi vahanın merkezine götürdüler. Burada kervanın ileri gelenleri bir çadıra alındılar. İçeri girerken Bonacorso bana:
“Bir faydası olur mu, bilmiyorum ama yine de sen gözünü aç.” dedi.
Vahadakiler çapulcu güruhu değildi. Öte yandan göçebelerin olmaz olmazı kadınlar ve yaşlılar da ortalıkta görünmüyordu. Tüccar olmaları en yüksek olasılıktı ama diğer taraftan kar etmeyi engelleyecek sayıda korucuları vardı. Ben işin içinden çıkamazken Bonacorso çadırdan çıktı.
“Anlaşılan o ki sana ve kartlarına ihtiyacımız olacak. Adamlarla hiç bir dilde anlaşamıyoruz.”
Heybemden kartlarımı çıkardım ve Bonacorso’nun peşi sıra içeri girdim.
Doğuya gidenlerin seyahatnamelerinden biliyordum ki göçebelerin çadırları göz kamaştırıcı olabiliyordu. Bir Venedikli yürüyen bir çadırkentten bahsemişti. Burada gördüğüm ise okuduklarımın ötesinde, bambaşka bir yerdi. Çadırın iç yüzüne işlenmiş hayvan motifleri sanki hareket ediyorlardı. Başımı yukarı kaldırdıkça hayvanlar yerlerini ağaçlara bırakıyordu. Daha da yukarılara takımyıldızlar nakşedilmişti. En tepede ise...
Bonacorso’nun dürtmesiyle irkildim ve başımı indirdiğimde kıyafetinden buradakilerin efendisi olduğunu düşündüğüm orta yaşlı bir adamla göz göze geldim. Efendi, Bonacorso’yla beni yerden pek de yüksek olmayan ahşap bir masaya davet etti. Yuvarlak masanın etrafına bağdaş kurup oturduk. Herkesin gözü bendeydi ama ben heyecandan ne yapacağımı bilmiyordum.
“Öncelikle tüccar olduğumuzu söyle.” diye fısıldadı Bonacorso.
Aceleyle kartları gözden geçirip aradığımı buldum. Üzerinde iki sfenksin çektiği araba resmi bulunan kartı masanın üzerine koydum. Kafirlerin başı da kendi kartını koydu: Onunki de bir araba resmiydi ama onun arabasını atlar çekiyordu. Karşısındakinin de tüccar olduğunu anlayınca Bonacorso’nun rahatladığını farkettim. Tam bu sırada kafir ikinci bir kartı arabaların yanına sürdü: Kılıcını çekmiş bir süvari. Hem asker, hem tüccar mıydı? Bonacorso’ya baktım, o rahattı.
“Resmi görevli” dedi yavaşça, “Her kimin emri altındaysa ona ait kervanı yönetiyor.”
Hafif bir sesle ekledi: “İyi niyetimizi göstermemiz lazım. Ona hediye vereceğimizi söyle.”
Desteden on dört numaralı kartı seçtim: Güç birliği, ortak çıkar. Onu Kadehlerin İkilisi takip etti: Beraberlik için sunulan hediye. Kafir gülümsedi, soran gözlerle Bonacorso’ya baktı. Karta gerek yoktu: Hediyenin ne olduğunu merak ediyordu. Bonacorso da gözlerini kafirden ayırmadan bana:
“Tılsım Kraliçesini çıkar” dedi.
Bakakaldım.
“Ağzını açmayı bırak, kartı çıkar.”
Elim gitmedi.
“Ona Pera’yı mı vereceksin?”
“Soru sormayı bırak!” İlk defa gözlerini kafirden ayırdı ve bana dik dik baktı. Gözlerimi kaçırıp kartı aramaya başladım. Elimin dolaştığını farkedince uzanıp kartları kaptı ve Tılsım Kraliçesini bir çırpıda bulup masanın üzerine koydu.
Sanki Pera’nın kendisini koymuştu. Kartı görünce kafirin gözleri bir anlığına büyüdü, gülümsemesi gevrekleşti. Bir karta, bir Bonacorso’ya bakıyordum. O ise tekrar kafire dönmüş, biraz önceki tartışma hiç olmamış gibi nazik ifadesini takınmıştı.
Sonra başka kartlar sırasıyla çıktı. Kaç gece konaklanacaktı, bunun ödemesi nasıl yapılacaktı, malların dökümü, vs. Mekanik bir şekilde benden istenenleri bulup ortaya sürüyor, karşı tarafın kartlarını okuyordum. İşler yoluna girer gibi olunca kafir bizlere bir tür şerbet sundu. İşlemeli bakır kapları ağzımıza götürürken içlerinde zehir olmaması için dua ettim.
Kafir dürüst bir adamdı ve bizi zehirlemeye filan kalkışmadı. Çadırdan çıktığımda Bonacorso’nun yakasına yapışmak istedim:
“Niye!?”
Sol eliyle beni bir çocukmuşum gibi itip yere oturttu.
“Görmedin mi?” dedi.
“Neyi?”
“Çadırı sersem, çadırı. Öyle bir yerde yaşayan adama ne sunacaksın? Bizim dokumaları mı? Adam onları altına bile sermiyor. Başka neyimiz var? Ben de ona sahip olmadığı bir şeyi önerdim.”
Söylemeye gerek yok, Pera sarışındı.
YORUMLAR
Merakla bekliyorsunuz acaba ne verecek diye..Harika bir buluş,çokça tebrik ettim:)
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Söylemeye gerek yok elbet Pera sarışındı ve o Bedevinin esmerden yana şansı bol olsada sarışın bulunmaz bir hediye idi... :)) Sıradanlaştınız. Mekan ve kişiler sınır dışından olsada yazarım sıradan olmuş.:) Tebrik ediyorum usta anlatımınız için sizi.. selamlar.
İlhan Kemal
Ben de çok teşekkür ediyorum, bu ilgi çekici yorum ve en çok da düzeltmeler için. En içten saygılarımla.
İlhan Kemal
Tebrik ediyorum sayın yazar. Her zaman bu sitenin bir numaralı yazarısınız...
Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
ilhan bey son derece hoş bir öykü okudum..
emeğinize sağlık...
selamlarımla..
öykülerinizde genellikle yabancı karakterler ve mekanlar tercih ediyorsunuz...
bunun özel bir nedeni varmı ?
merak ediyorum..
İlhan Kemal
Sıkça tekrarladığım gibi film setimi istediğim yere, hem de ücretsiz taşıyabiliyorsam neden dünyayı gezmeyeyim? Seyahati seviyorum, hem hayalde, hem de gerçek hayatta.
Umarım tatminkar bir cevap olmuştur. Yorumunuz için çok teşekkür ediyorum. Saygılarımla.
ona hayal verdi ,sarışın..
sahi ne yapsın dokumaları adam
ona hayal verdi belki de düş kuracağı
.
çok güzel
İlhan Kemal
lacivertiğnedenlik
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Yine konu çok güzel ifade , anlatım mükemmel...Kervana kapılıp gittim...
Keşke devam etseydi, keyifle okudum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Her zaman ki gibi gerek konu, gerekse anlatım olarak çok güzel bir hikaye okudum. Özellikle şu cümleniz;
"En büyük önceliğin hayatta kalmak olduğu bir yerde, başkalarının hayatı değersizdir."
bana yıllar önce okuduğum, "Sineklerin Tanrısı" isimli romanı hatırlattı. Orada da uçak kazası geçiren bir grup öğrencinin yaşam mücadelesi sırasında nasıl vahşileşebileceklerini anlatıyordu. Her zaman savunurum; insan olarak içimizde her zaman vahşi bir yönümüz var. Bunu bastırabildiğimiz ölçüde insan olabiliyor, diğer insanlarla uyum içinde yaşayabiliyoruz. Aksi takdirde farklı bir yaratığa dönüşüp, canavarlaşabiliyoruz.
Kaleminiz çok güçlü, yazılarınızı keyifle takip ediyorum. Saygılarımla,
İlhan Kemal
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Okurken bir an aklıma ''Hacılar'' yazınızdaki kervan geldi.Kervana katılacak kişiyi bekler oldum.Bu arada düşünüyorum, neden tılsımların beşi?
Merak ve beğeniyle okudum.Emeğinize sağlık.Saygılarımla.
İlhan Kemal
Tılsımların Beşi, tıpkı Tılsımların Kraliçesi gibi bir kart. Anlamı konuya ilgi duyanların erişiminde. Saygılarımla.
nuray telli
Yolculukların herkeste yarattığı farklı psikoloji var. Yolculuğun zorluğu, macera isteği, motivasyon, korkular, beklentiler, özlem… Belli ki sizi yazmaya teşvik etmiş. Kendi adıma güzel olmuş diyorum:)Bu arada iki aylık bir yolculuk merak ve kıskançlık yaratmadı değil:))) Şimdiden güzel bir seyahat geçirmenizi dilerim.