- 5783 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
USLU DUR KADINIM ÇILDIRTMA BENİ
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Ben artık bildiğin o ten değilim
Bir başka yağmurla ıslak mendilim
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Dökülmüş yaprağım, sararmış güzüm
Çiğli kirpiklerle yaşlıdır gözüm
Bu gurbet ellerde ben bir öksüzüm
Yeter artık ağlatma beni
Uslu dur kadınım çıldırtma beni
Bazen bir şarkının dile gelip söylediklerini sayfalar dolusu yazıların söyleyemediğini düşünürüm çok kereler…
Kim bilir ne silinmez izler bırakmışlardır gönüllerde onlar…
Kim bilir hangi duyguların hangi dramların ve için için süzülen hangi sessiz göz yaşlarının hıçkırıklarıyla bestelenip dökülmüşlerdir notalara nağme nağme …
Yazgıyı yönlendirebilen gücün sahibi bile oluvermişlerdir hiç beklenmedik anlarda…
“Konuşmayı öğrenmeden klasik şarkıları söylemeyi öğrenmiştin.” demiş olsalar da rahmetli annemle babam…
Ve hayatımda kendim için yaptığım biricik iyiliğin musikiye gönül vermekle yaptığımı bilyor olsam da ben…
Bu aşk yine de iyi bir dinleyici olmanın ötesine geçmedi yıllarca.
Ta ki bir arkadaşımın beni muhitimizdeki bir derneğin korosuna götürdüğü güne kadar.
Çok geç kalmış olduğumu düşünmekle birlikte aynı gün imzaladığım protokolle derneğin üyelerinden biriydim artık.
Bir ay kadar sonra da mikrofon elimin hakimiyeti altındaydı.
Verdiğimiz Bahar Konseri’ mizin solistlerinden biri olarak güftesi ve bestesi değerli Bestekar Zeki Duygulu’ ya ait uşşak makamında “Yasemenler dile geldi” eserini seslendirme görevi bana verilmişti çünkü.
Bestekarımızın hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla araştırma yaptığım sırada o güne kadar hiç duymadığım bir şarkının başlığı (Uslu dur kadınım çıldırtma beni) dikkatimi çekti. Ve bu araştırma bir tarihte Bodrum’da hakimlik görevini sürdüren Mefaret Hanım’ın hazin hikayesine kadar sürükleyip götürdü beni…
Ancak ben 58 yıldır hala gizemini koruyan bu müthiş hikayeye geçmeden önce, babamın memuriyeti gereği çocukluğumun bir döneminin geçtiği yurdun kuş uçmaz kervan geçmez köylerinde ve o çocuk belleğimde çocukça sevinçler, heyecanlar, tatlar bırakan birkaç parça eşyadan söz etmeden geçemeyeceğim.
Bunlar:
Dürbün. Fotoğraf makinesi ve termos.
Ki bunlar babamın görevi başındayken yanı başında olması gerekenlerdi.
Sarı borulu gramofon ve üzerlerinde köpek resmi olan taş plaklar. Radyo. Lüks lambasının içinde asılı duran ipek tülden torbası. (Babamın onu her yakışında önünde oturup şaşkınlık ve hayranlıkla seyrettiğimi fark ettiğini düşündüğüm annemin anı olarak sandığın bir köşesine attığı torbalardan biri öylece durur hala.)
Eskiden Memurlar gittikleri her yerde ülke Reisicumhuru kadar itibar ve saygı görür, el üstünde tutulurlardı.
Onlar ise atandıkları her yere canları pahasına da olsa seve seve gider, görevlerini büyük bir özveri ve içtenlikle yerine getirirlerdi.
Türkiye’nin ilk kadın hakimlerinden olan Mefaret Tüzün de 24 Eylül 1951 yılında Bodrum’da hakimlik görevine başlar. Bu kendisinin ilk görev yeri değildir.
Bodrumlular bu dürüst, gözü pek, adil hakimi çok çabuk benimserler. Ona saygıyla karışık büyük bir sevgi duyarlar. Keşiflere at sırtında gidip gelen hakime hanım, cesurluğu ve girişimciliğiyle kısa zamanda yöre halkının güvenini ve takdirini de kazanır.
Bütün bunlar olurken kader aksine Mefaret Hanım’a hiç sevecen davranamamış ve ağlarını onun aleyhine örmekte bir beis görmemiştir…
Mefaret Hanım’ın 1954’te kaybettiği nişanlısının ardından aynı yıl dramatik bir şekilde yaşama veda eder. Onun bu beklenmedik ölümü Bodrum’da büyük bir üzüntü ve şaşkınlık yaratır. Öyle ki Bodrumlular hakimlerine olan sevgilerini, onun adına bir türkü yakarak yaşatmaya çalışırlar. Bu türkü ve onun bu acıklı öyküsü Yunan adalarında bile dillerde dolaşır yıllarca…
Bodrum hakimi Mefaret Tüzün’ün ardında bıraktığı sır dolu ölümüne bir anlamda damgasını vuran bu şarkı ise o meşum geceye tanıklık etmiş olanların belleğinden silinmez…
Bestekar Zeki Duygulu Milas’ lıdır. Ve o gece Milas’ da konseri vardır.
Bodrumlular ciplerle Milas’ın yolunu tutarlar. Mefaret Hanım da aralarındadır.
Dinleyiciler konser sırasında sanatçıya neşe içinde eşlik ederler. Mefaret Hanım hariç.
O sadece duygulu şarkılara eşlik eder gözleri dolarak…
Zeki Duygulu, "Usludur kadınım çıldırtma beni" isimli bu fantezi şarkıyı söyler. Şarkının bitiminde Mefaret Hanım birden ayağa kalkar ve "Zeki Bey bu şarkıyı tekrar söyler misiniz?" diye seslenir. Zeki Duygulu bu isteği kırmayıp şarkıyı tekrar söyler. (Hatta Mefaret Hanım’ın bu isteğini üç kez tekrar ettiği ve o vahim olaydan sonra Zeki Duygulu’ nun bu şarkıyı bir daha hiç bir yerde söylemediği rivayet edilir.) Mefaret Hanım’ın bu davranışına bir anlam veremezler. Herkes, "Neden bu şarkıyı tekrar tekrar istiyor?" dercesine manalı gözlerle bakarlar birbirlerine.
Çünkü Mefaret Hanım devlet ciddiyetini içine sindirmiş, hiç bir zaman duygularını belli etmeyen bir kadındır. Hatta konserden sonra da hiçbir yorumda bulunmaz.
O gece Bodrum’a geri dönerler. Şoför herkesi evine dağıttığında saat üç civarıdır.
Sabah yine işbaşı yapılır. Akşam konsere gidenler, birbirlerine bu hoş gecenin ardından akıllarında kalanları anlatarak sıcak bir ortamda çalışmaya başlarlar.
Lakin öğleye doğru hakim Mefaret Hanım’ın mesaiye gelmediğini fark eden arkadaşlarından bir kaçı şoförünü alıp Mefaret Hanım’ın evine giderler. Kapıya bakarlar, kapı kilitli değildir. Seslenirler, ancak ses veren olmaz.
Öyle ya…Hakim Hanım böyle şeylere çok kızabilirdi. “Ne yapalım?” diye dışarıda bir süre bekleşirler…Sonra içlerinden birisi, “Ne olursa olsun ben giriyorum.” der ve içeriye girer…
Bu gün hayatta olup da o manzarayı görenlerin, gördüklerini unutabilmeleri asla mümkün olamaz…
Çok sevdikleri hakim hanımları, salonda tavana asılmış olarak cansız bir vaziyette durmaktadır. Çığlıklarla dışarıya fırlarlar. Hepsi şok halindedirler. Bodrum’da görev yapan tüm devlet görevlileri bir bir eve akın ederler. Meslektaşları işlerini gözü yaşlı yapmaya çalışırken, dışarıda önemli bir takım şeyler bulurlar.
Ayazlık denilen evin bir bölümünde açık olarak bir Kur’anı Kerim. İçeride ise namaz kılındığını gösteren bir seccade serilidir yere.
Mefaret Hanım belli ki önce abdest alıp namaz kılmış, sonra da kendi eliyle yağladığı ipi boynuna geçirmiştir…
Görevi süresince verdiği karaların altını imzalayan Bodrum Hakimi Mefaret Hanım, bu kez 17 Mayıs 1954 yılında ve 48 yaşında kendi ölüm kararını yine kendi eliyle imzalar…
Mefaret Hanım’ı intihara kadar sürükleyen nedenlerin başında aynı yıl kaybettiği nişanlısının acısına dayanamadığı ihtimali gelse de…
Peşi sıra çeşitli rivayetler ortaya atılır.
Ancak Bodrumlular söz birliği etmişçesine bu konuda sorulan her soruyu yanıtsız bırakır, “Öğrenip de ne yapacaksınız?” derler insana yakışır bir tavırla…
Çeşitli varsayımlara inanmak yerine, onu ölüme götüren gerçek sebebi ya da sebepleri de kendisiyle birlikte götürdüğünü düşünmek daha doğru olurdu sanırım…
YORUMLAR
TÜLİN ÖZTUNÇ
Sağ olasın.
Okuırken duygulanmamak elde değildi gözlerim hafiften nemlendi uzaklara gittim geldim tıpkı tekrar çocukluğumu yaşar gibi oldum evet gazlambalı yada lüküslü ahşap evler ve köydeki çocukluk yıllarımı yaşatın yazan o güzel yüreğinizi ve kaleminizi yürekten kutluyorum sevgilerimle....
TÜLİN ÖZTUNÇ
Selamlar.
Bir çok şarkı,türkü veya öykünün yaşanılmış bir takım tecrübelerden ilham aldığı öteden beri biline bir gerçektir.Yaşanmışlıkların kaleme alınması ayrı bir güzelliktir belki de.Ama daha zor olduğu da bilinir.
Efendim hakim hanımın intiharı oldukça düşündürücü .Ya nişanlısının acısına dayanamadı ya da başka bir sebep vardı..
Allah rahmet etsin,ne diyelim
Saygılarımla...
TÜLİN ÖZTUNÇ
Hele ki bunlar başkalarının yaşanmışlıklarına dair şeylerse, son derece titiz, dikkatli ve duyarlı olmak gerekir. İşte asıl zorluk ve marifet buradadır.
Selamlar.
Acıklı bir hikaye malesef, kimbilir neydi sebep, cennet mekanı olsun, paylaşım için teşekkürler, yüreğinize sağlık.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Duyarlı olmak insana yakışan bir erdem yine de...
Sevgiyle Kalın....