- 1870 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevgili Ablam'a
- Birlikte doğmak ölüme,
bir tavan arasında sessizce -
Sevgili…
Takvim yaprağında okumuştum. “Ne kadar çok anı biriktirirsen, yaşamın o derece anlamlı olur” yazıyordu. Nereden bilebilirdim ki anıların her zaman mutlu etmeyeceğini. Gidişinden aylar sonra cesaretimi toplayıp, tavan arasına çıktım. Pembe zarf olacaktı bir yerde. Eşya biriktirme huyuma kızardın ya, haklıydın. Ne arasan var burada. Anı yerine daha çok eşya biriktirmişim.
Bir kavanoz misket buldum. Kırmızı , mavi, ebruli cam misketler. Şıkır şıkır duruşları
cezp edici. Dayanamadım. Dört tane aldım, üçünü yan yana dizdim. İlk miskete vurduğumda, iki kez sekti, top sahasına yuvarlandı. Üç - beş oğlan çocuğu, üstleri toz toprak yine heyecanlı heyecanlı misket oynuyorlar. Zamanı unutmuşlar. Hava kararmak üzere. Annemin sürekli “ Kardeşini bul getir” demesiyle, top sahasının müdavimi olmuştum. Derken bir misket kavgası başladı aralarında. Korumak yine bana düşmüştü. Kavgasız günümüz geçmezdi fakat, başkasının onun kılına dokunması ağrıma gider, o ağladıkça bende ağlardım. Büyük olmak böyle bir şey. Seninle benim durumum farklıydı. Ne sen büyüktün ne ben, ne sen küçüktün ne de ben. İkinci miskete sol köşesinden vurdum. Seyrede seyrede göz aşınalığı olmuş. Miskete neresinden vurulursa, hangi hızla hangi yöne gideceğini az çok kestirebiliyordum artık. Hayat hiç öyle değil ! Mesela, senin gidişin. Misket bir albümün yanına düştü. Üzerinde bir resim. Koltukta oturan bir kadın, elinde albüm, dizinin dibinde bir çocuk. Kendi dünyalarında, sessizler. İlk sayfaları boş. Sonra birkaç sayfa sen, ben ve birilerinin daha olduğu çocukluk, gençlik resimleri. Saçların uzun, örgülü. Boynunda inci kolye. Aynısından benim de olan yeşil çizgili bir kazak var üzerinde. Profilden çekmişler, yüzünün yarısı yok. Benimde yarım yok. İkiz olanlar aynı zamanda ölürler sanırdım, öyle değilmiş. İki misketi son sayfasına, jelatinin içine yerleştirdim. Üçüncü miskete tam göbeğinden vurdum. Sekmeden ağır ağır yuvarlandı. Gözden kayboldu. Dördüncü misketi cebime koydum. Kırık dökük sandalye üstünde küçük bir sandık. Kilidi açık. İçinde bir kaç kitap. Kerime Nadir’in “ Hıçkırık” kitabı lise zamanımdan kalma. Elektriğin gittiği bir gecede mum ışığında okumuştum. Ara sıra yanıma gelip, “ Yeter artık, yat” diyen sesini duydum yeniden. Kızgınlık değil, daha çok şefkat vardı. Kendine lazım olanı kendine vermek. İkiz olmak böyle bir şey.
Buldum zarfı. Pembe rengi severdin. Pulsuz mektubumu hemen camın kenarına bırakıyorum. Postacıdan ümidim yok, sana ulaştırması için rüzgâra emanet ediyorum. İçinde kocaman sevgimle.
İsra Doğan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.