YÜREĞİMDEKİ MAHŞER/1
I.BÖLÜM
Dört duvarlı yalnızlığının penceresinden bahçedeki insanları seyrediyordu. İnsanlar sanki bir hapishanedeymiş gibi bahçe içinde volta atıyorlardı. Kim bilir belki de kendi hapishanelerinin yalnızlıklarında dolaşıyorlardı. Buruk bir gülümseme yerleşti dudaklarının kenarına; bunca hayat yorgunu insanın acılarını ve sebeplerini düşününce… Yaşamak ne kadar da ağır bir yükümlülüktü insanoğlu için. Gökyüzüne takıldı gözleri. Uçsuz bucaksız ve bir o kadar da özgür… Kuşları seyre daldı bir süre; besbelli özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı.
‘’ Acaba onlarda dedikodu yapıyorlar mıdır?’’
Diye düşündü aklına nereden geldiğini bilmeden. ‘’Ya da kıskanıyorlar mıdır birbirlerini? Hani birisi çok güzel uçuyordur sortiler atarak da diğeri onun gibi uçamıyordur! İyi uçamayan iyi uçanı kıskanıyor mudur acaba?’’
‘’Saçmalamaya başladın yine Cemre Sevinç!’’
Dedi kafasını sağa sola sallayarak düşüncelerden kurtulmak için.
‘’ Ama saçmalasam bile bundan kime ne? Onlara bir zararım var mı? Ya da rahatsız ediyor muyum kuşları, gökyüzünü veya Allah’ı! Benimki biraz beyin jimnastiği saçma sapan da olsa!’’
Yorgundu… Hem de yılların yorgunu. Umudu; çoktan kuşların kanadına yüklemişti. Sevinçlerini düşündü ve hüzünlerini... Ne kadar boş şeylere üzülmüştü ve ne olmaz hayaller kurmuş; olmadı diye hayal kırıklıkları yaşamıştı. Hüznü yaşadı yine; vücudundaydı, sanki içinde bir yerlerde hiç durmadan kanayan bir yaraydı. Tam boğulduğunu hissediyordu ki kapı çalındı;
‘’Kim o?’’
‘’Necla ben Cemre Hanımcım, akşam yemeğini getirdim.’’
‘’Yemeyeceğim Necla Hanım, canım istemiyor. En iyisi siz yemeği geri götürün!’’
‘’Dünden beri doğru düzgün yemek yemedin. Valla hepten hasta olacağın ona göre güzel kızım. Yemeden olur muymuş hiç!’’
Elli yaşlarındaydı Necla Hanım. Yemek işine bakıyordu. Olduğundan daha da yaşlı gözüküyordu. Demek geçen zaman ona da acımasız davranmıştı. Sanki evindeki evladına serzeniyordu yemek yemediği için. Doğallığına ve anaç haline ısınmıştı Cemre de. Gülümseyerek ve üzmemeye çalışarak cevap verdi.
‘’Lokma yiyecek halim yok Necla Hanım; zorlayınca da midem bulanıyor.’’
‘’Ben yine de şuraya bırakayım ha kuzum! Belki fikrini değiştirirsin. Kaşık kadar kalmış yüzün zaten bak!’’
Yüreğinin ‘’anneyle’’ dolduğunu hissetti. Bir yumruk gelip boğazına oturdu. Daha fazla üzmek istemedi henüz tanımıyor olmamasına rağmen bu kadını.
‘’Tamam, Necla Hanım; masaya bırakın belki yerim.’’ Dedi.
‘’Afiyet olsun.’’ Dedi Necla Hanım da içi rahatlamış bir halde.
‘’Teşekkür ederim.’’ Dedi Cemre Sevinç.
‘’Ah! Az kalsın unutuyordum; Fatih Doktor yemekten sonra seninle görüşecekmiş. Haber vermemi söyledi.’’
‘’Doktor Bey’in benimle bugün görüşmesi şart mıymış?
‘’ Valla orasını ben bilemem Cemre kızım. Bu tarafa geldiğimi görünce haber et geleceğimi dedi. Gerisini kendi bilir doktorun.’’
‘’Hımmm. Rica etsem yemekten sonra hemen uyuyacak olduğumu ve yarın görüşmek istediğimi söyler misiniz?’’
‘’Ben söylerim de kuzum o benim sözümü dinler mi bilemem. Dediğini yapar bizim Doktor.’’
‘’Siz yine de bir deneyin Necla Hanımcım olur mu? Kısmet artık ne diyelim, inşallah yakalanmayız şu doktora bugün.’’
‘’Hiç anlamadım a kuzum ben bu işten; sen hasta değil misin? Niye kaçıyorsun doktordan? Yoksa bizim doktoru beğenmedin mi?’’
‘’Yok, canım niye beğenmeyim, daha tanışmadık bile! Korkuyorum biraz!’’
‘’Bizim doktordan mı? Korkma kuzum korkma; bizim doktor çok iyidir, çok tatlı dillidir… Başka doktorlara benzemez o! Sert değildir öyle!’’
Bıraksalar Necla Hanım; sabaha kadar doktoru anlatabilirdi. Ama Cemre Sevinç’in neden korktuğunu anlayamazdı. Konunun daha fazla uzamaması için ‘’neyse boş ver’’ der gibi eliyle işaret etti.
‘’Çok teşekkür ediyorum ellerinize sağlık. Bakacağız artık bir çözümüne. Size iyi akşamlar.’’
‘’Sana da iyi akşamlar yavrum.’’
Necla Hanım gidince yine korkuları geldi aklına. Sanki büyük bir felaket olmuştu da yeryüzünde bir tek o kalmıştı. Boğulduğunu hissetti. Hemen pencereyi açtı. Derin derin nefes aldı. ‘’Acaba vaz mı geçsem!’’ diye düşündü. Sonra kararlı bir sesle : ‘’ Bu defa kaçmak yok!’’ dedi ‘’ Bu defa korkularınla yüzleşeceksin Cemre Sevinç! Kaçış yok! Bunu sana ben yasaklıyorum. Artık kendinle savaşın bitmeli! Adına ve soyadına layık ol! Tüm üzüntülerinden, sebeplerinden, içinde biriktirdiklerinden kurtul! ARTIK KORKULARINDAN KURTUL CEMRE SEVİNÇ YOKSA O SENİ BİTİRECEK!’’
Burası özel bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesiydi. Dışarıdan bakıldığında bir çiftlik evini andırıyordu. Şehirden uzak, yeşilin kucağında bir yere kurulmuştu. Buraya gelen hastalar; genelde zengin insanlardı. Parası olan hasta olduğunun bilinmesini istemeyen insanlar buraya gelir tedavilerini görür ve oldukça yüklü paralar öderler ve giderlerdi. Ona da daha önce burada tedavi olan oldukça zengin bir arkadaşı tavsiye etmişti. Son zamanlarda yaşadıklarından sonra buraya gelmeye karar vermişti. Hem kafasını toplamak hem de içine düştüğü durumdan tek başına kurtulamadığı için profesyonel destek almak istiyordu. Hastane beş yıldızlı otel gibiydi. Her hastanın neredeyse özel bir bakıcısı vardı. Odalarda müzik seti, LCD ekran televizyon ve dış hatlara açık telefon bulunuyordu. Bu katta genellikle depresyon geçiren veya panik atakları olan hastalar kalırdı. Ağır ruhsal bozuklukları bulunan hastalar içinse ayrı bir kat mevcuttu. Onların tedavileri daha ağır ve daha denetim gerektiren rahatsızlıklar olduğu için diğer hastalardan ayrı tutulurdu.
Mevsimlerden hep baharı severdi. Adı da baharın müjdecisi değil miydi? Yeniden doğuş diyordu bahar için. Ölüme yaklaşıp da son bir direnişle hayata tutunuşuydu. Oysa şimdi mevsim sonbahardı. Yapraklar çoktan kızıla dönmüş havalar soğumuş ara ara yağmurlar başlamıştı. ‘’Yeni bir başlangıç olacak mı acaba benim için!’’ diye düşündü. Bu arada müziğin sustuğunu fark etti. CD bitmişti.
‘’Ne tuhaf! Sanki yorgun dünya bütün sonlarını yaşıyor.‘’
Dedi yalnızca kendinin duyabileceği bir sesle. CD’yi yeniden başlattı. Oda tekrar müzikle doldu.
‘’İşte bu son kötü bitmedi.’’
Dedi gülümseyerek.
‘’Keşke hayatımızda da bazı şeyleri geriye sardırabilsek. O zaman sevinçlerimizi yeniden yaşar üzüntülerimizi silebilirdik hafızalarımızdan…’’ diye geçirdi içinden.
Oda Vivaldi’nin muhteşem ezgileri ile dolmuştu.’’Dört Mevsim’’ çalıyordu. Ritimler bir yükseliyor bir alçalıyordu. Tıpkı bir kış günü; hafif fırtınalı bir havada kar tanelerinin rüzgârla oynaşması gibiydi. Tam yere düşecekken bir rüzgârla yükseliyor yavaş yavaş tekrar yere doğru düşüyor ve yine yükseliyordu. Kim bilir belki mevsimleri yazarken Vivaldi de böyle düşünmüştü.
Lisedeyken yazdığı şiir geldi aklına. Henüz hayat yormaya başlamamıştı, canını acıtmamıştı ve bu kadar çetrefilli oyunlar oynamıyordu kendisine. Mırıldanmaya başladı hafızasında yer eden mısraları;
Bir çelişki yaşam
Ve yaşanan her şey
Her şeyi hesaba katarak
Ya da sil baştan yaparak
Umudu yok saymak
Yarını unutmak
Ve sonsuz yaşam özlemi…
Bir çelişki hayat;
Mutluluğu
Özgürlüğü
Her şeyi bir uğura harcamak
Ya da onun esiri olmak
Belki yaradılışın sırrı bu
Bir çelişki olarak yaşamak…
Sonra son iki dizeyi tekrarladı sindirmek istercesine:’’ Belki yaradılışın sırrı bu/Bir çelişki olarak yaşamak!’’ İçinde ne mutluluk ne de mutsuzluk adına hiçbir şey hissetmiyordu. En kötüsü de buydu galiba; ‘’Nötr Olmak…’’ Karnının acıktığını hissetti. Necla Hanım gideli nerdeyse bir saat olmuştu. Yemek tepsisine yöneldi. Yemekler soğumuştu. Yine de tepsiyi önüne çekti. Yemeklere şöyle bir göz attı. Pilav, salata, yoğurt ve karnıyarık! Fena gözükmüyordu yemekler.
‘’En büyük vazifemizi yerine getirelim öyleyse!’’
Dedi. Oyalana oyalana yemeğini yedi. Yemeğinin sonuna gelmişti ki kapısı çalındı.
‘’Kim o?’’
‘’Doktor Fatih Cemre Hanım girebilir miyim?’’
‘’Giremezsiniz demem bir işe yarayacaksa şansımı denemek isterim doğrusu!’’ dedi agresif davranarak. Doktor Fatih ise Cemre Sevinç’in sözlerini espri olarak almış gibi yaptı ve kocaman bir gülümseme kondurup yüzüne;
‘’Maalesef hayır demeniz işe yaramaz Cemre Hanım; burada kuralları başhekim koyuyor. Sonra ikimizin de kulaklarını çekmesini istemeyiz değil mi?’’ dedi. ‘’ Bu arada gördüğüm kadarıyla sizi uyumadan yakalayabilmişim ne güzel!’’
‘’Öyle diyelim öyle olsun; adınızı yalancıya mı çıkarayım şimdi bu yaştan sonra!’’ dedi gergin bir sesle.
‘’Oldukça da espriliyiz! Desenize sohbetimiz epey neşeli geçecek!’’ diye cevap verdi -her şeye rağmen buradayım ve ben size siz bana katlanmak zorundasınız- der gibi umursamaz bir neşeyle.
‘’Derdiniz sohbet etmekse ederiz tabi!’’ dedi Cemre Sevinç –e napalım sizi çekeceğiz artık-der gibi bir ses tonuyla. ‘’Peki, konumuz ne olsun Doktor Bey; vatanı mı kurtaralım yoksa yeni bir hükümet mi kuralım?’’
‘’Misafirimiz olduğunuza göre bir centilmen olarak seçimi size bırakıyorum. Bence ikisi de güzel konular. Bu ülkenin birer ferdi olarak her iki konuyu da tartışabiliriz. Herhangi bir konuyu tartışma hakkımız yasalarla da garanti altına alınmıştır. Önce bayanlar, lütfen önden buyurun…’’
Dedi muzipçe; biraz ortamı yumuşatmak isteyerek. Ama Cemre Sevinç agresiflik konusunda ısrar ediyordu. Daha da gergin ve kelimelerin üzerine bastıra bastıra otoriter bir sesle devam etti;
‘’Hangi hak dediniz efendim? Konuşma özgürlüğüne sahip değiliz; konuşmalarımız aleyhimize delil sayılıyor. Eleştirme özgürlüğüne sahip değiliz toplumu bölmeye ve isyana teşvike giriyor. Sahip olduğumuz tek özgürlük konuşmadığımız sürece düşünme özgürlüğü o da tek başına bir işe yaramıyor. Dekart her ne kadar : ‘’Düşünüyorum öyleyse varım!’’ demiş olsa da varlığımızı ispatlamak için özgürlüğümüzü tehlikeye atmaya gerek yok değil mi?
‘’Bu ne şiddet Cemre Hanım! Sizi gören de savaştayız sanacak! Rahatlayın lütfen biraz, relaks! Negatif düşünmek kötü bir şeydir! Ömrü kısaltır.’’
Dedi yine muzipçe ve göz kırptı. Doktorun bu sulu halleri daha çok germişti Cemre’yi;
‘’Evet, negatifim Doktor! Peki, sizce sebebi ne?’’
‘’Bunu konuşarak anlayacağız Cemre Hanım. Yani birlikte. Yoksa biz Doktorlar müneccim falan değiliz, hastanın gözünün içine bakınca şak diye tanı koyalım. Değil mi?’’
‘’Neden siz bunun için eğitim almadınız mı? Sonuçta psikolojik sorunları olan bir hastayım değil mi? Her psikolojik sorunu olan hastaya da; konuşarak teşhis koymuyorsunuz sanırım!’’
‘’Siz de bir avukatsınız. Ama müvekkiliniz size bir şeyler anlatmadan dosyasını hazırlamanız onu savunmanız mümkün değil değil mi? Ne dersiniz; bana biraz haksızlık etmediniz mi? Sonuçta tedavi için hastanemizdesiniz ve ben sadece sizinle tanışmak istemiştim. Hadi yeni baştan alalım; ben Doktor Fatih.’’
Dedi ve elini uzattı. Cemre de yaptığından utanmış halde elini uzattı;
‘’Haklısınız saçmaladım biraz! Özür dilerim! Ama sanırım içimdeki kurdu henüz paylaşmaya hazır değilim. Ve biraz da bir hastanede olma fikri beni gerdi. Belki yarın! Olmaz mı Doktor!’’
‘’Tabi siz kendinizi ne zaman rahat hissederseniz. Ama bir şartım var…’’
‘’Buyurun?’’
‘’Bana Doktor demek yok. Fatih deyiniz lütfen.’’
Bir an durakladı Cemre Sevinç; tam da en büyük korkusundan kıskıvrak yakalanmıştı. Tedirginliği doktorun da gözünden kaçmamıştı. Cemre Sevinç odanın içinde bir tur attı. Hafif titrek bir sesle:
’’ Yapamam!’’
Dedi. Ellerini bir süre ovuşturdu, sağ elinin başparmağını sol elinin içine alarak ağzına dayadı. Sakinleşmeye ve bunu en iyi şekilde nasıl açıklayacağını bulmaya çalışıyordu. Doktor Fatih şaşkındı ancak hastasının üzerine gitmeyi ve bu konuda onu sıkıştırmayı da doğru bulmuyordu.
‘’Sebebini bilmek isterim; ancak görüyorum ki bunu açıklamak sizin için oldukça zor. Kendinizi zorlamanıza gerek yok. Dilediğiniz zaman anlatırsınız.’’
‘’Teşekkür ederim Doktor! Bunu açıklamak benim için gerçekten zor. Yani anlatmak ve bunu insanların anlayışla karşılaması… İnsanların birer isimleri olduğunda sizin için özelleşiyorlar. Onları seviyorsunuz hayatınızın belli bir yerlerine yerleştiriyorsunuz. Sevgiliniz oluyorlar arkadaşınız oluyorlar sırdaşınız oluyorlar. Bir gün bir bakıyorsunuz sizin için çok değerli olan o kişi aslında o kadar değerli değilmiş. Ya da siz onu gözünüzde büyüttüğünüz kadar onun için anlamlı değilmişsiniz. Şimdi benim için sadece ismi olmayan bir Doktor olun. Size güvenirim. Sizinle içimdeki kurdu paylaşırım. Ama isim sahibi olduğunuzda siz artık Fatih olursunuz ve size o zaman güvenemem. Belki bir paradoks bu ama şu an rahatsızlığımı bir isim sahibiyle değil bir doktorla paylaşmak istiyorum. Belki bir zaman daha…
‘’Tamam, Cemre Hanım! Dert etmeyin. Nasıl isterseniz öyle olsun. Ben sizin şimdilik beyaz atlı doktorunuzum tamam mı?’’
Dakikalar sonra ilk defa gülümsemişti Cemre ‘’beyaz atlı doktor’’ sözüne.
‘’Anlayışınız için teşekkür ederim. Şımarık ya da kasıntı olduğumu düşünmeyin lütfen…’’
Dedi. Artık biraz da olsa rahatlamıştı. Doktorla tanışma faslı o kadar da kötü gitmemişti. Hatta bu kliniğe geldiğine memnun bile olmaya başlamıştı. Birbirlerine ‘’iyi akşamlar ‘’ dileyip ayrıldılar. Doktor odadan ayrılmış Cemre sırtı kapıya dönük yaslanmıştı. Birden kapıyı geri açtı ve Doktorun ardından seslendi;
‘’ Doktor Bey!!!’’
‘’Buyurun Cemre Hanım!’’
‘’Şey yy! Acaba satranç bilir misiniz?
‘’Yenilecek kadar bilirim! Oynamak ister misiniz benimle?’’
‘’Yani işinize engel olmayacaksam!’’
‘’Yok, muayenelerim bitti; bana arkadaş olursanız sevinirim.’’
‘’Tamam, o zaman yarım saat sonra dinlenme salonunda buluşuruz…’’
‘’Tamam!’’
Doktor gitmişti. ‘’Kibar Adam!’’ diye geçirdi içinden. Cemre Sevinç 35 yaşında, alımlı güzel bir kadındı. Hayatta her istediğini elde etmişti. Avukattı; hem de çok iyi bir avukat. Girdiği davaları genelde kazanırdı. Dürüstü, düşünce ve ideallerinde namuslu idi. Sevimliydi, arkadaşları arasında sevilir, özlenirdi. Önceleri iyi giden zamanla yıpranan ve boşanma ile sonuçlanan bir evliliği olmuştu. Kariyer sevdasına çocuk yapmamıştı. Şimdi bunun için pişmandı ama o zamanlar bir çocuğa bakamayacak kadar yoğun bulurdu hayatını. Zengin sayılırdı. Zira kazandığı paralarını iyi değerlendirmiş ve yatırımlar yapmıştı. Yine de bir şeyler eksikti yaşamında. Bu duygunun adını bir türlü koyamıyordu. Belki kapitalist yaşamın getirdiği bir sonuçtu; her şeye aynı anda sahip olabilinirmiş isteği. Ama anlatamıyordu işte; kelimelere dökemiyordu bunları. Çevresinde birçok insan da bu durumda idi. Üşüyordu! Yüreği buz tutmuştu sanki. Duvarlar üzerine üzerine geliyordu. Küçük bir çocuk gibi yalnız kalmaktan korkuyordu. Bir ara panik atak teşhisi de konmuştu hatta. Oysa korku nedir bilmezdi yüreği. Nice olayların üstesinden gelmişti. Ama gel gör ki şimdi yorgun bir savaşçı idi ve yaralarını sarmalıydı.
Kafası allak bullaktı. ‘’Biraz kendimize çeki düzen verelim bakalım!’’ dedi. En çok bu yönünü seviyordu. Yani kendi kendine konuşmasını. En azından duvarların sağırlığından kurtuluyorum derdi. Hem kendini bu sayede yalnız da hissetmiyordu. Aynanın karşısına geçti, saçlarını taradı, gözlerine kalem çekti dudaklarını boyadı. Bıkkın bir edayla aynadaki aksine baktı…
‘’Ey avukat bıkmadın mı bu boyalar arkasına sakladığın yüzden! Bu sahte bu yabancı surattan? Sen bu değilsin biliyorsun. Bu sadece bir maske. Ve bütün maskelerinden kurtulmalısın artık. Tüm yalanlardan ve hilelerden uzak kendini yaşamalısın!’’
Eline bir parça pamuk aldı ve tüm makyajını sildi. Sonra lavaboya gidip bir güzel yüzünü yıkadı. Saçlarını bir toka ile topladı.
‘’İşte şimdi oldu. Güzel olan yüz bu!!!’’
Dedi. Üzerini değişti ve Doktor’ la buluşmak üzere salona indi.
&
MUTSUZ RUHLAR ÜLKESİ–KİRLETİLDİK
Yarım yamaklıklar ve hayata doymazlıklar arasında; kendine has gelgitleriyle sürdürüp duruyoruz hayatı. Ödünç aldığımız yaşamları paylaşmakta; çoğunlukla da paylaşmamaktayız. Hep haksızlığa uğramış yanlarımızı sarıp sarmalarken ve de kanayan yaralarımıza tuz basarken; başkalarının acılarından zevk alan yanlarımızı okşuyoruz. Terk edilişlerimizin sorumluları gidenlerken; neden acıları bizim çektiğimizi sorup durmaktayız. Hiçbir taşın altına elimizi sokmazken; hatta ’’böyle bir şeyin aptallık olduğunu’’ düşünürken; neden hiçbir şeyin sahibi olamadığımızı yargılıyoruz. Sürekli problem halindeyiz. Ne çıkış arıyoruz ne de bunun için çaba sarf ediyoruz. Her zamanki duyarsızlığımızda gibiymiş gibi yapıyoruz.
Sürekli yarın telaşındayız. Kapatıp gözlerimizi bugüne; hayallerimizi umutlarımızı yarınlara saklıyoruz. Paslanmış yüreğimizden kirli sevgiler akıtıyoruz karşımızdakinin yüreğine. ’’Önce ben!’’ dediğimiz zamanları yaşıyoruz. Ve hatta başkalarının hayatını da kullanıyoruz fütursuzca, kendimizinmiş gibi. Çünkü bizler ’’Mutsuz Ruhlar Ülkesinin ’’ insanlarıyız. Başkalarının acılarından zevk alıyoruz. Ve ne kötüdür ki; gittikçe çoğalıyoruz.’’
(DEVAM EDECEK)
YORUMLAR
Canım senin yazılarını okumak ayrı bir mutlukluk veriyor. Bakalım neler olacak. Sevgilerimle...