gel/me_
ben sana hep yazacağım sanırım bu gidişle...
ne dilimi ne elimi ne de yüreğimi alıkoyamıyorum bundan...
ki
her şey bir yana bunu da istemiyorum zaten...
hep yazayım sana... ne garip değil mi.?
varken canımı okurdun susuyorum diye...
gitmeliymişsin demek ki…
...
çok değil az bir zaman önce demiştin ki ;
"sen benim dengem oldun bu hayatta, dengemi buldum, sakinleştim...
sakın elini çekme yüreğimden..."
ve sanki çok uzun bir zaman oldu gidişin...
şimdi ;
"elim hep yüreğinde olacak, bil...
ama sakın geri dönme..."
...
"her söylenen söz gerçek olsaydıııı" dedi ve güldü çiçeğim...
haklı çıkmıştı ve haklıydı kendince ve de mutlu...
beni “elinden” kurtardı ya aklınca ...
sende verdin kozu eline, alacağın olsun işte...
neyse çok uzatmadı Allahtan, keyfimin olmadığı apaçık ortada, sessizce uzaklaştı yanımdan...
...
tam kafamı dinlerim derken paşam çıktı geldi...
hoş özlüyorum ben onu, arada gelsin hep böyle, iyi...
"pek tadın yok gibi Denizcim, anlat bakalım" dedi...
ben her zaman ki gibi otomatik cevaplamaya bağladım kendimi;
" iyiyim iyiyim, aynı şeyler paşam ne anlatayım ki.?" dedim...
paşam "anladım iyi ol, bir de seni düşünmeyeyim"
derken ah bende susamadım işte ki " beni kimse düşünmesin zaten,
ben kendi kendimi düşünmekten yakında yiyeceğim kafayı " dedim...
demez olaydım tabii ki...
ortalık ısındı "hoppaaa nerden çıktı bu şimdi.?
ve ben seni hep düşünürüm bu arada, sakıncası mı var ?" diye parladı hemen...
ben " bir yerden çıkmadı arada söylenirim ben böyle , demek ki denk gelmemiş sana paşam.
ne sakıncası olacak ki, düşün zaten... arada kaçacak bir yerim hep olsun sen gibi, daha ne isterim ki..."
diye diye muhabbeti çevirdik keyfe-kedere-günlük yaşama bir şekilde işte...
........
sonra sonra ,
arada bir sadece "sarılmak" için gelse diyorum kendi kendime...
hiç konuşmasak, çaylarımızı yudumlasak...
bizim dışımızda her ne varsa beni vuran, beni yoran sana şikayet etsem tek tek...
ki diyeceksin şimdi "sen hiç yaranı açığa çıkarmazsın, ele vermezsin..."
bu defa öyle değil işte... kendi kendime çok savunmasız kaldım...
hem de kime karşı bil bakalım... kendime karşı...
artık kendimi koruyamıyorum, kendi bahanelerime inanmıyorum...
hani demiştin ya;
"...bir dokunuş kadar an’a ihtiyacım var..."
benim de bu aralar kendime gelebilmek için o an"a ihtiyacım var...
…
gel demeyeceğim sana, hatta gelme olur mu...?
benim sana dair karaladığım her harfin anlamı da özeti de bu aslında…
“gel”…
ama nasıl bir gel bu bende anlamlandıramadım…
gelmeni istemiyorum aslında, gelmediğin sürece seni düşünmeyi ve eziyet çekmeyi mi seviyorum ben ne ?
eziyet de değil bu, öyle güzel an”larımız ve konuşmalarımız oldu ki, onları hatırladıkça
fena bir şekilde özlüyorum ben bu fena adamı işte…
demiştim bir keresinde sana, sende sevmediğim tek şey bu özlem…
“seni özlemeyi sevmiyorum…”
garip şimdi seni bende alıkoyan tek şey de bu özlemin iyi mi.?
dost olduk hani neredeyse, o kadar yani…
girme aramıza…
kal olduğun yerde…
ama bil “elim hep yüreğinde”…
/yaramazMayıs2012/dnzc_
YORUMLAR
mayıs yaramazlaştıkça
temmuz haziranı
es
geçermiş
içsel
burada yazarın bir artısı
sözcüklere derinliği çok veriyor
ve bu derinliğe yuvarlanan okur
kendini maalesef ocak
şubatlarda buluyor
çok güzeldi yazı
an'lar
ne kadar da önemli
yaşanılan
hasretlenilen an'lar
ki çoğu zaman
anlayamayız
o
anları mı özleriz
yoksa
o
anları yaşatanları mı
dostlukla
Denizce
ben içinden çıkamadım ki...
bazenleri an"ları
bazenleri de an"ı yaşatanları sanırım ... :)
an"a göre değişiyor sanki...