- 1027 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Su, Yakut ve Courvoisier
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Beyaz fayanslara yüzünü dayadı. Yanağına fayansın soğukluğu, üzerinden akıp giden suyun ıslaklığı geliyordu. Bir süre öyle durdu. Yeterince beklediğinde sadece fayansı algıyabildiğini hissetti. Duvara yapıştırılmış karonun banyo yerinde durduğu sürece orada olacağını düşündü.
“Bahçe duvarına sarılmış sarmaşık gibi...”
Sırlı topraktı, yüzyıllarca dayanabilirdi rüzgara, suya, aşınmaya. Kalıcıydı, kendisinden sonra gelenler de onun çevrelediği küvette duş alacaklardı.
“Fayansa özenen su gibiyim. Ya birazdan buharlaşacağım, ya da delikten akıp gideceğim.”
Banyodan çıktı, bornozuna sarınıp pencereden baktı.
“Gerçekten buharlaşıyorum.”
Karşıdaki dairenin mutfağındakiler bunun farkında değildi. Aralarında gülüşerek biri yufka açmaya, diğeri asma yapraklarını sarmaya devam etti.
Pencerenin önünden uzaklaştı; bornozunu çıkarıp koltuğun üzerine attı. Uzun zamandır olmadığı kadar çıplaktı. Vücuduna baktı.
“Kül küle, toz toza...”
Aklına başka bir şey gelmemişti. Baktıkça tek düşündüğü bedeninin bir süre sonra solucanlara, kurtlara kalacağıydı.
“Yakılıp gitmek en iyisi, selvilere gübre olmaktansa.”
Telefona uzandı:
“Canan? Bak aklıma ne geldi: İyisi mi sonunda beni gömmeyip, yakın. Daha sonra da küllerimi bir tepsiye yayın ve balkona bırakın. Rüzgar istediği kadarını alıp götürsün.”
Bir süre karşı tarafı dinledi.
“Ne? Saçmalıyor muyum? Kızım, çok geçmeden gideceğim. Bunları düşünmemden daha doğal bir şey olabilir mi?”
Karşı taraf kapatınca o da telefonu yerine koydu; çıplak bedenini seyretmeye kaldığı yerden devam etti.
...
Garson kadehe tadımlık şarap döktü. “Gerek yok” anlamında işaret edip garsondan kadehleri doldurmasını istedi.
“Yakut’un neyini tadacağım?”
Canan cevap vermedi. Oturduğundan beri konuşmamıştı. Akşam yemeğine dışarı çıkmayı özellikle isteyen taraf Oğuz’du. Çıkmışlardı işte. Ne yediği, ne içtiği önemli değildi. Teşhis sonuçlarının kesinleşmesinden sonra Oğuz her gün yeni bir acaip fikir ya da istekle geliyordu. Hastanenin psikolojik danışma servisi bunun doğal olduğunu söylemişti. Doğal... Evet, evliliklerinin dördüncü yılında Oğuz’un ölecek olması doğaldı. Kanser doğal bir hastalıktı. Ölecek kişinin ölümden, cenaze töreninden, mirastan bahsetmesi doğaldı. Ne vardı ki bunlarda?
“Sirke gibi!” Yüzünü buruşturdu, “Hala yapmasını öğrenemediler şu şarabı.”
“Daha kaliteli bir şey söyleseydin?”
“O zaman ikinci şişeyi söyleyemez, daha az içerdik.”
“İkinciye geçmeden ne söyleyeceksen söyle istersen. Her kadehle aklındaki fikir daha da rahatsız edici hale geldiğini hissediyorum.”
“Yemeği söylemeyelim mi?”
“Sen konuşmanı yap. Nasıl olsa iştahım kesilecektir. Ona göre bir şeyler söyleriz.”
“Peki, nasıl istersen.”
Oğuz kadehi kenara koydu. Garsona “Daha sonra gel” işareti yaptı. Sonra gözlerini diğer masalarda gezdirdi.
“Biliyorsun, uzun zamandır başka bir şey konuşmuyoruz.”
Canan cevap vermedi.
“Düşündüm, buradaki zamanım fazla değil. Hatta ayakta durabileceğim süre iyiden iyiye kısa. Yapamadığım bazı şeyleri yapmak istiyorum.”
“Ne gibi?”
Canan kadehine hala dokunmamıştı.
“Lafı dolaştırmayacağım. Şükran ile beraber olmak istiyorum. Onu cinsel yönden ne kadar çekici bulduğumu biliyorsun. O da bu konuda sorun çıkaran biri değil. Aklımda bu konu kalmasın diyorum.”
“Yani şimdi sen benden Şükran ile yatmak için izin mi istiyorsun?”
“Anlatamadım. İzin filan istemiyorum. Sadece haber veriyorum. Bunu yapacağımı benden duy istiyorum.”
Canan bir şey söylemedi. Kadehine de uzanmadı. Oğuz onun kalkıp gideceğini sanmıştı ama Canan bütün gece karşısında oturdu. Garson gelince siparişini verdi. Yalnız bu sefer salataya bol roka koymalarını tembihlemedi. Gece sessizlik içinde devam etti. Tatlı ya da kahve soruları dışında Canan konuşmadı. Hesap ödenip, kalkıldı ve her beraber eve gidildi.
...
Yağmurun cama vurduğunu duyunca
“Seni özleyeceğim.” dedi Oğuz. “Seni de...” diyerek ekledi elindeki konyağa bakarak, “İlham verici dostlardınız.”
Hava kararmış, okumayı bırakmıştı. Artık işe gitmiyor, gün boyu evde oturuyordu. Başlarda “Şehr-i İstanbul’u gezerim” demişti ama bir Sultanahmet gezisinden ileriye gidememişti. Şimdi günler kapalı kapıların ardında geçiyor, “Bugün hava kötü” günün programını ilan ediyordu.
“Bu gece de hava kötü!” diye mırıldandı.
Boşalan bardağını doldurmaya giderken acıktığını farketti. Dolaba baktı, boştu. Canan gittiğinden beri alışveriş yapılmamıştı. Canan gittiğinden beri yemek pişirilmemişti. Canan gittiğinden beri...
Evde kimse konuşmamıştı.
YORUMLAR
Elimde şarap kadehi varken okumaya başlamıştım.Şimdi bir kadeh şarap daha koymalı bu güzel öykünün şerefine...:)
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Sormuslar 107 yasindaki dedeye: Uzun yasamanin sirri ne diye. Demis ki: ne yoluma cikti bir canan, ne de alip basini gitti bu dunyadan.
Belki de kalan zamani uzamistir, Canan'in yoklugunda. Saygilarimla.
giderken can yaktı ,canan da konuşmuyordu artık..peki buna neden ihtiyaç duydu, belki de intikamın başka boyutu
sevgiler
İlhan Kemal
lacivertiğnedenlik
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Okurken insanda yazılırken de aynı akıcılıkla yazılmış hissiyatını veren bir öyküydü. Ki ; yazarının bu konuda başarısı takdire şayandır elbet.
Sayın yazarım öykülerinizdeki farklılık ve zaman zaman marjinalliğin sınırını yoklayan konular hayranlık vesilesi sizi okuyanlar için. Hep aynı öyküleri ya da yazıları evirip çevirip ve dahi temcit pilavı gibi ısıtıp okuyucu önüne çıkaran kalemlerden ziyade sizi okumayı kendimce ayrıcalık sayıyorum.
Ruhunda benim gibi öğrenmeye ve her öğrendiğinden keyif almaya hazır nice okur adına yazdıklarınız öğreti niteliğinde diye düşünmekteyim.
Saygıyla...
İlhan Kemal
Courvoisier Fransada çok sevilern bir şarap markası...Elinde kalan tek şey konyağı...
Yalnızlığı ve ölümü yakından hissseden Oğuzun duygularını ben de buradan hissettim...Çok güzel yazılmış bir öykü, kutluyorum sizi...Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Bu sefer size sormak yerine internetten baktım ve Courvoisier'in konyak markası olduğunu öğrendim. Akışkanlar üzerinden hayatın geçiciliğini anlatan bir öykü olarak yorumladım.
Merak ettiğim acaba şarap ve konyağın içki kültüründe başka simgesel anlamları da var mı? Yani şarap sevgiliyle yenen akşam yemeğini, konyak ise yalnızlığı mı anlatır? Yoksa yazarın tercihi bu ikisini böyle konumlandırmak mı olmuştur?
Benim için bir başka zihin egzersizi de garsona daha sonra gel'i tek işaretle nasıl anlatacağımız konusu oldu:) Muhtemelen iyi restoranların garsonları daha feraset sahibidir ama bunu yine de düşünüp bulacağım.
Öykülerinizden hep yeni şeyler öğreniyorum. Sizi okumak güzel.
Selamlar.
İlhan Kemal
Garsona ''Daha sonra gel'' işaretinin nasıl yapıldığını buradan göstermek epey güç ama bilin ki niyeti olan garson anlıyor.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Hocam harika bir yazı okudum. Ölüm öncesi hazırlığı yapan birinin en sevdiğinden bilerek ayrılışı gibi okudum.
Elinize ve yüreğinize sağlık...saygılarımla..
İlhan Kemal
DİLEK YILDIZI
İlhan Kemal
İlhan Kemal
O qué
ama şimdi o da herkes gibi bunge jumping yapmayı düşünse, ya da ne bileyim mısır piramitlerini görmek istese, sağlığını bozar diye yemediği bişeyler varsa onları kusuncaya kadar yese falan.
yani daha makul su ve sabun istese.