- 771 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hortlamayan ölü
Duydum. Ölmüş. Kireç beyazına boyanmış koridorda volta atmaya başladım. İlk kez bir ölü görecektim. Kararlıydım, ilk kez bir ölünün yüzüne yakından bakacaktım. Ve ilk kez bir ölüyle baş başa kalacaktım. Odasına girmeden önce bir volta daha attım. Karnım ağrımaya başladı. Ya onun ki kadar şişerse! Konuşurlarken duymuştum. İyice şişmiş. Ameliyat için geç kalmışlar. Kurtaramamışlar. Kapısının önüne geldim, yavaşça açmalıyım diye düşündüm. Hoş, hızlı açsam da duyamazdı ya, düpedüz korkuyordum işte. Oysa, daha dün üç kız birbirimize dalmış, enikonu kavga etmiştik. Avuçlarımızda tutam tutam siyah, sarı, kumral saçlar. Ayırmak için epey uğraşmışlardı. Hep bana anlatılan hortlak masalları yüzünden. Bir ölü ne yapabilir ki ? Soru zihnimde dolanırken, ölü de çarşafa dolanıyor. Üzerime üzerime geliyor, ürküyorum. Anlamsız anlamsız bağırıyor, kaçıyorum. Masal bitiyor.
Hayır, bu kez durdurmalıyım. Ona birisinin öldüğünü söylemesi gerek. Kapı tokmağını yavaşça çevirdim. Odaya girdim. Eski püskü perde sıkı sıkıya çekilmiş. Oda yavaş yavaş loşluktan karanlığa dönmeye başlamış. Artık ona aydınlık gerekmez, artık ona deniz manzarası lazım değil, artık ona karanlık yeter gibi. Bembeyaz çarşafı boynuna kadar çekmişler. “Güllü dallı olsa ne fark edecek, içi mi ferahlayacaktı” der gibi. Başucunda serum askısı. Şişenin içinde ilacın yarısı hâlâ duruyor. Bitmesini beklememişler. Sana bu kadarı da fazla gibi. Hâlbuki, o iyileşip hastaneden çıkacağını, arkadaşlarının her zamankinden daha sıcakkanlı davranacaklarını hayal etmiş olabilirdi. Öğretmenin şefkatle bakan gözlerinin en çok onun üzerinde dolaşacağı, annesinin yemek getirip nazlayacak, sırtına havlu koyacağı, belki sınıfta o beğendiği kızın bile gelip elinden tutacak olması da.
Sanki uyuyordu. Günlerce uykusuz kalmışta sızmış gibi. Uzun uzun baktım. Saçları ıslaktı. Hâlâ ter damlaları vardı alnında. Hızlı hızlı koşup kan ter içinde kalmış gibi. Kaşları ince seyrek, dudakları çizgi halinde. Mutlu ölenler belki hortlamazdı diye mi bilmem, çok dikkatli baktım yüzüne. Bir iz aradım mutlu ölüme dair. Dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme izi. Yoktu. Bekledim. Nefes almasını bekledim. Almadı. Yine üzüldüm. Hiç kalkacak gibi durmuyor, geldiğimi umursar hali de yoktu. Sapsarı bir yüz. Gördüğü bir şeyden korkmuş gibi. Üzüldüm. Doğduğunda sevinenler yoktu. Eve beş dakika geç kalsa meraklanan annesi, “koçum benim” diye seven babası, yoktu. Maç yapmak için dil döken mahalle arkadaşları, başucunda çok sevdiği elmaşekeri de yoktu. Hortlaklardan korkan ben vardım. Sen artık öldün diye söyleyecekken, yuttum kelimeleri. Kocaman şişkin karnı patladı patlayacak gibi. Karnımı elledim, rahatladım. Gülmedi halime. Çarşafa dolanıp kalkmadı, korkutmadı beni. Sevdim onu. Masallar yalanmış meğer.
Odada, biri beyaz çarşafa sarılmış sessiz, biri ayakta sessiz iki çocuk. Biri ölümden korkuyordu, biri hortlayan ölülerden.
İsra Doğan