YÜREĞİMDEKİ MAHŞER/2
II. BÖLÜM
Salon oldukça sakindi. Kimi televizyon seyrediyor, kimisi kitap okuyordu. Bir doktor ile bir gurup hasta sohbet ediyorlardı. Biraz acemice bakındı etrafına. Geldiğinden beri ilk defa salona iniyordu. Bu yüzden de kimse ile tanışmamıştı. İşin doğrusu biraz da korkuyordu. Tedirgin bir halde doktoru arandı. Doktor henüz gelmemişti. ‘’İşi çıktı herhalde’’ diye düşündü. O sırada bir hemşire gördü.
‘’Affedersiniz hemşire hanım!’’
‘’Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?’’
‘’Doktor Bey’e bakmıştım gelmedi mi kendisi?’’
‘’Hangi doktordu acaba?’’
Bir an durakladı. Sanki doktorun adı boğazında düğümlenmişti. Yarım saat önceki konuşma geldi aklına. Ne söyleyeceğini şaşırdı bir an. Allahtan o sırada Doktor Fatih’in karşıdan geldiğini gördü.
‘’Ahhh işte geliyor, teşekkür ederim.’’
‘’Doktor Fatih Bey’i mi soruyordunuz!’’
‘’Evet, bir an adı aklıma gelmedi de!’’
‘’Oluyor bazen öyle! İsim aklınızdan uçup gidiyor.’’
Dedi eliyle uçup giden hayali bilgileri somutlaştırmak ister gibi.
‘’İyi akşamlar Hanımlar! Hakkımda dedikodu mu yapıyordunuz yoksa yakaladım sizi!’’
‘’İyi akşamlar Fatih Bey!’’
‘’İyi akşamlar Doktor Bey! Niye dedikodunuzu yapalım ki; ama bunu çok istiyorsanız sizi kırmaz bir ara Hemşire Hanımla dedikodunuzu yaparız.
Bu söz üzerine hepsi güldüler. Hemşire, izin isteyip ayrıldı. Salonda satranç oynayabilecekleri uygun bir yer aradılar. Sonra herkesten uzak bir köşeye oturdular. Cemre Sevinç hala tedirgindi. Doktor nazik bir şekilde;
‘’Hayırdır Cemre Hanım; sizi tedirgin görüyorum?’’
Dedi. Tedirginliği daha artmış olan Cemre sinirli bir ses tonuyla cevap verdi.
‘’Çok mu belli oluyor?’’
‘’Biraz…’’
‘’Evet, tekrar bir kalabalığın içinde olmak... Sanırım korkuyorum kalabalıklardan.’’
‘’Ama şöyle düşünün; buradaki birçok insan da sizin gibi artık kalabalıklar onları ürküttüğü ve yorduğu için buradalar. Yani durumlarınız eşit.’’
‘’Evet, ama bunun böyle olması benim korkularımı azaltmıyor. Yaşadığım yaşam gördüğüm riyakârlıklar, hepsi sanki bir film şeridi gibi sürekli izlettiriliyor bana. Hem başkalarının acıları ile güçlenen birisi değilim.’’
‘’Başkalarının acısı sizi güçlendirmeli demiyorum. Eşit bir alandasınız ve savaş gereçleriniz eşit. Dolayısıyla böyle bir pencereden bakarsanız daha kolay çözülür meseleler diyorum.’’
‘’Haklısınız belki ama bunları sonra konuşalım mı? Şimdi satranç oynayalım. Ne dersiniz!’’
‘’Tabi, siz istediğinizde daha geniş tartışırız bunları.’’
‘’İşte satranç takımımız. Siyah ve beyaz. Hiçbir şey bu kadar zıt ve bu kadar uyumlu değildir herhalde. Birbirleri ile kıyasıya savaşırlar ama kimsenin canı yanmaz.’’
‘’Off off! Çok ciddi bir mevzu olmadı mı sizce de siyah beyaz savaşı? ‘’
‘’Hayat ciddi bir iştir Doktor! Hafife almaya gelmez.’’
‘’Evet, ama bazen yaşamı resetlemek gerekir değil mi? Ya da…’’
İmalı bir bakış attı Cemre’ye doğru. Gardını almış bir boksör gibi atıldı Cemre;
‘’Ya da nedir Doktor! Malum ben de müneccim değilim! Aklınızdan ne geçiyor siz söylemezseniz nereden bileceğim.’’
‘’Aslında tahmin etmenizi bekliyordum.’’
‘’Bırakalım bu mevzuyu, oyunumuza başlayalım.’’
‘’Kaçıyorsunuz oysa ben sizi cesur sanıyordum!’’
‘’Beni ne kadar tanıyorsunuz ki Doktor; cesur olduğumu biliyorsunuz?’’
‘’Bilmem, avukatları hep gözü pek cesur bildiğimiz için belki…’’
‘’Şimdi ben bütün Doktorlar iyilik için vardırlar, onlar kanatsız meleklerdir desem…’’
‘’Evet öyleyiz…’’
‘’Peki, bu kadar iyilikseversiniz de; niçin sadece zenginlerin gelebileceği bir merkezde çalışıyorsunuz? Niye bir Devlet Hastanesi değil? Ya da neden ücra bir köy başı değil?’’
‘’Konuyu saptırıyorsunuz. Benim özel bir klinikte çalışıyor olmam; işimi daha kötü ya da daha iyi yaptığımın belgesi değildir. Bazı seçimler branşınızın yapılabilirliği ile alakalıdır. Belki bir göz doktoru olsam ya da kalp cerrahı olsam bu dedikleriniz tamam. Ama ben bir psikologum ve maalesef sandığınız gibi çok fazla çalışabileceğimiz hastane veya klinik bulunmamakta. Yeterince aydınlatabildim mi sizi acaba!’’
‘’Eğer zengin bir aileden gelmiyorsanız kimse kimseye al bu senin demiyor hayatta. Hayat benim için de çok kolay geçmedi. Benimde uzun çabalarım, benim de düşüp kalkmalarım oldu ve ben de başarılı bir avukat olmak için çok emek harcadım. Aşırı tepki gibi görünebilir size ama biz avukatların da korkuları var ve bizler kendimize bu korkuların ardında öyle bir zırh örüyoruz ki ne biz dışarı çıkabiliyoruz ne dışardan birileri içeri girebiliyor. Evet, cesuruz ya da öyle gözükmeye çalışıyoruz. Ama bazen bizim de cesaretsizliklere ve meydandan kaçmalara ihtiyacımız var.’’
Ortam bir anda gerilmişti. Sanki meydan savaşçıları gibiydiler. Sonra Doktor karşısındakinin hastası olduğunu hatırladı. Hemen kendisini topladı. Ortamı yumuşatmalıydı.
‘’Affedersiniz sanırım ikimizde aşırı tepki verdik mesleklerimiz konusunda. Neyse oyunumuza başlayalım mı?’’
‘’Hala benimle oynamak istiyor musunuz?’’
‘’Elbette her zaman böyle sıkı bir rakip bulmak kolay değil…’’
‘’Atalarımız demiş ya Doktor; gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül muhabbet ister kahve bahane!’’
‘’Bu yolla sizi konuşturmaya çalıştığımı düşünmüyorsunuz inşallah?’’
‘’Doktor, siz doktorsunuz ben avukat. İkimizden de bir şey kaçmaz. ‘’
‘’Valla sizinle sohbet bile ayrı bir kabiliyet gerektiriyor. Pes diyorum.’’
‘’Sorun da bu ya! Herkesler gibi sohbet edemiyorum. İnsanların sürekli açık taraflarını düşünüyorum. Falso vermelerini bekliyorum. Sonra onlar bu düşündüklerimi yaptıklarında ‘‘bak dememiş miydim? ‘’ diyorum kendime. Kendi kendimi insanlardan soğuttum. Belki mesleğimin bir gereği idi uyanık olmak, tetikte olmak. Ama ben bunu bütün hayatıma yaydım. Bir gün tamamen yalnız kalacağım sanırım. Bu kadar kalabalığın içinde Robinson Cruso gibiyim yani. ‘’
Bu son cümleyi öyle bir söylemişti ki; bir çocuğun annesine ihtiyaç duyması gibiydi.
‘’Bunları birlikte aşacağız Cemre Hanım. Biraz sabırla bunların hepsi geçecek inanın.’’
‘’İnanıyorum ya da inanmak istiyorum. Yoksa tüm sevdiklerim beni bırakıp gidecekler. Hadi neyse bir kez daha oyuna başlamayı deneyelim…’’
‘’Evet, sözde oyun oynamak için buradayız ama yarım saat oldu başlayamadık…’’
‘’Piyonları dizelim… Şimdi at, vezir, fil ve şah! Ne kadar heybetli görünüyorsun ey şah! Oysa etrafındaki muhafızların olmasa sen hiçbir şeysin ve bazen bir piyonla bile mat olabiliyorsun…’’
‘’Sanırım bu şahla bir tanışıklığınız var anlaşıldı. Onunla böyle konuştuğunuza göre!’’
‘’Konuşsam ne olacak ki bana cevap veremiyor. Tek iyi yanı iyi bir şeyler duymuyorum ama kalbimi de kıracak bir şeyler söyleyemiyor.’’
‘’Kimseye güvenmiyorsunuz değil mi?
‘’Bunu çok isterdim. Ama insan hayatta öyle şeylerle karşılaşıyor ki… Değil güvenmek…’’
‘’Bu kadar karamsar olmayın. Aslında herkes aynı dertten muzdarip. Belki kendimi tekrar etmiş olacağım ama diğer insanlarla şartlarınız eşit.’’
‘’Dedim ya başkalarının acısı benim acımı azaltmıyor.’’
‘’Siz de polyanacılık oynayın.’’
‘’İşe yarar mı?’’
‘’Denemeye değmez mi?’’
‘’Peki, içimde o gücü bulamıyorsam?’’
‘’Sizin gibi zeki akıllı bir insan… Çözüm yollarını biliyorsunuz aslında. Sanırım biraz tembelsiniz…’’
Cevap veremeyecek kadar yorgun hissetti birden kendini. Ani bir hareketle ayağa kalktı.
‘’Geç oldu bu oyunu oynayamayacağız sanırım. Odama döneyim artık!’’
Son bir hamle ile hastasını kalmaya razı etmek istedi Doktor Fatih;
‘’Cemre Hanım; korkularından kaçma yüzleş onlarla. Hep yarım bırakır arkana bakmazsan o kadar çok yarım şey birikir ki hayatında bir gün hiçbirini tamamlamaya vaktin kalmaz. Yüreğini özgür bırak, kelimeleri özgür bırak. Akmak istiyorsa gözyaşlarını özgür bırak. Ve kendine eziyet etmekten vazgeç. Kendin kendine daha çok lazım olacaksın.’’
‘’Haklısınız ama bunları yapabiliyor olsaydım burada olmazdım. Dediniz ya; sabırla ve zamanla ama hemen bugün değil!’’
‘’ Odanıza kadar refakat edebilir miyim o zaman peki?’’
‘’İzninizle kendi yalnızlığıma ihtiyacım var. Yoksa biz bir konu daha bulur bir hararetli tartışmaya daha gireriz. Şimdilik iyi geceler. Müsaadenizle…’’
‘’Pekâlâ. Müsaade sizin. İyi geceler!’’
Artık ayrılmışlardı. Akşamdan beri yapılan konuşmaları kafasından geçirdi. Doktor Fatih arkasından öylece bakakalmıştı. ‘’Yazık!’’ dedi içinden. ‘’Zeki aklı başında bir insanın böyle duvarlar örmesi!’’. Sonra eli ile şahı devirdi;
‘’Ey şah ne kadar korurlarsa korusunlar seni devrilmeye mahkûmsun…’’
Sonra gülümsedi; ‘’Az önce hastana şahla mı konuşuyorsun diyordun!’’ diye söylendi kendi kendine. Sonra o da salondan ayrıldı.
MUTSUZ RUHLAR ÜLKESİ–2
Ne günün aydınlığı aydınlatıyor içimi, ne gecenin karanlığı çöküyor yüreğime. Ne en sevdiğim renktir kırmızı, ne siyah en iyi dostum bu aralar. Okyanusta rotasını kaybetmiş bir gemi misali; kendime bahaneler buluyorum bu aralar hayat denizinde kaybolmak için. Amaçsızca günleri turluyorum. Haftanın adlarının bir anlamı yok benim için. Dünden nefret etmiyorum, yarından kadar kaygı duymuyorum, bugünle bir muhabbetim de yok zaten.
Polyana’ya inat mutsuzluk oyunu oynuyorum. Bardağın yarısı boş benim için. Hatta hesap sormak istiyorum; ‘’Kim içti bu suyu?’’ diye İktidar değil muhalefetim işte. Yağmura inat şemsiyesiz çıkıyorum sokağa. Kuru kalamaya inat ıslanıyorum her yağmurda. Rest çekiyorum hayat denen karmaşaya. Çünkü mutlu etmiyor bu aralar beni. Sanki çok görüyor her şeyi bana. Zayıflıklarımı açık ediyor sürekli. Sonra kırıyor, parçalıyor, savuruyor beni. Gülsem; ağlatacak yanları çoğalıyor hayatın. Şükretsem; lanetler ettirecek yanları gösteriyor. Pişman ediyor sürekli. Kader denilen kara kaplıya da kızgınım bu aralar. Hep yoruyor içimdeki çocuğu…
Bu gün canım mutsuzluk oyunu oynamak istiyor. Ben hayata bu kadar açken sürekli bana diyet uygulamasından sıkıldım. Ve artık oyun arkadaşı değilim hayatın. Kendi kendine ne yaparsa yapsın…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.