- 1926 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Plastik Top...
Zamanın, “ İlkbahar Güneş’inin, dağların zirvelerinde erittiği karları, derin vadilerden denizlere taşıyan çoşkun nehirlerinde ki sular gibi! ” aktığı şu yaşlarında insan, duygusallığının zirvelerinde yaşıyor sanırım.
Hiç ummadık bir anda, bir koku, bir ses, ya da görsel bir uyarı ile, insan beyninin kıvrımlarında geçmiş yeniden canlanıyor sanki.
On beş yirmi yıl kadar öncesiydi.
Bir köy sağlık ocağının gencecik “ yeni ” doktoruydum o vakitler. Hoş, bir iki yıl kadar sonra yenisi gelince “eski ” olduk ya o da ayrı bir mevzuu…
Bir öğlen saati, sağlık ocağının çim bahçesinde üzerilerinde yırtık okul formalarıyla köyün oğlan çocukları maç yapmaktaydı. Hoşuma gitti. İlgiyle izlemeye başladım. Temizlik görevlisi hepsini tam kovalayacak iken engelledim. Altıma bir demir sandalye çekip sigaramı yaktım. Az sonra gelen demli çaydan keyifle yudumlarken kendi çocukluk günlerimi hatırladım. “ Ne kadar da mutluyduk çocukken” diye geçiverdi içimden...
Neyse efendim.
Çocuklar beşer kişilik takımlarıyla maç yaparken, bir kısım çocuk ise doğal doğa tirübünlerinden heyecanla kendi takımlarını destekliyorlardı.
Bağrışlar, çığlıklar...
Bir ara, top seyircilerin üzerinden az ötedeki lojmanların olduğu yere doğru kaçtı.
O sırada dikkatimi çekti.
Bir çocuk, kalabalık grubunun dışında ve tek başına maçı uzaktan ilgiyle izliyordu. Oturduğu hemşire lojmanının üç basamaklı merdiveninden hızla topa doğru atıldı. Az daha düşüyordu.
Kendisine yaklaşan eski plastik topu kapıp, oyunculara doğru öyle bir vuruşu vardı ki! görmeliydiniz. O kadar mutlu olmuştu ki, yerine dönerken kendi kendine gülümsüyordu.
Kalkıp yanına gittim.
Ayakabıları ve tüm giysileri oldukça eskimişti. Beni fark edince ayağa kalktı.
-Senin adın ne bakalım?
diye sordum.
Utangaç bir tavırla önce bana sonra yere doğru baktı.
Bir iki saniye duraksadıktan sonra,
-Ömer…
dedi sessizce.
-Sen niçin böyle uzaktasın Ömer?
dedim.
Cevap vermedi.
Ben farkında olmadan bize yaklaşan bir kız öğrenci;
-Onu oynatmıyorlar hocam!
dedi.
- Neden?
diye sordum.
Biraz duraksadı ve kız;
-Çünkü onun annesi başka kocaya kaçtı.
diyerek sorumu cevapladı.
Ömer ise hiç sesini çıkartmadan yere gözlerini dikmiş öylece duruyordu.Tek kelime etmeden oradan uzaklaştım.Köy bakkalından gıcır cıcır bir kırmızı top alıp geri döndüm. Ömer, hala merdivenlerde oturmaktaydı. Üç dört metre yaklaşınca
-Ömer!
diye seslendim.
Bana baktı.
-Gel bizde oynayalım.
dedim.
Topa ayağımla vurarak Ömer’e doğru yönlendirdim.
Yanına gelen topa öylece baktı.
Sonra, topa bana doğru vuracakken son anda vazgeçti. Topu eline aldı. Önce eliyle sonra önlüğüne sürterek topun tozlarını sildi.
Elinde kırmızı top öylece durdu. Gözlerini yere dikti.Hiç kıpırdamıyordu.
-Bu top senin Ömer!
dedim.
Gözlerime baktı.
Kap kara gözleri birden ışıl ışıl parladı.
Hiç konuşmadan koşmaya başladı. Kırmızı plastik top kucağında, karşı yamaçtaki fındık bahçelerinin yem yeşil yapraklarının arasında kayboldu…
Ömer’le top oynayamadık.
Okul çıkışlarında bir kaç kez daha Ömer’i uzaktan gördüm. Hep okuldan en önce o çıkıyor, kimseyle konuşmadan koşarak evine gidiyordu.
Mecburi hizmetim bittikten sonra o köyden ayrıldım. Bir daha da ne benim yolum o köye, ne de o köyün hastalarının yolu bana düştü.
Şimdi düşünüyorum da;
"Muhtemelen Ömer otuzlu yaşlarındadır şimdi. Kim bilir nerede nasıl bir yaşam kavgası veriyordur? Okumuş mudur acaba? Umarım mutludur. Umarım bir karısı bir de çocuğu vardır ve evlendiği kadın, ikisine de annelik yapan! onları hiç terk etmeyen bir kadın dır!..."
Neden mi yazdım?
Az önce sebepsiz yere Ömer aklıma geldi de. Beyin işte, engel olamıyor insan...
Tüm vefalı annelerin Anneler gününü kutluyor, ellerinden öpüyorum...
Ahad…
YORUMLAR
Durup durup böyle vuruyorsunuz okuru...Sanırım gerçek bir öykü bu. Ve siz gerçekten hissettirerek, hatta manzarayı fotoğraflayarak anlatmışsınız konuyu.
Ah bu anneler...Varlıkları yaşatır, yoklukları öldürür. Keşke hepsi misyonlarının farkında olabilseler. Allah'ın onlara cenneti neden vadettiğinin bilincinde olsalar...Böyle Ömer'ler olmasa. Bir adam uğruna evlattan geçmek...Yine de kınamamak en doğrusu. İbret alıp Yaratana sığınmak...
Teşekkürler bu manalı yazı için değerli yazar. Daha bu saatten 12 Mayısın en manalı yazısını okudum diyebilrim.
Saygılar.
ahad karacan
Selamlar...