3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
833
Okunma
...yıllar önce...
-OĞUL-
Yağmur, yüklü bulutlar rahatlamak için sağnak sağnak yağmaya başlamıştı.Sağnaklardan, kerpiç evimizin çatısındaki kırk kiremitlerde kendine düşen nasibini almaya başlamışlardı.Çatlağından sızanlar, topak tavandan aşağı; evimizin içine , damla damla kovalarımıza dökülürdü. Allah’ın rahmeti , dökük kireç duvarlı odamızın ortasına dolardı..
Ben uyanık kaldığım zamanlar hep sayardım.Hep kırmızı leğene, mavi olan leğenden daha çok rahmet dolardı. Yüzden sonrasını sayamazdım. Siyah önlüğümün yanındaki duran poşet çantamın içindeki matematik defterimde elliye kadar yazabilmiştim.
Eğri büğrü olsada rakamlarım, Mehmet Öğretmen ’im yıldız atmıştı. Daha fazlasını öğrenseydim de sayıları sayamazdım sonsuza kadar Allah’ın rahmeti kadarmış sonsuzluk. Mehmet öğretmen demişti ben sorduğumda.
En büyük sayı kaç dediğimde düşünmeden sonsuz demişti. İspat için tahtaya o kadar sıfır atmıştı ki yer kalmamıştı. İşte o an anladım sıfırın bile ne kadar büyüklüğü olduğunu. Açık havada uzak kalan yıldızları bile saymaya çalışmıştım.
Çocukluk işte.Bulutsuz havalarıda severdim, çatımıza yağmurları indiren havalarıda.Yağmur yağarken elimle damlaları yakalamak yada yıldız kayarken bir dilek tutmak hep hoşuma gitmiştir.
Bu aralar biraz büyümüş olan ellerimden midir bilmem ama tüm damlları yakalar oldum.Yıldızları halen sayamasamda.Gözlerim yorugun kalır bulutlanırdı her seferinde. Anlardım ki gökten değil gözlerimden gelirdi yakaladıklarım yakınlıktan olsa gerek.
O anlarda çekilirdim teneke sobanın yandığı köşeye. Sofra kurulur, bir bez, üzerinde tepsi,tepside buharı çıkan sıcak bir tas çorba. Babam bana, bense anamla ikisine bakardım. Kaşığım girmezdi tasındaki çorbanın içerisine.Ağzımın yanacağından değildi.Yanan gözlerimdeki ferdi.
Babamın her öksürüğü düğümlerdi boğazımı ve aldığım nefes çiğerimin bir yerinde kalır beni hapsederdi.Soluyamazdım.Babam sonra anama bakar eğerdi boynunu sözüm ona çorbaya bakıyoru biliyordum üzülüyordu.
Çatlamış pencerenin tahta çercevesinin arasından rüzgar üfler çorbayı soğutur ve ben ağırdan tekrar bir nefes daha çekerdim.
Yemek sonrası kalan çorba bir sonraki öğün için bekletilir ama dolan leğenler bekletilmezdi kireç duvarlı odanın ortasında. Bir bardak dolusu pencere kenarındaki begonyaya gerisi toprak yolları olan sokağın önüne dökülürdü.
Akıp gitsin de bir ağacın köküne büyütsün diye leğenler boşaltılırdı. İçeri çekilirdik.Gece kara örtüsünü çekerken üzerimize yorgunluğuğumuzda bizde uyurduk.
Uzanmış yatıyordum. Her taraf her zaman ki gibi sessizdi. Buradan bir ezan sesleri bir de kuş sesleri duyuluyordu. Arada bir gelip konarlardı pencere kenarı korkularıyla kuşlar. Ben izlerdim.
Arada yanıma gelenler olurdu birde onlarla konuşurdum.Hal hatırdan sonra hayatlarımızı anlatırdık birbirlerimize.Küçük ayrıntılar haricinde herşey aynıydı aslında. Geçenlerde küçük bir çocuk geldi Mustafa’mın yaşlarında.
Konuşurken ağzından çıktı daha dört yaşında olduğu. Bir yaş küçükmüş ama olsun Mustafam gbiydi gözleri ve ince sesi. Dalmışım asırlık yanlızlığa ve sohbete. Ayak sesleri duydum bana yaklaşan.
Seslerini duynca anladım kocam ve Mustafam gelmişti. Oğlum tahsilinden bahsetmeye başladı bitirmiş sonunda doktor olmuş.Diplomasını gösterdi bana. Geçen bir kızla tanışmış,ciddiymiş.
Getirip bana gösterecekmiş.Ne çabuk büyümüşsün oğlum benim dedim.
Eşime dönüp baktım o her zaman ki mahsunlukta öksürük içinde.Onada dedim.Hala neden öksürük ilaçlarını almadığını. Öksürükten olmasada dalgınlığından saçlarındaki kırağılar çoğalmış.Yada bana öyle geldi.
Aslında çok iyi biliyordum. Ona öncesinde çok demiştim eski resimlere fazla bakma diye.Siyah beyaz fotoğrafların yan etkisi getirisi anılara karışmış beyaz saçlar.
İkisi birden beni çok özlemişti belliydi gözlerinden.
Geçenlerde evide satmışlar bir küçük daire almışlar.Hevesle çağırdılar orada onlara çorba yapmamı söylediler.Çorbalarımı özlemişler. Tamam dedim hadi gidelim birlikte. Ama biraz daha kalmam gerekiyor.
Biraz toparlanayım hemen geleceğim dedim. Sargılarım her tarafımda iken zor olur dedim sizinle gelemem şimdi.O an ikisi birden iki yanımda durdu dokundular bana ellerime. İkisi birden sevdi Mustafam sağımda ,kocam solumda.
O an bende onlarla birlikte dalıp gitmişim. Yağmurun odaları ıslatışı gibi iki birden gözleriyle ıslattılar beni.Anlayamadım bu kadar ıslaklığı ama rahmete rahmet kattılar sanki.
Unutmadan birde bana iki saksısında kırmızı gül getirmişler baş ucuma diktiler elleri havada toprak karışan ellerini semaya açıp dua ettiler işte o an öldüğümü anladım.
Anne gözüyle kocamı ve Mustafa’ mı ne çok özlemişim.
Kocam kendi kendine içinden söylese de yanıma ne çok gelmek istediğini. Ben şimdilik Mustafamın başında kalmalısını söyledim. O duymasa da beni, üstümdeki buğday tanesi için konan kuşlar duyup kocama söylemişti....
Ayrılırken, Mustafamın ağzından bir amin çıktı, birde Allah’a ısmarladık Anneee...
Kocam boynu bükük içinden söyledi duydum onu hemde çok yüreğinin içinden geçirdiği sözleri...Hala kulaklarımda yankılansada...Ölüm sessizliği kadı mezarlığın ortasında birde benim gibi yatanlar.....