- 797 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mazbut Mahalle 2/4
ARNAVUTLAR
En sevdiğim komşularımızdandı. Eğer bazı melekler dünyaya inmiş, insanlar arasında yaşıyor deseler, işte onlar Arnavutlardır derim. Böyle dürüst, böyle temiz, böyle namuslu ve güvenilir insanlara bir daha hiç rastlamadım. Üç erkek kardeş, yine üç kız kardeşle evlenmiş, babaları Müslim amcanın gözetiminde, altları dükkan olan kocaman bir Ankara evinde beraber oturuyorlardı. Hepsinin yatak odaları ayrı olmasına rağmen, koca bir salonda birlikte yaşanır, yemek birlikte yenirdi. O evde işler öyle sessiz yapılır, öyle düzenli yaşanırdı ki, sanırsınız tek bir aile yaşıyor. Tertemiz bir evdi, tahta zemin her gün ovulur, halılar yeni alınmış gibi pırıl pırıl parlardı. Müslim amca, üç oğlu ile beraber büyük bir esnaf lokantası işletiyordu. Lokantası da tertemizdi. Yemeklerin lezzetinde ise Ankara’da üstüne yoktu. Eve lokanta yemeği getirilmez, kız kardeşler birbirinden lezzetli yemeklerle donatırlardı sofralarını. Onlara misafirliğe giden kimseleri, asla yemek yemeden bırakmazlardı. Müslim amcanın evinde o kadar çok yemek yedik ki, lezzetleri halen damağımdadır.
Müslim amca, nur yüzlü, yine bizim ihtiyar zannettiğimiz 50-55 yaşlarında bir adamdı. Çok dindardı. Namus anlayışı ise çok katı idi. Kadınlar asla yalnız sokağa çıkamaz, yeni yeni yetişen kız çocukları ise annelerinin haberi olmadan, pencereden bile bakamazlardı. Müslim amca onları ilk okuldan sonra bir daha okula göndermedi. Varlıklı insanlardı, mahalleyi gözetir, okullar açılacağı zaman, evlere önlüklük kumaş, defter, kalem ve çanta gönderirdi. Biz çocuklar, bayramlarda en çok onların ellerini öpmeyi severdik. Herkes ortası delik 2.5 kuruş verirken, Müslim Amca bize beyaz mendil içinde kagıt para verirdi.
Müslim amca bizim aileyi çok severdi. Ona göre, dört kız çocuğu yetiştiren, ve de onları okutan dul bir anne takdiri hak ediyordu. Kadın misafirler geldiğinde Müslim amca salona girmez, ancak annem geldiğinde bu kuralı bozardı. Beraber oturur, memleket meselelerini, din konusunu, göç ettikleri ülkeleri uzun uzun konuşurlardı. O kadar düzgün yaşarlardı ki, bu evin içinde başka bir kapının olmasına imkan ve ihtimal yoktu. Gezmeye ailece gidilir, eğer kızlardan biri gitmek istemezse, üstünden kapı kilitlenir, evde öyle bırakılırdı.
Annem dördümüzü de alır, sık sık Arnavutlara akşam oturmasına götürürdü. Kızlardan biri Halide, ablamla akran, 15-16 yaşında idi. Pembe beyaz, mavi gözlü, kıvır, kıvır sarı saçlı, çok güzel bir kızdı. Biz diğer küçük kızlarla oynarken, o ablamla arkadaşlık ederdi. Bizim kadar özgür olamaması nedeniyle, gözlerinde hafif kıskançlık sezerdim. Ablama gittiği filmleri anlattırır, heyecanla okulu hakkında bilgi alırdı.
Her gidişimizde onu daha gelişmiş, bol elbiselerinin içinde hatta şişmanlamış olarak görürdük. Annesi çok yemek yediği için, şişmanlamasına kızar, tatlıları önünden çekerdi.
Yine böyle Arnavutlara gittiğimiz mutat akşamların birinde, çok leziz bir akşam yemeği yemiş, biz çocuklar oyuna dalmışken, annemle Müslim amca koyu bir sohbet sardırmışlardı. Halide de ise bu akşam bir gariplik vardı. Çok tedirgindi. Oturduğu yerde oturamıyor, içeri dışarı girip çıkıyor, tuvalete girince de çıkmak bilmiyordu. Normalde erkek sineğin bile girmediği bu evde kimsenin aklına kötü bir şey gelmiyor, herkes midesini bozmuş zannediyordu. Derken ilerleyen saatlerde olan oldu ve Halide tuvalet taşlarının üstünde nur topu gibi bir oğlan çocuk dünyaya getirdi. Sanki evin içine bomba düşmüştü. Anneler korku içinde sağa sola koşuyor, babalar öfke içinde kime saldıracaklarını bilemiyorlardı. Müslim amca ise taş kesilmişti. Ortalık biraz sakinleşince
Durum açıklığa kavuştu. Halide aşağıdaki dükkanın sahibi genç adamla, hangi arada ve derede bilinmez, anlaşmış, ailenin üstüne kapıyı kilitleyip gezmeye gittiği gecelerde, odanın ahşap döşemesinin bir kısmını söküp adamı yukarıya alıyor, sonra döşeme itina ile yerine yerleştirilip, halıyla kapatılarak, eski haline getiriliyordu. İşin kötü tarafı ise, adam evli ve çoluk çocuk sahibi idi.
Müslim amca duruma derhal el koydu. Ertesi akşam çocuk, çok güvenilir bir aile dostları tarafından evden çıkarıldı ve bir daha onun hakkında kimse konuşmadı. Muhtemelen birine evlatlık verilmişti. Yine bir hafta içinde 16 yaşındaki dünyalar güzeli Halide, Müslim amca yaşında bir dul adamla evlendirilip, Ankara dışına yollandı.
Bu olayı yalnız biz duyduk ve gördük. En küçük kardeşimiz dahil, bu konuyu evde bile konuşmadık. Mahalleli hiçbir şey bilmedi ve anlamadı. Arnavutlar yine eski mazbut hayatlarını yaşamaya devam ettiler. Ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. O güzel sofraların ne tadı kalmıştı ne de tuzu. Müslim amca ise odasına kapandı, annemin yanına bile bir daha çıkmadı. Zaten çok yaşamayıp, birkaç senenin içinde de öldü.
Arnavutların evlerinin içindeki diğer kapı kalleşçe başkası tarafından açılmıştı. Onlar hep göründükleri gibi dürüst insanlardı. Nur içinde yat Müslim amcam. Seni hiç unutmayacağım.
ZEHRA TEYZE
Lakabı yoktu. Lakap verilecek bir özelliği de yoktu. Sıradan, renksiz bir kadındı. İki odalı bir evde yalnız yaşıyor, Bakanlıkların birinde odacı olarak çalışıyordu. Yalnız olduğu için mahalleli onu daha başka korurdu.
Gri odacı üniforması, giyer, siyah bir eşarp takardı. Ayakkabıları erkeksi, çorapları ise kalın müslimdendi. Makyaj yapmaz, gözleri yerde
İşine gidip gelirdi. Bitişik evde oturan ninem onu çok beğenir, anneme örnek olarak gösterirdi.
-Bak derdi; ne ağır ne efendi kadın, Ne kadar mazbut giyiniyor. Sen de azıcık onun gibi olsana. Odacı olmasına rağmen, senin gibi borç içinde değil. Parasını idare etmesini biliyor.
Annem ise bu ikazlara hiç aldırmaz, nineme gönül bile koymazdı.
Zehra teyzeye de akşam oturmasına giderdik. Pek hoş sohbet olmadığı için, ben çoğunlukla onun evine gittiğimiz zaman uyur kalırdım.
Derli toplu bir evi vardı. Odacı üniformasını çıkardığı zaman bile, üzerine yerleştirdiği ciddiyeti çıkaramıyordu. Hatırladığım kadarıyla öyle erkekleri cezp edecek bir kadın gibi görünmüyordu. Bizim önümüze yemiş çıkarır, anneme de hemen oradaki masanın üstünde pişirdiği kahveyi ikram ederdi. O zamanlar sigara bu kadar sabıkalı olmadığından ve çocukların yanında da içildiğinden, annem ucu kırmızı ‘’Gelincik’’ sigarasını yakar keyifle tüttürürdü. Perdeleri hep kapalıydı.
-Sabah erken açmadan gidiyorum, akşam da açmama gerek kalmıyor derdi.
Eskiden çat kapı gidilirdi misafirliğe, öyle önceden haber verilmezdi. Bazı akşamlar Zehra teyzeye gittiğimizde, kapısı çalınır, temiz giyimli bir bey elinde ufak bir çanta ile içeri girerdi.
-İğnecim, derdi, haftada birkaç gün bana iğne yapmaya geliyor.
Bitişik odaya girer, 10-15 dakika sonra iğnesi yapılmış olarak çıkardı. Mahallenin güvenini o kadar kazanmıştı ki, kimsenin aklına kötü bir şey gelmiyordu. İğne olma olayına birkaç kez şahit olmamıza rağmen, biz bile şüphelenmedik.
Gün geldi onun da mazbut evinin içindeki gizli kapısı aralandı.
O beyefendi çalıştığı Bakanlıkta müdürü idi. Zehra teyzenin hangi cazibesine kapıldı bilinmez ama kendini ‘’iğneciye’’ dönüştürmüştü.
Uzun yıllar iyileşmemesi ve aynı iğnecinin sürekli girip çıkması mahallelinin nihayet dikkatini çekti de sessizce mahalleden uzaklaştırıldı. Sanırım başka mahallelerde uzun zaman iğne olmaya devam etmiştir. Ninem ise annemi ne giyimi ne de borçları hakkında bir daha hiç eleştirmedi.