- 1159 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
Ümmühan II
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yılmaz şimdi nerelerdedir acaba? İki kez sınıfta kalmıştı, atılacağı konuşuluyordu. Matematik dersinde tanışmıştık. Kaybedeceğini bile bile benle çayına iddiaya tutuşmuştu. Sonra bir ben, bir o, birbirimize çay ısmarlaya ısmarlaya arkadaş olmuştuk. Kızlar “seninkinden ne haber?” derlerdi. Benimki değildi aslında. Arkadaştık sadece. Ya da öyle olduğunu sanmak işime gelmişti.
Sonra bir Pazar günü Taksim’de bildiri dağıtırken görmüştüm onu. Bakmadan geçmiştim. Bir süre okulda onunla karşılaşmamaya çalışmıştım. Yarıyıl tatilinden sonra ne olduysa tekrar görüşmeye başladık. Bana kitaplar getirirdi. Marks’ın Kapital’i, Mehmet Uzun’dan “Dicle’nin yakarışı”, ve yarım bıraktığım başka birkaç kitap daha. Bazen devrimden bahsederdi. Hayalindeki ülkeyi anlatırdı. Aslında anlattıklarından pek etkilenmiyordum. Bu zamanda solculuk mu kalmıştı. Ama hep iyi yaptığım şeyi yapıyordum. Dinliyordum. Bazen de dalga geçmekten geri durmuyordum. “O kadar eyleme katıldın, daha ne bir dayak yedin ne tutuklandın. Nerede kaldı senin kahramanlığın. Anca bir gözaltına alınırsın üç beş saate de bırakırlar, o kadar” Gülmüştü. Oysa bir eylemin ertesi günü, pantolonun paçası baldırına değdikçe cop yerlerinin nasıl sızladığını yüzünden okuyabildiğimi bilmiyordu.
“Ateistim” demişti. İçim titremişti. Gür kirpiklerinin arasından“Beni inandır” der gibi bakıyordu. Hidayete ermesi için dua ettim. Elimden başka bir şey gelmedi.
“Ben bırakacağım okulu.”
Kantinde oturuyorduk. Sandalyemi kalorifere iyice yaklaştırmış ısınmaya çalışıyordum. Kış ortasıydı.
“Çok düşündüm, memlekete gideceğim. Halkların kardeşliği için ve özgürlük için çalışacağım. Orada bu uğurda çalışan kardeşlerimin arasında katılacağım. Herkesin hayatta bir davası var. Benim de davam bu.”
Böyle zamanlarda ben, mantıklı cümleler arayadururken içimde biri benden hızlı davranıp konuşmaya başlar ve ağzımdan çıkanların güzelliğine ben de inanamam. Yine öyle olmuştu. “Sen bilirsin” diyebilirdim. “Bana ne diye anlatıyorsun?” diyebilirdim. “Okulu bitir diplomayı al, sonra ne yaparsan yap” da diyebilirdim. Ama;
“Sen çok temiz birisin, iyi niyetlisin. Böyle büyük örgütlerde büyük işler döner. Beklediğin gibi olmaz. Senin çabalarını da kötüye kullanırlar. Sana yazık olur diye korkuyorum.” dedim. Masadan kalkarken yüzüne bakmıştım. Kirpikleri akşam gölgeleri gibi uzun, gözleri ıslaktı.
***
Alışveriş merkezinin üst katındaki kafelerden birine oturduk. Az önce kasadaki oğlanla lanlı lunlu konuşan o değilmiş, biz de hiçbir şey duymamışız gibi yanımıza gelen garson çocuk, k’larının bütün kabalığından anında kurtulmuş tertemiz bir dille siparişlerimizi sordu. Başak Sezar salata ve portakal suyu istedi. Damla kararsızdı. Her yemekte doğum sonrası kilolarını veremediğinden yakınır, Başak’ın zayıflığına ve iradesine özendiğini belirtir sonra da bol kalorili bir şeyler sipariş etmekten kendini alamazdı. “Sebzeli krep olsun, diyet kola ve bir de …ayy frambuazlı cheese cake varmış, ben buna dayanamam işte! Arkadan da bir cheese cake alayım ben.” “Tabii efendim” dedi garson olanca kibarlığıyla. Bense bu bistronun zengin menüsünde bile bulunması mümkün olmayan bir şey hayal ediyordum. Sac böreği. Köyde kış erzakının tükenip yaz sebzelerinin de daha çıkmamış olduğu bahar günlerinde Allah bir ot bereketi gönderirdi. Efelek, madımak, tekesakalı. Nenem dağlardan o otları toplar, bir örtüye bohçalar, eve getirirdi. Bahçede sac yakılır, komşu kadınlar çağrılır, yufka açılırdı. Varsa azıcık da köy peyniriyle otlar karıştırılıp börekler yapılır, tavşanayağıyla üstlerine tereyağı sürülür, sıcak sıcak yenirdi. Nenem bu otların şifalı olduğuna inanırdı. “Bak çok şükür bir tek hap bile içmedim ben ömrümde, doktor yüzü görmedim. Bu otlara saklamış Rabbim şifayı. Kurban olduğum Allah, her şeyi ne güzel yaratmış!” Yıllar geçtikçe onu daha iyi anlıyordum. Okuma yazması olmayan ama irfanı olan bir kadın. Kümesteki civcivi, ahırdaki koyunu, kapı önündeki asmayı, kırık çömlekten sarkan küpeliyi, ve taşlar arasından kim bilir kimin tükürdüğü bir çekirdekten çıkıvermiş bir karpuz fidesini böyle severdi. “Kurban olduğum Allah, her şeyi ne güzel yaratmış!”
Başak şu an üstünde çalıştığımız projenin müdürüydü. Başarılı biriydi. Sanata meraklıydı. Her hafta ya konsere ya baleye giderdi. Minyon bir tipti. Çocukken bale yapmış olabileceğini düşünüyordum. Ama bunu ona sormamıştım. Salatasına sos dökerken anlatmaya başladı.
“ Dünkü gösteri bir harikaydı. Hepimiz bayıldık. Oradan çıkınca da bir şeyler içmeye gidelim dedik. Sahile indik. Yeni bir yer açılmış. Ambiyansı da çok hoş.”
Damla ağzında kreple konuşamadı. Sadece “Hıı!” dedi. “Demek yeni bir yer açılmış sahilde !’ anlamına gelen bir “hıı”.
Başak devam etti.
“Nasıl boğazımız kurumuş görsen. Barış çok iyi anlıyormuş şaraptan meğer. Eksper gibi. Zeynep’in bir şey bildiği yok. Ne getirirlerse içiyor kız. İnsanda bir seçicilik olmalı ama. Bak mesela ben şarap sevmiyorum. Tatlı içki seviyorum. Archer’s Bailey’s filan olsa hayır demem yani”
Başak’ın neden bahsettiğini çoğu zaman anlamıyordum. Beni yok sayması boşuna değildi. O konuşurken gerçekten de kendimi yok gibi hissediyordum. Kültürü, yetişme tarzı çok farklı diye düşünüyordum. Kim bilir ailesi nasıl insanlardı?
Diğer konular her zamanki konulardı. Burberry’nin yeni parfümü, çantalarda indirim yapan mağazalar, internetteki alışveriş sitelerinde neyin kaça olduğu filan.
“Ümmiş sana da bir çanta alalım kız. Çok şık şeyler var.”
Bu Ümmiş de neyse! Fatma’ya Fatoş, İbrahim’e İbo deniyordu da bana bu Ümmiş ismini nerden bulmuştu Damla, anlamıyordum.
“Laptop çantası bana yetiyor.” dedim.
“Ümmiş senin saçlara bir Brezilya fönü yaptırsak, hafif bir de makyaj, süper olursun kız.”
Güldüm. Gözlerim bu kadar küçük, elmacık kemiklerim bu kadar çıkık, bedenim de bu kadar çelimsizken, hala bir peri dokunuşuyla külkedisi misali süper olma ihtimalim hoşuma gitmişti.
Başak konuyu değiştirdi. “Oğlan nasıl Damla, kreşe alıştı mı?”
Böylece yemeğin sonuna kadar bir daha bana ya da çevredeki her hangi bir şeye uğraması mümkün olmayan bir sohbet açılmış oluyordu. Damla çocuğundan bahsederken dünyayı unuturdu. “Ayy oğluşum çok tatlı ablası.” diye başladı, uyku saatinden kurtulmak için yaptığı numaraları, âşık olduğu kızları, yeni oyuncağını ve buna benzer bir sürü şeyi anlata anlata cheescake’ini bitirdi.
Başak kötü biri değildi herhalde. Tam anlayamamıştım. Hoş bir tipti. Esmer teniyle sarı saçları biraz uyumsuz gibiydi ama burnu hayranlık uyandıracak derecede düzgündü. Ona baktıkça, kendi burnumun kemerine daha fazla takıyordum. Benimkine küçük bir cin otursa sırtını da alnıma yaslayıp saatlerce yorulmadan etrafı seyredebilirdi. Tövbe tövbe. Ne derdi nenem: "Tornadan mı çıktık kuzum? Kurban olduğum Allah insanı çeşit çeşit yaratmış. Kimi kara kimi sarı, kimi köylü kimi şehirli. Herkesin fikri başka. Amma dünya bi tek. Ömür bi tek. Kıymatını bilcez, herkesle güzel güzel geçincez."
“Septorinoplasti.” demişti Damla.
“Hastalık gibi bir şey mi?”
“Yok canım, burun estetiği”
“Neyse ne, çok düzgün maşallah.”
“Kahve içelim mi?” dedi Başak. Damla bana baktı. “Çay içerim” dedim. Burada çalışmaya başlamadan önce kahveyi hiç sevmiyordum. Ofisteki kahve makinesinden mi, herkesin elinde gezdirdiği termos kupaların havalı oluşundan mı ben de kısa zamanda kahve düşkünü olup çıkmıştım. Son bir ayda kahvaltı yapmayı da bırakmış, güne sütsüz kahve ve kekle başlar olmuştum. Hele bu sabah projeyle uğraşırken kaç kupa içtiğimi saymamıştım bile. Çarpıntım tutarsa projenin yarına yetişmesi yalan olurdu. Damla americano istedi. Başak da maki..makili bir şey. O ara Serdar geldi.
“Naapıyonuz hanımlar?”
“Hoş geldin, kahve ısmarlayalım?” dedi Başak.
“Ben içtim. Sizinle takılayım diye geldim biraz.”
Yan masadan bir sandalye çekti. Serdar kocaman bir adamdı. Kocaman adamların kendine has rahatlığını taşıyan bir adam. Sandalyeye zorla sığdı, gövdesi yanlardan taşıyordu. Bacaklarını açığa doğru uzattı.
“Sabah en erken ben geldim sanıyordum. Otoparkta senin arabanı gördüm. Kaçta başlıyorsun sen çalışmaya?”
“Sorma Başak. Bu hafta işler çok sıkıştı. Sabah namazı kılıyoz geliyoz valla.” Kocaman adamların kahkahasıyla güldü. Damla’ya döndü. “Sen naapıyon fıstık?”
“Ne olsun Serdar. Evden işe koşturmaca.” dedi Damla.
Çayımdan bir yudum daha aldım. Kül tablasının altına biraz para sıkıştırıp kalktım.
“Ben kaçtım, işim çok, size afiyet olsun.”
Asansör beklerken hala Serdar’ın kahkahalarını duyuyordum. Bu hayatta bu kadar gülecek ne varsa!
YORUMLAR
cizgilikagit
Selamlar.
Yok ben gerçekten okur kalbime güveniyorum. Gerçekten çok güzel bir iş çıkartmışsınız yine. Maşallah. Hani roman olsaymış da iyi olurmuş. Şimdi diyeceksiniz ki öykü dedin yazdık şimdi de roman mı? Neden olmasın:)
Yerinde bir seçki. Ben dün bekliyordum ama bugün olmuş, hayırlısı.
Başarılar diliyorum sevgili yazarım. Devam....
cizgilikagit
Ümmühan'a gelince şükür ki biraz daha istediğim konulara yaklaştım onun sayesinde, biraz daha etliye sütlüye karışan bir karakter oldu.
Burayı bir okul gibi görüyorum. O nedenle beğenileriniz yanında önerileriniz varsa onları duymak da beni memnun edecek.
Selamlar
Uzun soluklu bir diziye başlamışsınız, hayırlı olsun.
Akıcı üslubunuzu beğenerek okuyorum, gelişmeleri merakla bekliyorum.
Selam ve sevgiler...
cizgilikagit
Sandığınız kadar uzun olmayabilir. Keşke öyle ciğer olsa bende de öyle uzun soluk çıksa ama şimdillik elimden gelen bu. Kısmetse yarın son kısmı ekleyip bitirmeyi dşünüyorum. Beğenmenize memnun oldum.
Selamlar.
Estağfirullah... Gerçekten güzel, kelâmınız daim olsun.
Siz yazdıkça, biz okuruz. Sitede böyle güzel yazan on kadar arkadaş varsınız, maşallah diyeyim.
Okuma hızım... Bakın, ben de o konuda meşhurumdur.
Selâm ile...
cizgilikagit
Öyle iyiler var ki ben kendi yazdıklarımı ancak birkaç dakikalığına beğenip sonra yine hatalar bulmaya koyulabiliyorum.
Ama marifet iltifata tabi. İltifatınızı esirgemediğiniz, beğeninizi belli ettiğiniz için tekrar teşekkür ederim.
Neden günün yazısı olmadı bu yazı, hâlâ anlamış değilim. Yorumlarımda ilk olacak sanırım, ama bence bu yazı hârika! Roman bile çıkar bundan, kanaatimce.
Ben Ümmühan'ı pek bir sevdim. Rastgele...
Selâm ile tebrik ediyorum.
cizgilikagit
Ben de yazdıkça dallanıp budaklanmasından korkuyordum sahiden romana doğru gidebilecek bir karakter oldu. İnşallah çok dağıtmadan bir anafikir etrafında toplayıp bitireceğim, bir paragrafım kaldı.
Desteğiniz için tekrar teşekkürler.
Selamlar.