yazmak bilinmeyene bir yolculuktur
Yazmak bilinmeyene bir yolculuk…
Ve yazılanların okunmaması ne acıklı değil mi? günlük yazma fikri bilinmeyene bir yolculuk olduğundan beni heyecanlandırırken, yazdıklarımın okunmama olasılığı da hüzünlendiriyor. Ama ne demiş şair, yalnız da olsan gideceksin…
Yaz. Birkaç gün sonra doğa, sarı sıcak küpelerini takmış olacak. Güneş ısıtıyor artık. Doğa heyecanlı renklere dönüşüyor. Yağmuru bol bir şehrin yazı nemli ve basık olur, olsun. Seviyorum ben yazı. Sabah yürüyüş yaparken kuşları selamlıyorum. Ağaçların tomurcukları öyle coşkun ki, imrenerek bakıyorum onlara. Bir kedi pırıl pırıl tüyleriyle çıkıyor otların arasından. Özgür…Kuşlar, kediler, ağaçlar özgür.
Özgürlük umutlarım artar sıcağın rehavetinde. Sanırım ki, ruhum da , bedenim gibi yüklerini atacak üzerinden, hafifleyecek. Şu anda pencereden bakarken, çisil çisil yağan yağmurun altında parlak yeşil yapraklarıyla salınan ağaçların beni çağırdığını, ruhumun onlara doğru uçup gideceğini hissediyorum. Hani bazı anlar vardır ya, düşlerimizin çok kolay gerçekleşeceğini sanırız, işte öyle bir andayım. Ancak çok geçmeden, annesinin eteğine yapışan ısrarlı bir çocuk gibi biri çekiyor ruhumu geriye, içeriye…nereye, diyor. Kal kaldığın yerde, sen, o yükleri atacak güçte değilsin henüz.
Özgürlük gibi, hem çok basit, hem de çok karmaşık anlamı olan başka bir sözcük var mıdır acaba? Ben karmaşık olanıyla meşgulüm en çok. İnsanın sorgusuz sualsiz gideceği bir yer özgürlük. Oraya gittiğinde huzuru bulacağına yüzde yüz eminsindir. Öyle bir yer var gibidir hem , hem de asla olmayacağını bilirsin.
İşte, umut, inadına peşinden koştuğum saçmalık, asla pes etmeyeceğim aptallık.
Tanrı, özgürlüğün neresinde diye düşünenler olabilir. Ben, yıllar önce bir yaz mevsiminde hesaplaştım tanrıyla. O zamandan beri bitmedi kendimle olan hesaplaşmam. Sanırım bitmeyecek de.
Gitmek isterken gidememek, kalmak isterken, çekip gitmek. Yaşam bir dizi paradoksla baş edememekle geçiyorsa eğer, eğer içinde seni aşağı aşağı çeken bir canavar varsa sürekli, bir ömür de versen tüm bunları alt etmek için, sonuç değişmeyecek benim için.
Acılarla yüzleşme hevesiyle yola çıkarım bir sabah uyandığımda. Sonra bir duvara toslamışçasına dönerim sıcak yatağıma. Orada kayıtsızlıktan katılaşırım, ta ki içimdeki heves beni tekrar dürtene kadar.
Bilinç altında dönen dolapları bir anlayabilsek…
Dizginlenemeyen duyguların en büyük düşman olduğunu biliyorum artık.
İnsanın kaderine razı olması, zayıflık mı güçlülük mü?
Bunları düşünmek için önümde kocaman bir yaz tatili var. Şu an bir lisede ücret karşılığı öğretmenlik yapıyorum. Tatili en bol meslek öğretmenlik. Nesneleri inceleyip onlarla iletişim kurmak istiyorum bu geniş zamanda. Onların dili yok biliyoruz, ama duygularının olmadığına emin olabilir miyiz?
Bakalım yarın neler olacak? Yolculuğum bilinmeyene değil miydi?
...
mektup-1 / 22mayıs2012
YORUMLAR
Tatili en bol meslekmiş gibi gelir öğretmenlik. Ama Ayşenin yırtık çizmesi, Alinin her gün ağlamaklı duruşu, okulun akan damı, sıraların gıcırtısı... Hepsini eve taşır insan.
Pek çok çocuğun iki denizin arasındayken denize bakamayışı, bazılarının dağlardan başka yükseltiyi bilmeyişi, kimilerinin kargadan gayrı kuş tanımayışı ne kötüdür! Ama en kötüsü de bunları bilmektir galiba...