- 579 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BU KADARI DA ÇOK OLUYOR ARTIK !...
BU KADARI DA ÇOK OLUYOR ARTIK !..
Dr. Sadık ÖZEN
Gün geçmiyor ki ülke gündemine yeni tartışmalar getirilmesin. Hem de bir sonraki bir öncekinden daha önemli ve daha huzur bozucu olarak. Askerler, üniversite, yargı ve basına karşı yapılan olumsuz söylemler birbirini takip ediyor. Oysaki bütün bunların bir haddi yani sınırı olmalı. Hiçbir kurum, kuruluş veya kişi bu sınırı aşmamalı, daha doğrusu aşamamalı. Tam tersine ağzı olan konuşuyor ve aklına geleni söylüyor. Bütün bunlar, sözüm ona, demokrasi adına yapılıyor. Bu durumu görünce, “Demokrasi bu mu ?” demekten kendimizi alamıyoruz. Zira, demokrasinin Anayasa ve Yasalarla çizilmiş kuralları, ölçüsü ve sınırları var. Bu sınırlar hiç kimseye dilediğini yapma ve istediği gibi konuşma hakkını tanımaz.
Demokrasi; toplumun huzurunu bozmak için değil, toplumsal düzenin sağlanması için getirilen bir yönetim şeklidir. Bu rejimde; sahip olunan oy çoğunluğuna dayanılarak, kendi taraftarları dışındaki insanlar baskı altına alınamaz, onların inançları, ilkeleri ve görüşleri yok sayılamaz. Aksine bir durumda rejimin adı demokrasi olmaktan çıkar “Kakokrasi” olur. Buna, daha iyi anlaşılır bir deyimle “Demokratik Diktatörlük” denilmesi yerinde olacaktır. Duruma bakılınca; son yıllarda ülkemizde, devlet adamları yerine demokratik diktatörlerin türemekte olduğu görülüyor. Bu durum apaçık ortadadır. Ülke; aldığı oyları elinde toplayan kişinin iki dudağı arasından verilen komutlarla yönetilir hale gelmiştir.
Oy çokluğuna dayalı olarak Anayasa değişikliği gündeme getirilmiştir. Oysaki oy çokluğu, zaman içinde halkın eğilimine göre değişebilen ve sürekliliği olmayan geçici bir kavram olup, seçimlerden sonra yön değiştirme olasılığı vardır. Bugün iktidarda olanlar, gelecek yeni dönemde iktidardan düşebilirler. Anayasalar ise; ulus ve ülkeler için en kalıcı ve hayati önemi olan kurumlardır. Her değişen iktidarla değiştirilemezler. Eşitlik ilkesi içinde ülke halkının tümü için yapılır, sadece belli bir kesim veya zümre için konulmuş özel maddeler içeremezler. Aksi halde devletin kuruluş ilkeleri zedelenir, toplumsal barış bozulur ve ülke yönetimi zaafa uğrar.
TBMM’de yapılan görüşmeler bu söylenenlerin kanıtıdır. İktidar tarafından gündeme getirilenler dışında, muhalefet tarafından ileri sürülen görüşler, son derecede haklı ve ülke yararına olsalar bile, hiç dikkate alınmayarak çoğunluk oylarıyla reddedilmekte, bundan da hiçbir rahatsızlık ve endişe duyulmamaktadır. Bu durum TBMM’ nin sahip olduğu üstün niteliklere ve temsil hakkına gölge düşürmekte ve onu tartışılır hale getirmektedir. Böyle bir durum yaratmaya hiç kimsenin hakkı yoktur ve de olmamalıdır. Yapılmak istenen anayasa değişikliğinin TBMM Anayasa Komisyonu’nda görüşülmeye başladığı daha ilk günde büyük tartışmalar yaşanmış, üniversitelerimizde ve toplumun diğer kesimlerinde; büyük ölçekli bir rahatsızlık ve huzursuzluk ortamı meydana gelmiştir. Bu tehlikeli bir gelişimdir. Bu yoldan dönülmelidir.
Bir zamanlar “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz” diyen politikacılar vardı başımızda. Şimdi onlar yoklar, ama, sorumsuzca yaptıkları söylemlerin sonuçları bir bir ortaya çıkıyor ve Anayasanın bir kere delinmesiyle bile ne büyük olumsuzlukların yaşanabileceği anlaşılıyor. Maalesef, yeni açılan delikler daha da büyük boyutlu olmaktadır. Anayasa değişikliği önerisinin TBMM’ne getirilmesi için aranan üçte iki salt çoğunluğun üçte bire indirilmesi, anayasanın önemine ve sağladığı güvenceye gölge düşürmüş bulunmaktadır. Bu suretle anayasada yeni deliklerin açılması kolaylaştırılmıştır. Bu yapılmamalıydı. Böyle bir girişime, politik çıkar hesaplarıyla destek de verilmemeliydi. İleride, bu tarihi vebalin hesabı sorulabilir. Allah göstermesin, gün gelir, ani bir sağnak yağışla oluşan bir sel baskını, anayasada açılan deliklerden girerek, kendisi ile birlikte anayasayı da alıp götürebilir.
Türban bahane edilerek anayasada yapılması istenen değişiklikler, halkımızın huzurunu bozucu bir nitelik kazanmış ve ülkemizin geleceği açısından büyük kuşkular yaratmaya başlamıştır.
Etnik ayırım anlamına gelebilecek söylemlerde bulunulması ve bu konuyla ilgili olarak sayısal hesaplar yapılarak, bunların meclis aritmetiğine de yansıtılması son derecede yanlış ve bir o kadar da tehlikeli bir tutumdur.
Demokratik Laik Cumhuriyetimizin ilanı sırasında, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ortaya koyduğu ilkeler, tartışılma bir yana terk edilme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Bu tutumun sürdürülmesinin sonuçları vahim olacaktır. Demokratik diktatörlükler toplumlara büyük zarar veriyor ve heveslileri de bu zarardan nasiplerini fazlasıyla alıyorlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Eksi kırk dereceye kadar inen yoğun kış şartlarında evlatlarımız vatan için canlarını verirken; bin bir zorlama ile dini ve siyasi simge haline getirilmiş bir bez parçası için, siyasi çıkar hesapları uğruna yaratılan kısır tartışmalardan kaçınılmalı, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne bağlılığımızın gereğini yerine getirecek somut adımlar atılmalıdır. Ulusumuzu ve Devletimizi yok etmek, ülkemizi parçalamak ve kendi topraklarımızda bizi esarete mahkum etmek isteyen, Büyük Atatürk’ün “müstevliler” ve “harici bedhahlar” olarak nitelendirdiği emperyalist güçlerin oyununa daha fazla göz yumamayız. Konunun, dini inançlar gereği başların örtülmesi olmadığını artık hepimiz kabullenmeliyiz.
Ülkeyi yönetenlerin bu gerçekleri görmelerini ve gittikleri yanlış yoldan dönmelerini diliyoruz. Haddini bilmek, hatasını kabul etmek ve yanlıştan dönmek bir erdemdir. Bu ülkede, birileri, istedikleri gibi at oynatamayacaklarını bilmelidirler. Zira bu ülkenin sahipleri vardır. Tarih boyunca üslendikleri görevleri ifa etmekten kaçınmadılar ve sırası geldiğinde yine gerekeni yerine getireceklerdir. Bu, hep böyle olmuştur. Tarihimiz bunun tanığıdır. Son olarak, bu konulara ilişkin atasözümüzü hatırlatmakta yarar görüyorum: “Nasihatten anlamayana etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
Antalya, 02.02.2008
YORUMLAR
Bunlar kurtuluş savaşı sırasında M.Kemal in karşısında yer alan işbirlikci zihniyetin torunlarıdır. Bunlar için vatan memleket kavramları hiç bir şey ifade etmediği için, ümmetcilikten öte bir yol bilmezler. Her türlü sahtekarlıktan, her türlü dangalaklıktan onlar çıkar, ama yine de insanlık adına ahkam keserler.
Sizinleyiz...
Sayın Sadıközen;
Tüm fikirlerinize sonuna kadar katılıyorum!
Milletimiz,sorumsuz,çıkarcı;üstelik Atatürk ilke ve devrimlerine düşman bir güruh tarafından yönetilmektedir!
Ama umutsuz değilim;çünkü her şey bir gün aslına dönecektir;dönmelidir!
Yolumuz ve kılavuzumuz Bursa Nutku olmalıdır!
Kaleminize sağlık,iyi ki varsınız...