Nasıl ki sen öleceksin; öyle de, şu küre-i arz dahi ölecek.
Nasıl ki sen öleceksin; öyle de, şu küre-i arz dahi ölecek. Nasıl ki senin bir ömür müddetin vardır ve bu müddetin ötesine geçemezsin; öyle de şu koca zeminin dahi bir ömür müddeti vardır ve önüne geçilmez. Çünkü birşey tekâmül dairesine tâbî ise, o şey de hiç şüphesiz bir neşv ü nemâ vardır. Madem neşv ü nemâ vardır; öyleyse bir de fıtri ömrü vardır. Madem bir fıtrî ömrü vardır; şu halde bir de, fıtrî eceli vardır. Hâl böyleyken mevt kaçınılmazdır. Zira bu özelliklere sahip ne varsa geniş bir istikrâ ve tetebbu ile sabittir ki mevtin pençesinden kaçamıyor…
Evet, nasıl ki insan küçük bir âlemdir; ölümden kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır; o dahi, ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek; veya yatıp, sonra haşrin sabahında gözünü açacaktır. Hem nasıl ki kainatın küçük bir nüshası hükmünde olan şu hayat ağacı tahribattan ve dağılmaktan kurtulamıyor; öyle de, yaratılış ağacının bir dalı hükmünde olan şu âlem dahi, tamir ve yenilenmek için tahribattan ve dağılmaktan kendini kurtaramaz. Şayet şu âlemin fıtrî ecelinden önce Allah’ın cc. ezeli iradesi dairesinde başına bir maraz gelmezse, elbette ve hem ilmi bir hesapla bir gün gelecek ki; o büyük insan olan âlem, sekerâta başlayıp acip bir tarzda hırıltıyla bağırıp ölecek. Bu mevtin ahirinde, emr-i İlâhî ile bir diriliş olacak ve âlem başka bir surette dirilecek. Delil mi istersin? Dinle:
Bütün semavi dinler bu konuda ittifaktadır. Hem, emin olunan ve doğruluk üzere yaşayan binler insanın şehadeti vardır. Hem âlemde ki değişmeler, yenilenmeler, başkalaşmalar bu duruma işaret eder. Hem asırlardır; zihayat mahlukların ve seyyar âlemlerin ölümleri şu âlemin de mevtine şehadet, belki beşâret ederler.
Hem Kur’an’ın işaret ettiği surette dinlemek istersen; “şu kainatın bölümleri ince, derin ve pek yüce bir mizanla birbirine bağlanmış; gizli, nazik ve güzel bir bağ ile tutunmuş ve mükemmel bir intizam içindedir ki, eğer gök cisimlerinden bir tanesi Cenâb-ı Hakkın ‘kün’ emrine mazhar olsa; şu dünya sekerâta başlar. Yılzdızlar çarpışır, gök cisimleri dalgalanır.
Kıvılcımlar saçılır, dağlar uçurulur, denizler yakılır, yeryüzü düzlenir. İşte şu hâl ile kainat tasfiye edilir. Cehennem ve cehennemin maddeleri bir tarafa; cennet ve cennetin maddeleri bir tarafa çekilir ve âlem-i âhiret açığa çıkar.” Hem beşerin ölümüne haberci hükmünde olan yaşlılık ve bu yaşlılıktan ileri gelen hastalıklar lisan-i hâl ile mevt yakındır diyor; aynen öyle de, şu kainatta cereyan eden âfâtlar dahi, küre-i arzın ölümüne işaret
ediyor.
Hem kainata dikkat etsen göreceksin ki; içinde hadsiz zıtlar vardır: Hayır-şer, güzel-çirkin, fayda-zarar, kemal-noksan ve hakeza. Bu zıtlar daima birbirleriyle bir değişim ve yenilenme halindedir. Öyleyse o zıtlar ebediyet kesbedecek ve cennet ve cehennem suretinde zuhur edecektir. Madem baki alem, şu fani alemden vücuda getirilecektir.
Elbette şu fani alemin elementleri dahi bekaya gidecektir. Şu halin sırrı şudur ki: Ezelî Hakîm, ezeli yardımıyla ve ezeli hikmetinin gereği, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esmasına ayna ve kader kalemine ve kudretine sayfa olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise, neşv ü nemâ yani büyüyüp gelişmeye sebeptir. O büyüyüp gelişme ise kabiliyetlerin inkişâfına sebeptir. O inkişâf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O tezahür ise, kıyaslamanın zuhuruna sebeptir. O zuhur ise, esmâ-i hüsnânın tecelli etmiş nakışlarının gösterilmesine sebeptir.
Madem hakikat budur. Öyleyse mevt-i dünya mümkün değildir demek safdilliktir. O mevt, zamanı geldiğinde hiç şüphesiz gelecektir. En doğrusunu Allah cc. bilir...
Vesselam...
Not: Bu yazı Risale-i Nur külliyatından istifade edilerek yazılmıştır.