- 645 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İnegöl Köfteleri-2-
Emine Pişiren/Anı
Yolculuklarda eğer lavabo gereksinimi duyarsam, aklıma Orhangazi Camisinin o kara deliği gelirdi.
Uzun süre sağ elimden iğrenmiştim. Alkollerle silmem, defalarca sabunlarla yıkamam sonrası bu iğrenme duygumdan kurtulamamıştım. Ben en iyisi hikayeme birinci bölümde kaldığım yerden yazmaya devam edeyim:
Kızımın telaşlı sesi bulunduğum yerde yankı yapıyordu. Daha fazla susmakla ailemi meraklandıracağımı düşündüm ve kızıma;
-”Az sonra geliyorum kızım.” diye yanıt verdim.
Kızımın aldığı yanıt sonrası 41 basamaktan hızla çıktığını duyuyordum. Ben başladığım işi bitirmek istiyordum. Kara deliğe yeniden iğrenerek, öğürerek elimi sokup, mikserliğe devam etmeye başladım. Kısa bir süre sonra parmak uçlarıma metal bir şey çarptığını hissettim, hemen onu avuçladım. Elimin rengi değişmişti. Midemin bulantısı bir yandan da elimdeki nesneye merakla “ne olduğunu” çıkartma istencim aynı andaydı. Tüm dikkatimi elimdeki nesneye çevirdiğimde midemin bulantısı azalmaktaydı.
Bu nesne gümüş bir benzinli çakmağa benziyordu. Nesneyi, koyu gri çimento tuvalet taşının kuru bir yerine bırakıp yeniden kara deliğe doğru uzandı sağ elim. Tam dirseğime kadar sokmuştum ki, orta parmağımın tırnağına Hyundai’nin uzaktan kumandasının halkasının değdiğini hissettim. Ama insan dışkıları ve çukurun yıllanmış kaygan tortulu sıvılarına dokunduğum anda da nesne yana kayıp düştü. Mide bulantımı bastıran tek sebep, onu daha derinlere doğru iteceğim kaygısı olmuştu. Bulunduğum ortamda uzun süre kaldığımdan mıdır ne, o keskin amonyak ve pis kokularına burnum alışmıştı. Çok yavaş ve daha dikkatli olmalıydım. “Ya dokunduğum aracın anahtarı daha derine kaçarsa!” Ben bu düşüncelere kendimi kaptırınca korkum ağzımda bir nabız gibi “güm…güm…güm…” diye atıyordu. Bir yandan da şayet uzaktan kumandayı ve anahtarı bulamazsam aracımızı nasıl hareket ettireceğimi düşünüyordum.
Ben bunları düşünürken de kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ya başımı çok eğdiğimden, ya da heyecan ve kaygılar tansiyonumu yükseltmişti.Ama bu fizyolojik tepkilerimin hiçbiri benim kara delikteki arayışlarıma engel değildi. “Ah, işte yakaladım!” diye yüksek sesle sevincim ağzımda atmaya başladı. Korka sakına, kayacağını ve yeniden kaybedeceğimi düşüncesiyle sıkı sıkıya avuçladığım anahtarımızı artık bulmuştum.
“Oh, nihayet, sonunda!..”
Dirseğime kadar boka bulanmış bir vaziyette wc kabininden dışarı çıktım.
Paçalarını dizlerine kadar sıvamış, yemenilerini başlarının her iki yanından tepesine doğru toplamış olan kadınlar, çinileri sararmış lavabolarda abdest alıyorlardı. Bir kaç kadın merakla geriye doğru başlarını çevirip önce elime sonra yüzüme hayretle baktılar.
Boş olan lavaboya yöneldim. Defalarca sıvı sabunla yıkadım, defalarca… Yetmedi bir daha, yetmedi bir daha…
Lavabolar boşalıyor, başka insanlar geliyor, kimi acıyarak, kimi şaşırarak anlam veremedikleri bana bakıp, meraklarını gidermeye çalışıyorlardı. Anahtar ve uzaktan kumandayı yıkama işini bitirmiş, bu kez sağ elimi yıkarken beni aldı mı bir mide bulantısı ve çıkartma…Hem de ne çıkartma!…
O sırada kızım merdivenlerden aceleyle inerken avazı çıktığı kadar bağırması bulunduğum alanda akisler yapmaktaydı.
-Anneeee, nerdesin yaaaa!…Hadiiiii, seni bekliyoruzzz!..”
Sağ elimle sanki küstüm. Görmek bile istemiyordum elimi! Sol elimle yüzüme su çarpıp, kendime gelmeye çalıştım.
Şimdi lavabodaki anahtarın çalışıp çalışmayacağını düşünmekteydim.
41 basamağı hızla çıkıp kapıya ulaştığımda dışarıda dokuz çırpınan ve”Nerede kaldın ya, çok geç kaldık!?” diye hesap soran, yüzü ekşi bir ifade almış eşime;
“Anahtarı ve kumandayı kubura düşürmüştüm. Çok kötü bir andı, yediğim İnegöl Köftelerini de çıkarttım. Ne olur üstüme gelme! Biraz kendime gelmek istiyorum. Fenayım canım!”
“Aaa, ciddi mi!”
“Evet, gayet ciddiyim canım. Ne olduğunu bende anlamış değilim.”
Bir saat anahtar benzinle yıkanıp, yakındaki bir kuaförde saç kurutmasıyla kurutulduktan sonra kumanda çalıştı. Tekerler Akçay’a doğru yol aldığında kasıklarım ağrımaya başlamıştı. İşte o anda Orhangazi Camisinin kara deliğine düşen anahtarımın telaşından kendimi unutmuştum.
En yakın benzinliğe aracımızı park etmeden önce eşime;
-”Anahtarı bundan sonra sen sahip çık, sakın bana verme canım!” demeyi de ihmal etmedim.”
Ama uzun bir süre sağ elimi ne yemek yerken ne de yüzümü yıkarken kullanamamıştım. Elimi yüzüme götüreceğim an dirseğime kadar nasıl boka bulaştığını düşününce midem ağzıma gelmekteydi.
***
Bu yazımın ilk bölümünü paylaştığımın ertesi günü kimi okurlarımdan telefonlar aldım. Sizlerle bir kaçını paylaşmak isterim.
“Emine, hikayenin sonu ne oldu? Gerçek mi yoksa hikaye mi?”
“Ayy, okur okumaz içime fenalıklar bastı, o neydi ya!..Sahi siz gerçekten yaşadınız mı bu hadiseyi?”
“Emine Hanım, satır satır okurken sanki ben yaşıyordum o anı, korku ve heyecan duygularımı tarif edemem!..”
“Emine Hanım, o delikten fare çıktı mı?”
“Emine Hanım, elinizi fare mi ısırdı? Anahtarı bulabildiniz mi?”
“Daha fazla merakta bırakmayın ne olur!..Başıma gelmiş gibi bir duyguyla bıraktınız beni…”
“Olur da bu kadar olur ha, gel de meraklanma, tv dizi filmleri gibi. Arkası yarın mı yoksa?”
***
Artık ikinci bölümde elimi farenin ısırmadığını öğrendiniz. Ve yıllar önce yediğim İnegöl Köftelerinin sindirilmemiş halini anlatmama da gerek kalmadı değil mi?
Yaşamda insanın başına her an her şey gelebiliyor.
Emine PİŞİREN
YORUMLAR
:)))))))
En sevdiğim ve severek okuduğum yazarlardan birisi olan Değerli Emine Hanım. yazıyla merakım gitti ama midemin kalkmasına engel olamadım . Elbette yine gülmektende kendimi alamadım napım ?
anneler gününüzü kutluyor sağlık ve huzurla nice anneler gününe inşallah diyorum. sevgilerimle.
emine pisiren
Canımsınız:)))
İnsan hali işte...
Devam etsem mi acaba bu anıma?
Yorumunuza teşekkür ederim.
Biraz geç kaldım, sizin de kutlu olsun "Anneler Gününüz."
Selam ve sevgiyle
inci*
emine pisiren
Aklınıza geldiğimde ne olur gülün:))
Mideniz bulanmasın.
Bu hikayenin kısa bir finali de var:))
Anneler gününüzü kutlarım arkadaşım.
Teşekkür ederim.
Selam ve sevgiyle