- 514 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dönüş
Arabamın camından bilinçsizce seyrediyorum dışarıyı. Geçtiğimiz yolları kâh perde arkasındaki gölgeler gibi, kâh bir sis bulutuna bürünmüş gibi görüyorum. Kim bilir buralarda ne acılar yaşanmıştır. İşkenceler, sürgünler ve ölümler. Geçmişe dair düşünceler ne zaman zihnimden geçse, kalbimin tam ortasına bir bıçak saplanmış gibi oluyorum. Sanki ta derinlerden gelen çığlıklar sağır ediyor beni. Ölüme çekilen her beden yeniden diriliyor zihnimde ve soruyor bana “nedendir” diye.
“Nedendir bu zulüm bu gözyaşı. Neden öldürüyor Kabil Habil’i. Bu kıyım nedendir”
İşte böyle anlarda Düşünceler beynimi bir matkap gibi deliyor. Sanki hayatla ölüm arasında gidip geliyorum. Nedendir bilmem ama bu yolculuğa çıkarak bir şey kanıtlamaya, Ya da affettirmeye gidiyorum. Belki de tatmin olmaya. Ama kesin bildiğim bir şey varsa o da bu yolculuğa mecbur olduğumdur. Evet, mecburum çünkü içimde büyüttüğüm putları yıkmam lazım. Eğer yıkamazsam onlar beni bir girdabın içine çekecek ve sonunda yok olup gideceğim. ”Senin en zararlı düşmanın, nefsindir” Küçükken babaannem beni kolları arasına her alışında bu sözü tekrarlardı. O zaman pek anlayamazdım. Ama şimdi her şey ayan beyan orta.
Yağmur yüklü bulutların semayı kapladığı bir andayız. Uzaktan ara sıra gelen ışığın kaynağı belli artık. Tüm bitkiler ıslanmaya hazır. Benim ve diğer İnsanların aksine gök gürültüsü korkutmuyor onları. Toprağa düşen ilk damlalarla birlikte nefis bir koku tüm aromasıyla yayılıyor etrafa. Taşlaşmış zemin, düşen her damla ile diriliyor. Arabamın camına düşen her damla üzerindeki bütün kirleri silip süpürüyor. Canlı olmamasına rağmen içimden onunda susadığı hissi geçti nedense. Acaba cansız nesnelerde susar mıydı? Onlarında suya hasret gidenleri var mıydı bizim gibi. Yoksa su biz canlılar için mi yaratılmıştı. Ne kadar da güzel yıkıyor camı. Keşke, ruhumu da böyle yıkasa. Kaç zamandır böyle izlememiştim yağmuru. Benim gibi büyük şehirlerde yaşayanlar için. Yağmur demek şemsiye, yağmurluk demekti. Ne kadar korunabilirsen o kadar iyi. Sahi yağmurda ıslanmak mı daha iyidir ıslanmamak mı? Suyun kıymetini unutan biri için ne kadar da zor bir sual.
- İlerde bir benzin istasyonu var efendim isterseniz biraz su alalım.
Şoförümün sesi uzaklardan bir yerden geliyor gibi. .
–Hayır, gücümün son anına kadar devam edeceğiz. Sen teybin sesini biraz daha aç.
–Olur efendim. Ama bu susuzluğa daha ne kadar dayanabilirsiniz bilemiyorum.
Bir su verin masum cana
Zalim içti kana kana
Fatma Ana yana yana
Ah Hasanım vah Hüseynim
Şehit olmuş Şah-ı Merdan
Şah hüseynim vah Hüseynim.
- Biliyor musun? Düşünüyorum da keşke insanlar işledikleri günahların pişmanlığını hayatları boyunca duysalar. Belki o zaman dünya yaşanılabilir bir yer olabilir. Ha ne dersin Ali.
- Vallahi efendim doğru söylüyorsunuz, dersem yalan söylemiş olacağım. Zira önemli olan pişman olmak mı yoksa pişman olacağın şeyi yapmamak mı orasını bilemiyorum.
Tekrar uzaklara dalarken Ali’nin cevabı kulaklarımdan girip içimde bir anafor oluşturmuştu. Gerçekten de aslolan ne idi. Belki de ali imkânsızı istiyordu. Yavaş yavaş uykumun geldiğini hissediyorum. Ağırlaşan göz kapaklarım bana ne kadar da rahata alıştığımı söylüyor, daha doğrusu bir tokat gibi çarpıyor yüzüme. Nefsim son silahını da kullanıyor artık. Dev gölgeler gibi dağlar akıyor yanımızdan. Sanki yürüyorlar. Haşyete sevk eden bir an benim için. Ruhumda beliren her duygu bir kor gibi yakıyor beni. Bunca yıldır yapmış olduğum servetimin beni bir gecede, terk etmesi. Belki de hakiki servetimi bulmama bir vesile.
Gözlerim bir volkan gibi alev alev. Kurumuş dudaklarımı ıslatmaya hiçbir şeyin gücü yetmez artık. Atalarımın uçsuz bucaksız çöllerde bir damla suya duyduğu özlemi, ben şu anda tüm hücrelerime kadar hissediyorum. Bülbülün güle, Mecnunun Leyla’ya, Hüseynin Mevla’ya duyduğu his bu olsa gerek. Onların sabırlarıyla vuslata erdikleri gibi bende sabredip menzilime ulaşacağım. Ömrümün son anlarında olduğumu biliyorum. Dünya, evet sürgün yerim senden kurtulmak ne güzel. Ve vuslat, acı sevinç karışımı bir şey. İşte özlediğim dağlar tüm heybetiyle duruyor karşımda.
– Yolların bozuk olduğuna sevindim. Biliyor musun?
- Afedersiniz anlayamadım efendim.
- Boş ver Ali boş ver.
- Arabayı durdur. Seninle yolculuğumuz buraya kadar.
- Ama efendim yağmur yağıyor. Hem çok tenha burası.
- Menziline ulaşmak için feragat etmen lazım Ali. Feragat.
Belki de konuşabildiğim tek insandı Ali. Dikiz aynasından bana yönelttiği gözleri her şeyi anlatıyordu. Çaresizlik ve endişe. Yola çıkmadan önce kaygı ve korkularını bana iletmiş, fakat ben kararlılığımla üstte çıkmıştım. Şimdi ise ne bende sabır. Ne de onda karşı koyacak güç vardı. Uzun yolculuğun sonuna gelinmişti. Bütün modern olanaklardan kurtulmamın vaktiydi.
Ayakkabılarımın ardından çoraplarımı da çıkarmıştım şimdi. Çamurlaşmış toprağa değen ayaklarım başka âlemlere seyahatimin habercileriydi. Çıplak kalmış bedenime düşen her yağmur damlası beni tedavi ediyordu. Sanki ruhumun derinliklerine saklanmış ab-ı Kevser gibiydiler. Gecenin karanlığını ışıktan ok misali delen farların ardından Ali’nin siluetini hayal meyal görüyordum. Ona veda ederken yağmur damlaları parmak uçlarımı dövüyordu. Sessizliği, önce yoğun, ardından giderek azalan motorun gürültüsü bozmuştu bir müddet. Sonra karanlık ve sessizlik.
Vücudum beyaz bir ışık saçıyordu etrafa. Ya da bana öyle geliyordu. Zayıf gören gözlerimi daha iyi görebilmek için iyice kıstım. Her insan böyle bir ortamdan korkardı. Fakat ben hiçbir korku hissetmiyorum. Şimdilik hissettiğim tek duygu özlem. Sanki mahşer anındayım. Çırılçıplak olmuş bedenimle, topraktan çıkmış körpe bir fidan gibi, Yeniden dirilmeye ya da tamamen yok olmaya gidiyorum. Şiddetini giderek kaybeden yağmurun altında zamanını kestiremediğim bir müddet yürüdüm. Berzah âleminin içinde ilerleyen bir yolcuyum artık. Her şey giderek daha da kararıyor. Gökyüzünü delerek geçen uçağın gürültüsü olmasa belki de sonsuza dek yürüyebilirdim. Atalarımı dünyadan koparan gürültü benim dünyaya dönüşüme vesile olmuştu. Gözlerimin önünden birer birer silinip giden ne varsa aynı hızla geri dönmüştü.
Gün ağarmaya başlamış, kara bulutların yerini tan vaktinin kızıllığı almıştı. Uzaklardan bir ses duyuyorum. Barut kokusundan bozulmuş havaya rağmen tertemiz bir ses. Özgürlüğe ve kardeşçe yaşamaya çağıran bir ses. Yorgun ve üşümüş bedenimi sımsıcak çevreleyen bir ses.
Dersim dört dağ içinde
Gülü var bağ içinde
Dersimi hak saklasın
Bir gülüm var içinde.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.