- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SUSMA(K)
Her nefes alış verişimizde içimize dolan sadece oksijen değil aslında, yaşam… Hepsi bu kadar, nefes almak ve verebilmek… Yanında sunulan tüm duygular, düşünceler, duyuların yansımaları, yaşanılanlar, yaşanılacak olanlar, bekleyişler, özlemler, nefes almak ve vermek dışında aklınıza gelebilecek her şey ama her şey ise çerezler, içkimizin yanında hızlıca tükettiğimiz… Ve bu çerezler yaşamın tadı, katığı ve belki de önce gözümüzü doyurma çabası … Belki de kuru kuru yiyemediğimiz bir yemek yaşam, yanında sunulanlar ise boğazımıza takılmasını istemediğimiz, yaşamı ıslatmaya ihtiyaç duyduğumuz içecekler; kiminin bir yudumda kafasına diktiği, kiminin her lokmasına bölüştürdüğü, kiminin yemeğin hazzına kendini kaptırmasından dolayı kenarda unuttuğu ve son lokmada farkına varıp, aşağı inen lokmalara yetiştirme çabasıyla tükettiği... İstediğimizi seçme hakkımızın kimi zaman olduğu, kimi zaman ise istemesek de tadına bakmaya zorunlu tutulduğumuz. Sadece nefes alıp vermiyoruz, yaşamı içimize çekip bırakıyoruz, boğazımızda zaman zaman kalan kekremsi tada rağmen… Ve yanında hızlıca tükettiğimiz çerezleriyle… Ve doğumda aldığımız ilk nefesi vereceğimiz son gün geldiğinde, lokmamızı da yanına katık ediyoruz, sonsuz bir sessizliğin eşiğinde… Varoluş nefes alıp vermek, varoluşun farkındalığı bu sonlu alışverişin el sıkışması, ıskontosu, belki kısa günün(yaşamın) karı… Yaşam, kimin karlı çıkacağını bilmediğimiz, tarafların hepsini mutlu etmesini umduğumuz, ama her zaman bir tarafın acaba kandırılıyor muyum düşüncesine kapıldığı, ellerin sıkışıp hızlıca sallandığı bir alış-veriş… Nefes alış, nefes veriş… Ve beraberinde gelen birçok süslü söz bütünü…
Bu yazıyı okuyabiliyorsanız, yaşıyorsunuz siz de, yukarıda açıkladığım en basit anlamıyla… Ama kim ne kadar çerez koyuyor tabağına, ya da kimin ağzı zorla açılmış da acı leblebiler tıkılıyor içine, kim ne kadar tuzlu tüketirken, kim şekerlemeleri indiriyor yaşamsal midesine… Hepimiz kulaç atıyoruz yaşamda, ama kaçımız tutabiliyoruz… Yapabildiğimiz en iyi şey belki de sadece ağız dolusu çerezle susabiliyoruz… Sustukça büyüyoruz, gizli bir ayin gibi ama dilimiz damağımız birbirine yapışırcasına bir kurulukla. Sustuklarımızın konuştuklarımız olduğunun sanrısıyla... Gönderdiğimiz sessizliğin doğru kulaklara çarpıp, sadece sessiz harflerden oluşan anlaşılma çabasıyla… Konuşuyoruz ama aslında susuyoruz, susuyoruz ama aslında çığlık çığlığa konuşuyoruz… Alış-Veriş… Susmanın ayininde duyulan belki de tek ses… Kimi zaman yavaş, kimi zaman bizi soluksuz bırakacak kadar hızlı, nefes alış ve veriş sesi… Herkes susuyor ve herkes belki de aynı kelimeleri susuyor… Aynı kelimeleri susmak… Duymaya özlemli kulakların bekleme yarışı, kimin aynı kelimeleri önce kusacağı karmaşası… Havaya savrulması umulan kelimelerin yükseklere zıplanarak toplanması ve aynıları eşleştirme yarışı… Sustukça susmaya alışmak, sesli harflerden uzaklara koşmak… Susmak yerine kusmayı seçmiyoruz, öğütülmüş atık kelimelerden yayılan pis bir koku salacağız diye belki de… Oysa gökyüzünü temizliyor sesli harfler, boş harfleri yutarak… Sustukça susuyoruz, beynimizden yayılan dalgaların dilimize ulaşan elektriklenmeleri nefesimize dokunurken, biz yine de hepsini yutuyoruz. Zihnimizden kaçmayı başaran birkaç sıradan kelime iki dudağımız arasından gün ışığına ulaşırken, asıl güneşe yüzlerini dönmesi gereken ayçiçekleri gibi, kelimelerimize en güçlü askerleri gönderiyoruz gölgelere hapsederken. Üst dudak, alt dudakla mühürleniyor sızıntılara engel olmak için. Oysa tüm gerçeklik içeriye sızan cılız ışıkla yetinmek zorunda bırakılanlar… Yaşamın asıl gerçekliği sustuklarımızda saklananlar, çünkü hiç birimiz gerçekten zihnimizden geçenleri özgür bırakmıyoruz, sadece olabilecek kadarıyla oyalanıyoruz… Anlatmadan anlaşılmayı, konuşmadan duyulmayı sadece bekliyoruz ve bu arada koşmak yerine sadece adım adım emekliyoruz…
Yaşam, sustuklarımızın bütünüdür… O kadar susarız ki, paragraflarımız cümlelere, cümlelerimiz kelimelere, kelimelerimiz harflere bölünerek, boğaza takılan minik kırıntılar olurlar bir araya geldiklerinde, öksürsek de öyle kolay çıkartamadığımız. Ve harflerin arasındaki sadece boşluklardır dışarıya kaçmayı başaran. Boğazımızda rastgele dolanan harfler, doğru sıralara dizilip, tek kol uzatıp çıkmak yerine başıboş yığıntılara dönüşürler. Ve öyle bir an gelir ki, sustukça yığılan kelime çöplükleri yaşamımızın anlamını, alışverişimizi kesmeye başlarlar. Nefessiz bırakırlar bizi… Dağları aşmasını beklediğimiz sessizliğimiz, öteleri göremeden, vadilerde hapsolurlar ta ki aldığımız ilk nefesi vereceğimiz son güne kadar… Ve sustuklarımızın ulaştığı kulaklar, kendi beyinlerinde kendi anlamlarını doğurup, kendi inandıklarında kendi suskunluklarını yaratırlar. Susuyoruz, ağzımıza doldurduğumuz çerezlerin üstüne bir bardak soğuk su içmek yerine. Susuyoruz ve tüm sustuklarımızı yutuyoruz ama ne olursa olsun yaşamın yanında yediğimiz hiçbir çerezi kusamıyoruz… Susuyoruz ve bekliyoruz, bir gün sustuklarımızın ses çıkartması ve kulaklara ulaşıp, beyinde anlam kazanıp, ruha kazınması ümidiyle…
Susamamaya, susatmamaya…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.