AYETÜ’L-KÜRSİ VE TEFSİRİ
AYETÜ’L-KÜRSİ VE TEFSİRİ
Kuranı kerimin bütün ayetleri yüce olup aynı derecede inanç ve iman gerektirir. Yalnız bazı ayetler bazı ayetlerden fazilet bakımından üstündür. Bu üstünlük kulun aklı ve bilgisiyle değil, Allahın ve Resulünün bildirmesiyle bilinebilir. Çünkü bakış açıları izafi olan insanlar kendi nefislerine uygun ayeti seçme durumunda kalırlar. Bu da farklı birçok ayetin en faziletli ayet olması ihtilafını meydana getirir. Onun içindir ki bunlar ancak Allahın ve Resulünün bildirmesiyle bilinebilir. Peygamberimiz ve ubey b. Kab arasında geçen bir konuşmada peygamberimiz ubey b. Kab`a sen ezberinde bulunan ayetlerden hangisin daha faziletli olduğunu biliyor musun sorusuna ayetü’l-kürsi cevabını vermiştir. Hz. Peygamberde elini onun göğsüne koyarak ilim sana mübarek olsun demiştir. Bu ve her namazdan sonra Ayetü’l- kürsiyi okuyan cennete girecektir anlamında olan hadisi de değerlendirdiğimiz zaman en faziletli ayetin Ayetü’l-kürsi olduğunu söyleyebiliriz.
Allah o ilahtır ki kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyumdur.
Kendisini ne bir uyuklama ne uyku tutmaz.
Göklerde ve yerde ne varsa onundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise onun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona ağır gelmez.
O öyle ulu, öyle büyüktür.
اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ
ALLAH O İLAHTIR Kİ KENDİSİNDEN BAŞKA İLAH YOKTUR.
Bu lafızla başlama gayet ehemmiyetli ve önemlidir ki ilk önce ilk önce bütün şüpheleri giderip Allahın bir olduğunu anlamamamız idrakine müdrik olabilmemiz gerektiği de açıktır. Bakın siz Allah’tan başka ilah arıyorsanız gaflettesiniz dalalettesiniz lafzını manen diyerek halletmemiz gereken ilk nokta Allah’ın birliğidir diyor. Ve yine bu lafızla âlemde olan her şeyin Yaratıcısı olduğunu hereşeyi yoktan var ettiğini ve her şeye hükmettiğini de ayetin zorunlu manasından anlayabiliriz. Kendisini en yüce varlık olarak inanılması gerektiğini de ilan eden bir konumu da bulunmaktadır. Aynı zamanda mü’min ile kâfirin birbirinden ayıran Furkan bir ayettir. Bu yüce ayet ki, Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan uzak tutmak ilk aşama olarak O’nun bir olduğunu kabul etmek ile olur.
الْحَيُّ الْقَيُّومُ
HAYDIR, KAYYUMDUR.
Evet, Allah Hay’dır. Yani en mükemmel hayat sahibidir. Yani, diridir. O bizim hayatımızda yaşadığımız gibi diri değildir. Çünkü bizim hayatımızda noksan bir dirlik söz konusudur. Gerçekten O böyle şeylerden uzaktır, münezzehtir. Diri olmanın da kademeleri vardır. Mesela;
1) Bitkisel hayat dediğimiz hareketsiz hayattır. Hatta bu tabir şuğurunu kaybeden hastalar için de kullanılır.
2) İnsanın içinde yaşadığı başlangıcı ve sonu bulunan belli sıkıntılara giriftar olan hayattır ki, gerçekten eksik olduğunu anlamak zor olmasa gerektir.
3) Tek olan Allah’ın diri olmasıdır. Varlığı kendisinden başlangıcı ve sonu olmayan hiç bir şeye muhtaç olmadan yaşayan eksik şeylerden münezzeh olan hayattır. Ve bu hayat ancak bir olan Allah’ındır.
Kayyum ise Allah’ın diri olmasının tecellisi olup O’nun her şeyi yoktan var eden, her şeyi bir nizam, denge içinde yapmasıdır ki, hiçbir güç harcamadan güç gibi gözüken her şeyi yapabilmesi gibi bir anlam taşır. Bu yüce isim ancak Allah’a mahsustur. Ayetü’l Kürsi’den Allah’ın varlığını ve birliğini belirttikten sonra gelmesi de Kur’an’ın icazi yönünü ortaya koyar.
لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ
KENDİSİNİ NE BİR UYUKLAMA NE UYKU TUTMAZ
Allah’ı bir an bile ne uyuklama ve nede uyku tutar. Gerçekten uyku ve uyuklama fiilleri bir acziyet halidir. Bir yorulma durumundan sonra sadır olduğu için acizlik belirtisi olduğu aşikardır. O ise öyle yücedir ki, böyle acizlik içeren her şeyden münezehtir. Yahudilerin sandığı gibi Allah Dünya’yı veya Kainatı yarattı da yedinci gün dinlendi gibi bir şey söz konusu değildir. Bu ayette onların gaflet dolu düşüncelerine bir tokat gibi çarpar. O bir şey için “OL” der o da hemen oluverir.
لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ
GÖKLERDE VE YERDE NE VARSA ONUNDUR
Bu ayette insanın acziyetini göstermede, Allah’ı en güzel bir şekilde yüceltmede büyük bir görev alıyor. Yerde ve gökte “Ne Varsa” ifadesiyle Arap dilinde her şey kastedilir. İnsanın sahip olduğunu zannettiği şeyler bile insanın değildir. Mesela:
Göze bir şey battığı zaman kör olmamalıdır. Ama kör oluyor ve görmüyor hale geldiği için bizim olmaktan çıkıyor. Mal mülk, hayat, ev, evlat, iş, araba her ne akla geliyorsa bizim değil, Allah’ın lütfuyla sunduğu nimetlerindendir. Bu ayet böyle bir düşünceyi ortaya koyduğu için insanın acziyetini, Allah’ın kuvvetini göstermektedir.
مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ
İZNİ OLMADAN HUZURUNDA ŞEFAAT ETMEK KİMİN HADDİNE?
Mekkeli müşrikler esas itibariyle Allah’ın varlığına inanıyorlardı. Onlar putlara bizi Allaha yakınlaştırsınlar ve şefaat ediyorlardı. Cenabı Allah bu ayetinde onların bu düşüncelerinin boş bir saplantı olduğunu, kimsenin kimseye izin verilmeden şefaat edemeyeceğini, çok açık ve vecih bir ifadeyle dile getiriyor. Hatta peygamberlerde dahil , kimse Allahın izin verdiği ölçüden çıkıp istediklerine şefaat edemez. Allahın razı olmadığı kimselere, münafıklara, kâfirlere şefaat yoktur. Şefaat Müslümanlar için olup O’ nun izin verdiği ölçüde olur.
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ
YARATTIĞI MAHLÛKLARIN ÖNÜNDE ARDINDA NE VAR, HEPSİNİ BİLİR.
Bu ayetin tam olarak ne demek istediği hakkında pek çok görüş vardır. Ama bu görüşlerin ortak olan temel nokta Allahın ilminin her şeyi kuşattığı ve her şeyi bildiğidir. İnsanların ne yaptıklarını ne yapacaklarını nasıl tavır alacaklarını bilir ki bu da onun sonsuz ilminin gereğidir bu ilim yalnız Allah’ta bulunur. Allah’ın bildirmesinin dışında kimse bir bile sonra ne olacağını bilemez.
وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء
MAHLÛKLAR İSE ONUN DİLEDİĞİNDEN BAŞKA, İLMİNDEN HİÇBİR ŞEY KAVRAYAMAZLAR.
Gerçekten insan oğlu sınırlı bir bilgiye sahiptir. Ölümü bilemez, geleceği bilemez, Allahın bildirmediklerini bilemez. Bazı düşünürler bu gerçeğin farkında olup, ne biliyorsun sorusuna cevaben hiçbir şey bilmediklerini söylemişlerdir. Bu esas manada tevazu değil bir hakikattir.
وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ
ONUN KÜRSÜSÜ GÖKLERİ VE YERİ KAPLAMIŞTIR.
Kürsü, kelime olarak koltuk sandalye, taht gibi manalara gelmektedir. Hadislerde bu konu hakkında detaylı bilginin bulunmamasından mahiyeti hakkında farklı görüşler mevcuttur. Bununla beraber mahiyetinin tam olarak bilinemeyeceğini tüm müfessirler idrak etmiştir. Genel kabul gören görüşe göre Allahın hükümranlığını, kuvvetini, kudretini, ilmini, büyüklüğünü ifade etmektedir. Bu ifadelerin hepside gerçek manayı ifade etmeye yöneliktir. Gerçek manayı ancak Allah bilir. Hatta bu ayete bakarken aklıma bundan bir önceki ayet geliyor. Mahlûklar ise onun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar…
وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا
GÖKLERİ VE YERİ KORUYUP GÖZETMEK ONA AĞIR GELMEZ.
İyi bilin ki ey iman edenler insanlara ait olan aczi yet, kuvvetsizlik, kudretsizlik, zayıflık Allah’ta yoktur. Biz yoruluruz O yorulmaz. Biz koruyamayız O korur. Öyleyse O’na sığın ve teslim (Müslüman) ol. Bil ki O istemedikten sonra hiçbir mahlûk sana zara veremez.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
O ÖYLE ULU, ÖYLE BÜYÜKTÜR.
Evet, son ayet, son ikazla, son bildiriyle noktalanıyor. Büyüklük ancak ona mahsustur. Zaaflarını gör büyüklenme, kibirlenme boyca dağlara bile erişemezsin. Allah kibirlenenleri sevmez acizliğini bil kuvvet kazan ve ahsen’i takvim’e yüksel, diyor.
not: eksiklerden dolayı özür diliyorum saygılarımla....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.