Çürük Plakadan Sahte Yaşlar
Çürük Plakadan Sahte Yaşlar
İstanbul ağlıyor. İçimde bir tanrı yazgısı var acımasız, ellerine sağlık hüzün! Bir mola verip hayattan indim gece yarısı. Ellerimin aşağısı mor bir meleğin saçlarıyla örtülü, gözlerim birer çocuk militan; gözlerinden vuran. Yuvarlanan karanlığın altında kalma. Bak siyahla, beyaz fotoğraf çektiriyor, önlerine geçme. Silik bir ay gülümsemeli kadınsın. Şiir gibi kadınsın vesselam! Buradan tırnaklarını gece kesen cinlere sesleniyorum, aşka sesleniyorum, aynasını kıran kediye sesleniyorum, farlara sesleniyorum, ışığa sesleniyorum, sese sesleniyorum. Sevin beni! Hemde hemen. Bir notanın altında kalan keman sözcükleri, gri bir yaydan fırlıyor saat gibi. Ölüyorum! Geberiyorum! Tabirler caiz değil, sıfatlar belirsiz, kurallar kayıp, çökmüş omuzlarıyla tanrı geçiyor içimden. Gülümseme! Gülümsersen bir gülün alnı yarılır, birbirine hızla çarpışan iki misket gibi, o heyecan ve mutluluk ile sarılırken çarpışırız! Sönmüş umutların mumları yakılmıyor, hiçbir dilek ölüm günü mumlarını tatmin etmiyor. Ve ısrarcı değil yeniden yakılmaya hiçbir ateş. Kollarında kesikleriyle bir sabah doğuyor, dağların arasında güneş denen küçük bir kız uyanıyor. Yürüyorum, kilometrelerce dudaklarında. Dudakların ki; bir uçurumun en masum hatırası. Dişlerin; bir günah düşleri olabilir birisi için. Birisi seni öpmeden uyandırabilir. Geri gel! Geri dön! Yanlış yön, yanlış yol. Karanlığın busesine tutulan şemsiyeler, yağmuru gıdıklamak için burada, sen gitme! Geçtim pencerenin önüne, pencerenin çenesine doğru bir taş attım! Uyan! Çık tabutundan! Duymadın, sonra soluk bir taş alıp bu sefer pencerenin burnuna doğru attım, uyandı yalnızlığım. Kan ve ter içerisinde bütün cümleler, sana ait söylediklerim bir ölünün kalın günlüğünden alıntı. O ölü benim!
Yağmurun gözlerinde çapaklarında ay parçaları kalmış, yeryüzüne inerken. Gökyüzüne gitmeyi marifet saymayan bir kuşum. Okyanusu özleyen bir balığım, hapiste yatan bir mektubum, özlemler duyuyorum sürekli. Duvarları duyuyorum, komşumu duyuyorum bir gece yarısı. Gidişini duyuyorum. Hunharca kaçışını! Sanki bir balonsun bir bebeğin uykusunda, yakalamaya çalışırken tanrının göğsünden aşağı düştüğü. Öyle haince adımlar atıyorsun, bilhassa koşuyorsun! Yorulursun. İklim bozulur, ben bozulurum buna, Allah bozulur. Kelebekler bozulur. Bir çiçeği suni teneffüsle hayata döndürdüğüm gibi ölüme sürükle bir süre beni ama geri çek nefesinle, buna râzıyım. Alasu bir gözyaşıyım, bahçemi suluyorum, vitaminsiz ve çürük gözlerimle. Bakışların çürüyor saatten haberin var mı. Aşk bir intihar mı. Beni duymuyor musun. Beni hiç sevemez misin, biraz da olsa. İntihar, ölüme konser vermiş dinledin mi. Ah sâhi unutuyorum, bir adını koyamadığımız duyguların orta yerine düşen korkuları kimse kaldırmadı yerden, elleri uzanmadı kimsenin. İstanbul ağlıyor. İstanbul ağlıyor ve rimelleri akıyor. Oturup ağlamak için ne bekliyoruz. Oturup biletimi kesmek için niye acele ettin. Gidiyorum işte. Gitmek niyetsizse gidilecek yol sonsuzluktur. Sonsuzluğu içen bir adım önde ölür, evini kaybeder, herkes neyse tanrı için, herkes kelimesini kaybeder, aklını kaybeder. İşte bir adım önde kaybettim seni hep, bir adım önde kaybediyorum herşeyi, geleceği. Tükür yukarıdan bir yazıt olsun bu, suratına doğru rüzgâr fısıldar nasılsa.
Her ayrılık, erken ölümdür! Der sana, duymazsın yine. Pişman olacağın günler gelecek, çiçekleri yolarken veya dikerken, aniden ağlamaya başlayacaksın gitmek zorunda kaldığım gibi, bavulun elinde cehennem için bilet alacaksın sen de.
Bir ölüye ölümü anlatmak gibi, gidişine ayrılığın acısını anlatırken masalları unuttum ben. Vidia Wesenlund dinlerdim yaz akşamı, kış akşamı, aşk akranı dinlemeden. Sigara yakardım hemde yıldızlar kadar sayısı, filtreyi ıslatmama çok kızardı ruh arkadaşım, filtre gözyaşlarımdan ıslanırdı haberi olmazdı. Öldüğümü mezarıma bile söylemedim sen giderken, senin saçlarına takılmış ben de sürüklenirken hiç çığlık atmadım. Kristal bir şişenin içine koyardın beni, hafif suyla dolu içerisinde ellerimi yukarı kaldırır sigara içerdim yine. Defalarca boğulma taklidi yapmış bir denizanasıydım, ahtapottum sana sarılırken. Papağandım gözlerini taklit ederken. Bir çıta gibi hızlıca koşuyorsun işte! Böyle koşmayı öğrensen öğrensen bir anarşist çocuktan öğrenmiş olabilirsin. Silahları bırakıp haydutların peşine çiçekle koşuyor rüzgâr. Peşinden koşuyor bütün cisimler. Ay yakın takibe almış olabilir seni. Ve bir meleğin ellerinde can buluyor robot resmin. Seni arıyorum! Seni sana bırakmamak için, kendime arıyorum. Jileti ağzına dayayıp ıslık çalabilen tek çocuğum ben! Keman çalmak istiyorum. Yaşlıyım, ihtiyaçlıyım. Aşkın damarlarına bağlı yaşıyorum. Kim bilir ölümüm bir haber değeri olmamıştır sen gidince. Sen gittin hava durumu bile değişti. İklim bozuldu, dedim ya ben bozuldum, Allah bozuldu, sancılar bozuldu, ciğer bozuldu, kalp bozuldu, düş bozuldu. Fal bozuldu! Gökyüzünün, yeryüzüne aldığı müzik kutusunda dönen balerindin. Sen gittin yarım kaldı tango, sen gittin müzik sustu. Ben Allah kadar sustum.
Gidiyorsun! Koklaya koklaya bulurum ruhunu! Bu kanlı otobanda, ben sürünüyorum, sen koşuyorsun bir arabayla yarışırcasına.
Anlamıyorum. Üzülmüyorum diye yalan söylemek istiyorum. Biliyorum ve soruyorum.
Plakası kaçtı gözlerinin?! Hatalı ayrılık yaptın ve giderken çok hızlıydı bakışların.
Kusura bakma sana ölüm kesmek zorundayım!
Payanda.