Bulutlardaki Kelebekler
Bulutlardaki Kelebekler
-Kaç gün sonra öleceğini hesaplayan bir kelebek gibi tedirgin bakıyorum gözlerine...
Komadan çıkıp, başka bir koma aradım saatlerce. Akrebin üretim tarihini bozup, bütün damgalardan arınmış intiharlarla kapısını çaldım morgların. Çünkü zamanın değeri kalmadı ayaklarını patikamdan çektiğin gece. Çünkü bütün martılar denize ateş etti, "Kalk ulan, su. Kalk ulan okyanus, seni içmem gerek içim yanıyor!" dedi ağzımda tuttuğum intihar sözcükleri. Her şeyde olduğu gibi derinliğinin içinde boğula boğula ilerliyorum, her boğulma yeni bir hafıza kaybının habercisi diyor balıklar, ben üç saniye olmadan yine seni düşünüyorum. Hep şunu soruyorum yalnızlığımla ilerlerken komanın içinde, vurgun içinde; "Aklım, o, o’nu gördünüz mü? Kalbimi kaçıran onu da götürmüş olmalı." Evet, aklımı bir şeytan aldı, belki sattı. Belki satılık bir ruhtur üzerimdeki, kiraladım bunca yıl. Eskittim, eskittim gözlerimi gözlerinin kirinde bırakarak. Ağlamalarım bir çığlığın son busesi miydi, yoksa içimdeki çocuk kayıp mıydı, yoksa bir peygamber yardım mı istedi benden? diye düşünürdüm ağlarken. Çünkü sana tapmakla günah işlemiş olamazdım, evet çok tanrılıydım belki. Belki de maskelerin ve yüzlerin çoktu senin. Tek sana tapardım ama sen bir mikrop gibi ürerdin, maskelerin ve tonca makyajlarınla ressamları kâtil ederdin. Göğe tükürsem tanrısın diye, ulaşamadan sana aşağı düşer biri ölürdü, birinin düğünü olurdu; cenâzem gibi giderdim. Biri mutlu olurdu, mutluluğu laboratuvarlarda araştırırdım. Hiçbir mikroskop gösteremezdi sevincin bir zerresini. Sen de zerre sevmezdin beni, bu terimi oradan biliyorum...
-Kaç saat sonra öleceğini hesaplayan bir tırtıl gibi telaşla öpüyorum ellerini...
Bayramlığım ellerindir. Bunu annem bilir, annem her sabah kalkıp ütülediğim buruşuk etimi gider kısalttırır. Çünkü hayat kısadır, çünkü hayat senaryosu yazılmış bir filme girmek adına atılan yazı-tura’dır. Hiçbir anlamı yok beraber izlemeyeceksek, öpüşürken birbirimizin kanını emmeyeceksek. Vampirler gibisin, biraz çıkar, bir yaşamak. Biraz ihtiyaç bende bulduğun asil suç. Yoksa önüne bakıp ilerlemek gibi derdi olmayan gölge tavırlarındasın bunu biliyorum.. Tırtılım, kozamı yırtacağım, kaçacağım içinden. Ellerini giymem gerek bugün, tanrıya çıkacağım. Yüzüm asık, yüzümü limanın yanındaki gemiye astım. Gemi de ıslaktı, gemi de bir fırtınadaydı, gemi de batmıştı kendi ekseninde. Hiç dokunmadığın omzuma kuşlar pisliyor, şubelerden aranıyorum, insan pisliyor, pisleniyorum. Gri bir kaldırımı tozpembe görmek pisletir, hâtıralar geleceği engelledikçe, hâtıralar geleceği öldürdükçe pislenir. Fotoğraflara sığmayacak kadar ağladım bu gece. Bu gece geçmedi bak, geleceğimi öldürdüm solarken tiyatro sahnelerim. Bu gecem pislendi. Yağmurları kovdurdum bulutlardan, ben daha fazla ağlar ıslatırım her yanı, her şehri. Yağmurlarda yıkanmayı öğrenmeliydi palyaçolar, kaldırımlar, denizler, martılar, tanrılar bile. Ben öyle yaptım, yağmur asit gibi üstüme döküldü. Seni bir yaşam daha düşündüm, seni bir yaşam daha öldürdüm, seni bir yaşam daha öptüm, seni bir yaşam daha özleyeceğim. İnan takvimin varsa, biter. Biter, bitmek üzerine kurulu bir yaşam, ben seni bir yaşam daha devam ettirebilirim, reenkarnasyona inanmaya ne gerek var, rüzgâr olup geri geleceğim ben. Ben zaten biliyorum yeniden doğacağım, misketlerim olacak yukarıda. Gülümseme çivileyecek aciz kollarıyla bütün melekler. Ve ben bir yaşam daha tırtıl kalıp, tanrı seni görmesin; tek ben göreyim diye bacağını ısıracağım onun. Yere yığılacak. Yere yığılırken dünya yıkılacak başına, dünyan olmak için kıçımı yırtacağım. Söz olsun sana yeni bir gezegen arıyorum, biraz yavaş yürüyorum. Hem yavaş yürümek vedâyı uzatır, hem yavaş yürümek hayatta kalma mücâdelesi anlamına gelmez. Seni bir yaşam daha kutsayacağım, tapacağım...
-Kaç dakika önce öldüğünü hesaplayan bir düş gibi anlamaya çalışıyorum acıttığın gerçekleri...
Ne oldu bana? Üstümden ay mı geçti, bu çukurlu surat benim mi, yüzümü kim beyaza boyadı, içim niye siyah, karanlık?
Heykellerimi dikmeli bu aşklar tarihi, Leylâ ile Mecnun alkış tutmalı toprak altından, cehennemin bir bahçesinden ıslık çalmalı. Kemiklerimi ona götürdünüz mü? Anneme söyleyin daha fazla ağlamasın, düşük yapacak hayatı. Düşük yapmak; bir çocuğun ölmesi olabilir ama çocuk da bir hayattır, hayatlar düşebilir. Benim hayatım düştü, düş’lerime düşük yaptım. Fazla dayak yemeyin, fazla ihanete mağdur olmayın, fazla saçınızı başınızı yolmayın, fazla fazla âşık olmayın, benim gibi. Fazla yaşamayın hele, peygamberden öğrenin...
İklimlerin karnını delip içine oyma hüzünler mi koydu bu pazar? Bu pazar niye kilisem yok, bu cuma niye selâ okunmadı benim için? Ben her cuma ölürüm, her pazar mum yakar yine ölürüm, bütün dinlerin gününü kullanır seni görmek için yine umutlarla kapını kırarım. Kapını kırmak kalbini zorlayıp anahtarımı kırmak, hayatımı kırmak olur. Ben yine içinde kalırım. Korkma, korkacağın bir masalım yok daha bize dâir, çocuklar öldü. Uyumak yok bu gece, uyumak pisletir gözlerimi. Gözlerim en son seni gördü daha açarsam kör olayım, renkleri oldum olalı tanımamazlıktan geldim. Resim yapmayı o yüzden lisede bıraktım, lisede bileklerimi kestim. Bileklerim tırtılın anaokuluna başladığı zaman üşürdü, bileklerime rugan ayakkabılar aldım. Ne oluyor bana? Sesim, sesimi buzdolabına koymayı unuttunuz mu, çok çok sıcak ölüyorum. İçimden akan nehire isim koyabilir miyim? Meselâ; kan gölü! Kan havuzu, beni kim çözecek artık dikişlerimden? İç organlarıma yokluğunu anlatsın biri, hâlâ kabullenebilmiş değilim, öldüğünü. Öldüğümü. Ölmek; bavula koyduğumuz mektupların arasına sakladığımız ruhlarımızdır, kururuz. Hem kurumayı herkes ister. Benim gibi ağlamaktan yorulmuşsa, boğulmuşsa, susmuşsa, savunmasızsa, savaşmışsa, kaçmışsa ayrılıklardan. Ki beni biri tutmuş, öldürmüş iyi yapmış. Çünkü ben o’ndan kaçıyordum, -Hoşça kal... demesinden kaçıyordum, kırmızı yalanlarda durdum. Sağıma soluma baktım, sobe oldum âzrail’e. Onu ben aradım, onu ben bir yaşam aradım, onu ben ölsem bile aradım.
-Konuşmayı kısa kesmem gerek; kafamı tabuta çarptım çarpacağım...
Payanda