- 818 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
HUZUR EVİ 26
Rıdvan yine sayıklayarak kan ter içinde uyandı. Kabusları yine başlamıştı oysa Yaren’le Sapanca dayken hiç kabus görmemişti. Ne zaman ölülerim beni rahat bırakacak, bir gün beni de yanlarında götürmelerinden korkuyorum diye kendi kendine konuştu.
Mustafa bir koltuğa büzülmüş oturuyordu. Başını ellerinin arasına almış geçmişini düşünüyordu. Çok haksızlık etmişti, etrafındaki insanlara. Sadece kendisini düşünmüş, hayatı boyunca bencil olmuştu. Ayşe aklına geldi en çokta ona haksızlık etmişti. Dün oğlu geldiğinde akıl sağlığının iyice gittiğini ve artık kimseyi tanımadığını söylemişti. Çok fazla yaşamaz demiş doktorlar. Gitse affeder mi acaba, hangi yüzle gidecekti. Helalleşir miydi, hakkını helal eder miydi?
Öldüğünde kul hakkıyla gitmek istemiyordu öbür tarafa, onun günahı için hesaba çekilmek istemiyordu. Yine kendisini düşünüyordu, hayatı boyunca olduğu gibi. Özür dileyip affetmesi için yalvaracağına, ahireti ve günahı düşünüyordu. Hayatı boyunca onu üzdüğünü ve acı çektirdiğini düşünmüyor, kendi günahlarından arınmayı düşünüyordu. Bunda bile bencildi.
Geçmiş gözlerinin önüne gelmiş oturmuştu, aslında düne kadar hiç sorgulamamıştı pek geçmişini. Dün oğlu Rahmi geldiğin den bu yana düşünür olmuştu. Gecede pek uyumamıştı. Kendini yinede yaptıklarından dolayı suçluyor sayılmazdı, ona göre herkes yeterince suçluyordu. Oğlunun gözlerinde de hep kendisine karşı bir öfke görürdü. Bir tek o gelir ilgilenirdi. O kadar evladı vardı iki karısından da ama tüm evlatları kendisine yüz çevirmişti. Herkese öfkeliydi düne kadar, ama dün bazı şeyleri görmeye başlamıştı. ‘’Hayatım boyunca hep başkalarını suçladım’’, dedi. ‘’Herkesin bana haksızlık ettiğini düşündüm. Çocuklarım beni istemedi diye onlara hep öfke duydum. Benim gibi bir baba nasıl istenirdi, hiçbir zaman iyi bir baba olmadım. Rahmi’ye de hep kızdım, karısı beni istemedi diye. Oysa haklıydılar, tedavisi uzun ve zahmetli olan hasta bir evlatları vardı. Sürekli hastanelerdeydiler, çocuğunun tedavi ile koştururken beni nasıl kabul edebilirdi.
Geçmişte ona da çok çektirmiştim oysa ama o beni affetti. Af ettiğini söyledi gerçektende af etmiş miydi acaba, bazen gözlerinde beni suçlayan bakışları görüyorum’’, dedi.
Birden omzunu dürtüldüğünü hissetti ve çok uzaklardan bir ses ‘’Mustafa’’ diye sesleniyordu. Bir anda geçmiş koşarcasına kaçtı ve huzur evine bu güne döndü. Gözlerini açtı arkadaşı Kemal’i gördü. Hadi kahvaltı hazır nerelere daldın da gittin diyordu kendisine. Canı bir şey yemek istemiyordu, dün oğlu geldiğinden bu yana bir şey yememişti. Kahvaltı etmeyeceğini söyledi ama arkadaşı dinlemedi. Dün öğleden buyana bir şey yemediğini hasta olacağını söylüyordu. Kemal, Mustafa yı zorla oturduğu yerden kaldırdı, çekiştirerek kahvaltıya götürdü.
Kahvaltıda herkesin dilinde akşamki maç vardı. Herkes maçtan bahsediyordu. Bu akşam iki ezeli rakibin derbi maçıydı. Beyler uzun zamandır bu maçı bekliyordu. Her iki tarafta yeneceğini söylüyordu , iki tarafta idealıydı. Hangi taraf yenerse yensin akşam yine olaylar çıkacak yine canlar yanacaktı. Maalesef ülkemizde maçta sevinmeyi bilmiyoruz. Tuttukları takım yenilse de yense de şehir magandaları silahlarını çıkarıp rastgele ateş ediyorlar ve masumları yaralayıp öldürebiliyorlardı. Ya da bıçak, sopa, taş ne bulurlarsa birbirilerine saldırıyorlardı.
Kemal bey sabahtan daha formasını giymiş, Fenerbahçe formasını okşuyordu. Ahmet Beye, ‘’Şükrü Saraçoğlu’nda bizi yeneceğinizi mi zannediyorsunuz? Siz bizi orada ne zaman yendiniz ki şimdi yeneceğiniz? Gülüyorum size ha ha ha. Şükrü Saraçoğlu’n dan size çıkış yok sizi oraya gömeceğiz’’, diye sloganlar atıyordu. Ahmet Beyde Galatasaray atkısını takmış, ‘’Akşam göreceğiz bakalım kim kimi gömüyor sizi kendi sahanızda perişan edeceğiz. Biz sizi oraya gömeceğiz utancınızdan kimsenin yüzüne bakamayacaksınız be. Beş çekeceğiz beş’’, diye elinle gösteriyordu.
Fenerbahçeliler Kemal Beye tezaurat yapıyordu, Galatasarylılar da Ahmet Beyi alkışlıyorlardı. Her iki taraf da idealıydı. Taraftarlar takımlarından çok daha fazla idealıydılar. Bahse bile girmişlerdi. Fener yenerse Galatasaraylılar tatlı alacaklardı. Ahmet Bey, ‘’Ya biz yenersek ne olacak’’, dedi. Kemal Bey de ‘’Öyle bir ihtimal yok ama eğer yenerseniz bizde tatlı alacağız’’, dedi. Fenerbahçeliler, ‘’ ama ucuz diye gidip tulumba tatlısı almak yok. Ağzımızda zaten diş yok alıyorsunuz sert tulumba tatlısını yiyeceği diye damaklarımız acıyor’’, diyorlardı. Kararlar alındı her iki tarafta en iyi ve en pahalı tatlıcıdan baklava alacaklardı. Hem de bütün huzurevine tam beş kilo baklavasına ideaya girdiler.
Yine iki tarafta sloganlar atmaya başladılar. Onları gören onlar çocuk zannederdi. Hiç büyümemiş çocuk sanki yaramazlık yapmak için dışarı çıkmıştı. Fenerbahçelilerin başı Kemal ve taraftarlar Fenerbahçe marşını bağıra bağıra salonda dolanarak söylüyorlardı.
Mazinde bir tarih yatar
"yaşa fenerbahçe"
Ne mutlu seni sevene
"yaşa fenerbahçe"
Hep bir ağızdan marşı söylüyorlar coşuyorlardı. Marşın arkasından da hep bir ağızdan. Yenmeye yenmeye yenmeye geldik/ Ölmeye ölmeye ölmeye geldik diye bağırıyorlardı.
Galasaraylılar ise Re re re ra ra ra Gatsaray gatsaray cim bom bom diye tezeurat yapıyorlardı.
Sporla pek ilgisi olmayanlar kimle kimin maç yaptığını bilmiyorlar ama burada ki maçın çok idealı geçeceğini biliyorlardı. Huzurevindeki bayanlar durumdan rahatsızlardı. ‘’Beyler bu ne böyle ölmeye geldik falan ya maç mı oynanacak yoksa savaş mı var’’, diyorlardı. Sonra her iki taraftarda yaptıkları hatayı anlamışlar ve arkadaşlarından özür dilediler.
Kadınlar zaten bu futbol denen şeyi bir türlü anlamamışlardı. Yirmi iki koca adam bir topun peşinden deli gibi koşturuyorlardı. Birde gol attıklarında gol atan adam gol attığına pişman oluyordur her halde diyorlardı. Yazık, gol atanın üzerine atlıyorlar, adamı eziyorlar sevinmeleri bile şiddet içeriyor diyorlardı. Maçtaki o terimlere zaten hiç akıl erdiremiyorlardı. Güzelim baça takılan kralların bile taktıkları tacı bunlar top dışarı çıkınca söylüyorlardı. Maç anlatan spiker bağırıyordu top taca gitti diye sanki top tacı takmak için taca gitmişti. Kadınlar aralarında bunları konuşuyor bir yandan da gülüşüp kuralları bile saçma diyorlardı. Bu akşam onlara rahat yoktu. Erkenden yatsalar bağrışlarından uyuyamazlardı, her önemli maçta öyle oluyordu.
Öte taraf da erkekler aynı coşkuyla maç muhabbetlerine devam ediyorlardı. İki takımında eski maçlarının kritiğini yapıyorlardı, sanki hepsi birden futbol alimi kesilmişti. Aslında bu memlekette herkes futbol uzmanıydı. Erkeklerin başlıca muhabbet konusu futbol ve askerlikdi, acaba bunlar olmasa erkekler ne konuşacaklardı. Akşama kadar maç muhabbeti devam edecekti. Erkekler hararetli futbol nutukları atarken içlerinde bir kişi sessizce oturuyordu.
Mustafa’yı, anlaşılan bu gün geçmişi bırakmayacaktı. Üç çocukla karısını bıraktığı aklına geldi. İki oğlunu kendisi almıştı yanına üç tane çocuğunu da karısına bırakıp arkasına bakmadan öbür kadınla gitmişti. Yanında götürdüğü çocukları annesinden ayrılmak istememişti ama seçme şansları yoktu. Baba ‘’Hadi gidiyoruz’’ değince çaresiz başlarını eğip babasının peşinden gitmişlerdi. Karısı Ayşe ne kadar çok yalvarmıştı. Ailesini terk etmesi için çok yalvarmıştı kocasına, çok ağlamıştı arkalarından. Küçük çocuklar babalarının ellerini tutup giderken sessizce ağlayıp arkalarını dönüp hep annesine bakmışlardı. Annesi gözden kaybolana kadar, başlarını çevirip çevirip bakmışlardı. Mustafa geçmişte çok hata yaptığının farkındaydı ama geri dönüşü yoktu. Farkında değildi, yanakları ıslanmış bir iki damla yaş süzülmüştü yanaklarından. Oysa bir zamanlar ne kadar sert bir adamdı yaşlandıkça yumuşamıştı.
Bu gün Mustafa’ya da maç bekleyenlere de akşam zor olmuştu ama sonunda da olmuştu. Maç saati geldi. Televizyonun karşısına masalar sandalyeler yerleştirdiler. Taraftarlar yerlerini aldılar. Kuruyemiş, kuru pasta, içecekler masaların üzerine istiflenmişti. Maç izlemek için ortam müsaitti. Maç izlemeyen bayanlara lütfen yüksek sesle konuşmayın maça konsatrasyonumuzu bozmayın dediler. Bayanlarda asıl siz bağırmayın diye karşılık verince küçük bir münakaşa bile yaşanmıştı bile.
Hakemin düdüğü ile maç başladı, huzurevinde coşkuda başladı. Kemal bey formasını öptü, ‘’Hadi be sarı kanaryan göster şunlara gücünü’’. Ahmet Bey de atkısını öpüp, ‘’Hadi aslanlarım benim beş çakalım kendi sahasında rezil edelim fenerlileri ‘’, diye karşı tezauratlara başlamışlardı bile. Maç çok heyecanlı geçiyordu, her iki takımda çok güzel ve sert oynuyorlardı.
Bizim idealı taraftarlar kah oturuyor kah kalkıyorlardı. Bazen de oldukları yerde zıplıyorlar. Takımları atağa geçip de gol olmayınca yerlerinde zıplayıp ağızlarından küfür bile kaçırıyorlardı. Hanımlara bakıp özür diliyorlar bazen de farkında olmuyorlar, hanımlar uyarıyorlardı. Sonunda hanımlar isyan etti, erkeklere küfür ediyorlar diye kızmaya başladılar. Erkekler de sizde gidin birinizin odasına orada dedikodu yapın diye terslediler yine aralarında tartışmalar çıktı. Bayanlar tek çözümün bu olduğunu anlayıp, bir kısmı Yaren’in odasına bir kısmı da Fatma’nın odasın da toplandılar.
Hanımlar kendi aralarında kadınca muhabbetler ediyorlardı. Huzurevindeki erkeklerin dedikodularını yapıyorlardı. Bazılar içlerinde çok yakışıklıları var diyorlardı. Sonra huzurevinin en karizmatik erkeği yarışması yaptılar ve Rıdvan seçildi. Hülya, Yaren’e yan gözle bakıp imalı, ‘’Çok yakışıklı, karizmatik ve genç bugün gelin evlenelim dese koşa koşa giderim valla. Onun gözü beni görmüyor, hatta gözü kimseyi görmüyor. Ne diyelim Allah sahibine bağışlasın’’, diyerek kahkahayı patlattı. Diğerleri de Hülya ya sende az değilsin diye gülüştüler. Yaren utanmış yine yanakları kızarmıştı. Meral, Yaren’e bakıp, ‘’Ne oldu sana yüzün kıpkırmızı oldu’’, değip elini anlına götürdü. Yaren de, ‘’Biraz üşütmüşüm herhalde ateşim çıktı galiba’’, dedi. Hülya’da ‘’Tabi yeğeninde üşütmüşündür’’, diye imalı laf atıp hafif dudak büktü.
Dışarıdan televizyonun bangır bangır sesi artık gelmiyordu. Yaren konuyu değiştirmek için,’’Maç bitti galiba, kaç kaç bitti acaba’’, diye sorarak lafı değiştirdi. Hanımlar seslere kulak verdiler. Evet maç bitmişti, hepsi salona erkeklerin yanına gittiler. Fenerbahçe 2-1 yenmişti. Kemal Bey, ‘’Size demiştim Fener kendi sahasında yenilmez diye nasılmış arkadaşlar’’,diye sevinçten bağırıyordu. Ahmet Bey ve taraftarları süt dökmüş kedi gibi susuyorlardı. Kemal Bey susacağa benzemiyordu, ‘’Yarına beş kilo baklavayı isteriz beyler’’, dedi. Ahmet Bey sinirli ‘’Tamam alırız’’, dedi.
Maç bitmiş, herkes sakinleşmişti. Saat epey geç oldu değip yatmak için odalarına çekilmeye başladı. Rıdvan kimseye belli etmeden Yaren’in yanına gitti ve ona sokuldu. Kulağına bu gece odana geleyim mi? Seni çok özledim’’, dedi. Yaren de hafiften ona dokunup yaslanarak, ‘’Hayır olmaz gören olur yakalanırız. Herkesin diline düşeriz’’, dedi.
Rıdvan da ‘’Merak etme herkes uyuyunca saati üçe kuracağım, sende saatini üçe kur. Herkes derin uykudayken gelirim’’, deyip Yaren’in cevap vermesine fırsat vermeden yanından ayrıldı. Şimdi mecbur saatini üçe kuracak kimseler uyanmasın diye beni içeri alacak diye planlıyordu. Almazsa kapıda gürültü yapmamdan korkar onun için odasına alır diye düşündü. Herkese iyi geceler dileyip odasına gitti.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
20.5.2012
YORUMLAR
O kadar güzel anlatıyorsun ki. Her anını birebir yaşıyorum sanki. her sahne gözümde canlanıyor. Yüreğine, emeğine sağlık Eraycım. Sevgilerimle...
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
Güzel bir hikaye Sevgili Eray.
Hikayenin bana göre en güzel tarafı kollarını çok güzel dağıtabilmen ve toplayabilmen. Acemi biri iin bu hiç de kolay değil. Sanırım asıl yetenek yazı yazmayı sevmiş olman ile başlayıp, hikayelerini gayet güzel dallandırıp, budaklandırmak, sonrada bir noktada buluşturmakla tamamlanıyor.
Umarım seni bir gün altına imza attığın kitaplarınla tanıma şansımız olur.
Sevgimle.
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
yaşlılarda çok yaşlı değiller 60 yaşını biraz aşmış insanlar
okuduğun için teşekkürler
sevgiler
glenay
sevgiler Eray, iyi geceler..
vay vay rıdvanda amma çapkınmış ha her fırsatı değerlendiriyor çok ince detay kutlarım sizi bir dahaki bölüme çıkış yolu hazır saygılarımla selamlar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
saygılar
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
sevgiler
kaleminize sağlık.güzel gidiyor.bu bölümde güzeldi.bence yaren ve Rıdvan Mustafayı ikna edip onu karısının yanına götürsünle ha! ne dersiniz?
ERAY ÖZGÖR SARIKAYA
iNANMAYACAKSINIZ AMA BEN HİÇ HUZUREVİNE GİTMEDİM VE YAZDIĞIM KİŞİLERİ HİÇ TANIMADIM.
SAYGILAR