Gecenin İhanet Repliği
Gecenin İhanet Repliği
Göğsünü bile kıskandım. Sabah, kâğıt gibi yırtılmıştı karanlığın ellerinde. Öç alma duygum; başka şairlere âşık olduğunda yetişti.
Sulanmaya muhtaç bir hayatı, gözlerime bağladım. Çayın suyunu koy, şarabı unutalım. Yo! Yo hiç buna alışmadım. Sigara enfesti, masa devrilirken şişman bir rüzgârın çelmesi yüzünden.
O zamanlar çok arardın beni, Allah’ını bulmaya çalışan bir katil gibi. Hep, ağrısız bir intihar mektubu olarak açtım telefonlarını. Konuştuk, güvercinleri sular içene kadar konuştuk. Gökyüzü, yeryüzünü kucağına alana dek konuştuk.
İsimlerimizi ve bu hayata nereden katıldığımızı unutana kadar konuştuk seninle.
İhtiyaç anında kırılan bileklerim vardı, sonbahara benzeyen saçların arasında.
Dişlerin ki günahsızdı, hangi dudağı kemirse içim kanlanırdı ama nabzım kafa atardı bana, bana en çok bu koyardı. Saati sorardın silahı alnıma dayayıp, "ölümü, umut geçiyor sabret!" diyerek iterdim kendimi sonsuzluğa.
Garip, çok garip gömleğime ölü bir melek sürülmüş. Meleklerden konu açmışken, cennet senin kokundan esinlenilmişti. Tanrıya sözümü tutamam bu sırrı açıklamama konusunda. Hatırladım. Cıvıtırdık. Ağlamayı da cıvıtırdık, gülmeyi de, oyunbozanlık yapardı en ufak acısı olanımız. Oturur sana Portofino’yu anlatırdım.
Balıkçıların terlerinden akan gizemli okyanus kokularını. Bir köpeğin salyasıyla yerlere çizdiği resimlerden söz ederdim. Çocukken ressamdım, ta ki tanrı beni yeniden çizene kadar. Bilirdin. Sen bilmediğin şeyleri de bilirdin.
Doğru söze; tanrı, derdik. Beni başkalarına değiştirirdin, eşya gibi savrulan bir hatıra olarak kalırdım avcunda.
Bugünlerde sordum. Hayat bitince nereye gideceksin?! Beni kelime anlamımdan ayrıştırıp, harf bırakan bir öğrencisin belki de. Ve en çok özleyenler listesine yazıyorum kara tahtaya adımı, ölüm laciverdi gözlerimle. Şimdi solsan, bir çiçeğin en anlamsız çocukluk yıllarından.
Yani kopsan, çarmıha gerilen İsa’nın hissettiklerinden. Olacak. Şeytana uğramasan geceleri; ellerinde kahve falları, cebinde dostlarının iftiraları, seni kandırışları, seni bir salıncak gibi susturuşları olmasa, olacak. En azından yarattığımız gezegene adını vereceğim.
Babamdan söz edeyim sana. Babam; üvey bir zaman hastalığı. Öksürüyorum işte o gecelerden beri, sigaramın ucunda bilmediğim bir kentin en orospu sokakları. Dumanla, bir o yana, bir bu yana anlayacağın bebeğim. Ah, yine işte, yine. Pimini çekin yalnızlığımın. En ücra bir yerde patlarım, hatıralara ayrışır bedenim.
O çocukluk, pastel boyasını tanrıda unutur. Ben kim bilir, kimi nerede unutur gibi yapar kendimi avutur. İçkiye, çarpa çarpa, tanrının alkolik canlıları olduğumuzu iddia da ederdim sana, içki içmediğimiz zamanlar özellikle. Ki zaten. Tanrı; güzel içki içer, yoksa tokuşturmazdı bizi, birbirimize.
Biraz da bulutlardan söz edeyim en azından. Çimenlerin annesi bizi karşılamıştı. Uzanmıştık boyluboyunca ellerimizde yarım bırakılmış bir şarkıyı yerken. En çok sen susmuştun. En çok sen uymuştun; kötü çocukların, kötü ayrılıklarına. Bulutların şekilleriyle alay ederdin, sahi nerede hüküm sürüyordu saçlarının rengi. Sahi hangi şehrin asil sultanıydı ellerin. Sahi gözlerin neredeyse orasıdır başkentim!
Sakalımı uzattım, şuradan bir kişi ihtiyarlık dedim. Beyaza karışmış desenli çığlığı da hafiften kestirdim. Olan oldu işte. Dört duvarın ezberlettiği bir ayna görüntüsüydün. Toprak kokan hasret gürültüsüydün. Karıncanın komik ince kol gücüydüm belki ama tırnaklı bir ışığa ağır gelir, et karanlık.
Dudaklarına asılan bir banyo havlusunun kirlenme üzüntüsüydüm. Hayatım boyunca ben sadece yatağıma uzanan sarhoş, sürtük bir Gece ile yattım, o sevdiğin şairler, sevdiğin adamlar gibi orospularla değil! Başım döndü, düşerken aklım onu tutar gibi yaptım, beyaz pusula yönü gördü. Gittin!
O şairin sana yazdığı şiirlere sığındın. Postacılara kendi adresimi verdim sonbahar boyunca, eylül boyunca, temmuz boyunca, tersten akan zaman boyunca!
Melekler kaçırdım uykuma, aşkımı ayrılık bastı çok ağladım. Sana dertlerimi, seni kıskandığımı anlatacaktım, saçımı başımı yoldum yastık yaptım. Krizlere girdim, kafamı duvarlara sürttüm, unut onu diye yalvardım kendime. Allah’ı bu işe karıştırmadım!
İstanbul saçlarını toplamış, sen de topladın hemen, İstanbul gözlerine kalem çekmiş, sen de çektin karanlığın renginden, İstanbul yanaklarına yağmur sürmüş, hayır, hayır yapamazsın bu sefer, çünkü sen yağmurdan korkarsın! Çıplak hayâl etmedim bedenini, otuzbir çekmesine de izin vermedim küçük çocukların resimlerine bakarak.
Henüz büyümemiş penisleriyle cinler çağırdım cinnetimin kızlığına. Oral yoldan olacaktı dualarım, içinde büsbütün adının yazıldığı dövmesiyle. Akordeon çalmak istedim. Mızıkam yanımda değildi. Kahvaltı hazırladım seni etkilemek için, gökyüzüne kurdum, biraz gökkuşağı kestim, biraz peynir ve rakı, içki sevmezdin pot kırdım. Aniden şişeyi yorgun tahtamda kırdım.
Yollarda bulduğum ayak izleri, kalp çarpıntı seslerini takip ederek buldum seni başkasının satırlarında. Kendimi bütün kutsal kitaplardan attım işte o an yalnızlığa. Sanki orası dün gece beraber uyuduğun bir denizkenarı gibiydi.
O çocuk seni zorla kaçırmış gibiydi fikrimce. Silah gibi elleri vardı, saçları bir gardiyan misâli eminim seni zorla tutmuştu. Aman Allah, aklım almıyordu aklını. Ödenmemiş borçlarım vardı, ödenmiş sözlerime karşılık telifsiz susuşlarım vardı. Yıldızı out’a vurmuş bir peygamber korkusu sarmıştı dakikalarımı.
Yanlış kişiye kırmızı kart göstertmişti kalbin! İtiraz ettim! Olamaz, dedim! Sev, dedim! Beni, dedim!
Mideme asit gibi oturdu yuttuğum gözyaşları! Acıkan bir gölge, güneşi arar. Ölüme susayan, sana tapar! Dedim! Dedim, durdum!
Gece; tanrının, bordo mendilidir. İnsanlar kalplerini siler ve pislenir. Perdeyi çek ve üzül, çünkü buğu kendi görüntündür.
Sevgilim, bu bir film ve;
Kişiler ve olaylar boktan bir hayat ürünüdür!
Payanda
YORUMLAR
çok iyi. günümün yazısı. yazının tamamı okunası ve final çok çok başarılı:
"Acıkan bir gölge, güneşi arar. Ölüme susayan, sana tapar! Dedim! Dedim, durdum!"
.