- 626 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÖYLE BİR YERDE...3
(annesizlikten sonraki geçen asırlar)
BABA-OĞUL
İremi götürüp anneme gösterdim.İrem de annemi gördü, konuştu, dualarıyla...
******* O acı günlerimde beni saran tek tesllimdi İrem. Her üzgün yere bakışlarımı gördüğünde bir bahane bulmaya çalışır, zihnimin ağırlığını bir şekilde hafifletmeyi başarırdı her seferinde.
O anlarda, bilerek havadan sudan konular açar ucu açık sorularla eni konuşturdu.Sorduğu şeylerin komikliğini kendide bilse gülmez bana bakardı. Gülümseme edamı görmemle bilikte o da bana gülümseyişlerle katılırdı.
Aslında o da ben de içten içe biliyorduk sebebini. Mayısı aylar öncesi atlatmış olsamda ağustos sıcağından içime karlar yağıyordu.
İçime yağanların ilkini gördüğünde İrem ince uzun parmaklarını saçıma getirip birini çekmişti.O an ne yaptığını anlayamasamda beyaz bir teli bir hamlede kafa derimden çıkarmıştı.Canım yanmamıştı ve o da beni yakmak için çekmemişti saç telimi.
Üzüntümün yansımalarını benden uzaklaştırmak istiyordu ve az da olsa başarmıştı.
*****
Geçen aylarla birlikte bir değişim başlamıştı her yerde. İrem son otobüsünü kaçırma ihtimalleri çercevesinde benim yanımda biraz daha teselli için kalırdı, sevgisi sunarken, babam da eskisi gibi iş çıkışları beni aramaz olmuştu.
İrem’i anlayabiliyordum.Ama babama anlam veremiyordum.Tamam o da annemin bizden ayrılışına benden çok üzüldüğünü bilsemde yinede beni ihmal etmeyeceğini bildiğimden ilk zamanlar hep garipsedim.
Her akşam tarumar olan boş salonda dört kişilik koltukta iki kişilik oturuşta televizyon izlesekte onun yanı ikimizide boşluğunda üşütüyordu işte. Çoğu saban erken yatağından fırlar uyanırdı.Kapının gıçırtılarından anlardın onun erkenden kalkıp kahvaltı masasını yorgun gözlerle hazırladığını.
Yada pazartesi günleri pantolonuma çift ütü hazırlığı yapmaya başladığını anlardım. Anlamadıklarımı sonradan çözmeye başladığımda ondan erken kalkmayı da öğrendim.Zaten pekte uyumayı eskisi gibi sevmemeye başlamıştı.
Yastığın ıslaklığı beni rahatsız ediyordu birde o kapı gıçırtıları...
Ben opantolonumda üç ütü izi bırakır babam tavasında ki yumurtayı yakar, kabuğunu hep ocağın kenarında unuturdu. Ben ona belli etmeden kapukları küçük çöp kovasının kapağını kaldırıp gizlice atardım.
Allah’tan bulaşık makinası ve çamaşır makinası görevlerini iyi yapıyordu dağınık ruhlarımızın gezindiği küçük dairemizde.
Günler hızla geçerken babamın duvarda duran resmi, benden gizli bakışlarla izlediği gözümden kaçmamıştı. Gözünün doluluğunu uykusuna bağlasada bağlı kalmışlığı onu uzaklara götürüyordu.İkimiz birbirimizden gizleyerek öylesine yolculuğa dalıyorduk ki ekran görüntüsü göstermelik kalıyordu.
Ben anneme o en sevdiği hayat arkadaşına birlikte sarılıyorduk. Artık okul çıkışları onu anmak adına sıcakta olsa yanıma almaya başlamıştım.Yaz günüyse kitaplarımın arasına sıkıştırır görene birine vereceğim derdim.
Dostlarımdan kimse bana inanmadığından bir süre sonra onlar bu soruları bana sormaz olmuşlardı kış günleri boynuma taktığım atkımın taşıyış sebebimi. Öğrendiğim her geçen gün çoğalıyordu.
Çarşamba günleri babamın şirketten erken çıkışını sonradan kavradım. Kurumuş olan kuru fasulye gününü taze tutarak annemin eksikliğini gidermeye çalışsada. İkimizde yerken yutkunamıyorduk bişmemiş kuru fasulyeden değildi baoğazımızın aynı anda düğümlenişi. Meğer erkenden işten erken çıkış sebebi kuru fasulyeyi pişirmek içinmiş.
Birgün İrem beni güldürmek içinki sohbetlerde ağzımda çarşamba yemeği geçtiğinde iki kelime dediğimde sırrı öğrendim. Bir gece öncesi ıslatılması gerekiyormuş kuru fasulyenin ıslatılması gerektiğini. Zaten gözlerimi en çok ıslatanda çarşamba günleri değilmiydiki.
Salı akşamı sıcak suya fasulye attığımı gören düşünceli adama belli etmeden canım fasulye çekti dediğimde yüzündeki hüznü görünce,
" değişiklik olsun diye böyle yaptım." dediğimde o da ben de özlüyorduk sonsuzluk ülkesine giden meleğimizi.
İşte o gün o işten gelmeden önce İrem’le birlikte kaçıp ona süpriz yapmak için dersten kaçtık.Hem İrem’i onunla tanıştıracaktım hem kuru fasulye yapmayı o sevdiğim kızdan öğrenecektim.
Nede olsa okul sonrası evlenmeyi düşünürken onunla yemek pişirmeyide öğrenmeliydim. Babam içeri girmesiyle gözleri yerinden çıkar gibiydi. İrem’i gördüğünden değildi, sofradaki tabakların kuru fasulye ile dulup buharlarında hiç değildi...Şaşkınlığındaki üzüntüsü sadece annemin yerine bana kuru fasulye o gün yapamamasıydı. Yine de belli etmesede İrem ve ben anlamıştım onun iç yorgunluğunu.
İrem le annemin sağlığında tanıştıklarından ,
" Güzel gelinim annen baban nasıllar bakalım ? "
iş olsun diye her zaman ki sorusunu sormuştu. Her zaman ki cevap alınırken her zaman ol(a)mayan tek şey o tabaklardakini ilk kez İremle ortaklaşa hazırladığımızdı. Belirsizliğinde sofrayı kaldırdık iki kişi. Babam dört kişilik koltuğa tek kişilik otururken.
Arkasından parmak uçlarımla yürüdüm gözlerini kapadım İrem kendi işindeyken....
(doğum günü) (babalar günü) hep birlikte kutladık. Aylar sonrası ilk kez yarıya indiğini gördüm gözlerindeki hüznün ikiye ayrılışını. Bugün eksiliğinde eksik kalan babamın günüydü ve ben ona bana İrem’in yaptığı gibi hafifletmeyi öğreniyordum içimdeki gizli ağırlığımca....
(Zaman silemesede her şeyi...)
BANA-OĞUL- KIZ
Kazandık uzmanlığı İremle girdiğimiz sınavda.Babam emelki olduğunda...
"klavye yine yordu bitiremedim...Alex se sözüm var oraya da dönmeliyim"