19
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1731
Okunma
Oudine, Avignon yolunda kahya Gregoire’un atının terkisinde ilerlerken, hemen önlerindeki dük Garonne’nin, ışıl ışıl parlayan zırhından bir an olsun gözlerini ayırmadı. Her an dükün atından inip, sarayına varmayı beklemeden kanunun gereğini yerine getirmesinden korkuyordu.
Düğün alanından uzaklaşmadan önce, geriye dönüp Bastien’ın halini görmek istemişti. Fakat göreceği şeyin ömür boyu hayatına yapışıp kalacağını çok iyi bildiği için bundan vazgeçti. En yakın arkadaşı Ysabel’in çığlıklarını, annesinin yakarışlarını, Bastien’ın iniltilerini, onu sakinleştirmeye çalışan Perrenet ve Guerin’in yarı ağlamaklı telkinlerini duymak ona yeterince acı vermişti zaten. Kahyanın belindeki kemere tutunup sessizce ağladı. Gregoire bunu fark edince atını yavaşlattı ve dükle arasına sesinin duyulamayacağı kadar mesafe koydu. Muhafızların arkasında kalması mümkün değildi. İki tarafını kolladıktan sonra temkinli bir sesle “Kaderine razı ol. Ağlamamanı tavsiye ederim” dedi. Sonra kaderine itiraz eden gelinlerin başına gelenleri kısaca anlattı.
Oudine, yaşlı adamın sesindeki merhametten güç alarak ağlamayı kesti. Sarayda kendisini daha acıklı bir durumun beklediğini düşünüp, kalan gücünü o ana saklamaya karar verdi. Bir yandan da Bastien’ı uğrunda ölebilecek kadar sevip sevmediğini düşünüyordu. Evlenebilmek için yıllarca babasının rızasını beklemişlerdi. Bastien ümitsizliğe kapılıp yarı ayyaş bir şekilde dolaşmaya başlayınca, kasabalı araya girmiş, gençlerin evlenmesine müsaade etmesi için Oudine’nin babasına ricada bulunmuştu.
Kasabada yaşayan herkes gibi Bastien ve Oudine de dük’ün “İlk gece yasasını” biliyordu. Mutluluk içinde düğün hazırlıkları yaparken bile biran olsun bu korkunç gerçeği unutmadılar.
Sarayına doğru yol alan dük II. Philippe de Garonne’nin bilmediği bir gerçek vardı. Oudine ve Bastien düğünden iki gün önce gizlice nikahlanmış ve karıkoca olmuşlardı. Böylelikle “ilk gece yasası” kısmen ihlal edilmişti. Bu suçun cezasını yalnızca dük tayin edebilirdi. Genç çiftin sabahı görmesi mümkün görünmüyordu.
Dük’ü, sarayın doğudan getirilmiş eşsiz mermerlerle süslü terasında bekleyen düşes Elizabet, heyecandan nerede duracağını bilemiyor, sürekli hizmetkarlarını azarlıyor bir yandan da dükün hazır edilmesini emrettiği gelin odası için talimatlar yağdırıyordu. Bu durum onun için ilk değildi. Toy bir düşes gibi dövünüp ağlamasa da, neredeyse yarım asırdır kocası olan adama olan kırgınlığı içini yakıyordu. En sonki kanun uygulama gecesinde fenalaşmış, iki gün kendine gelememişti.
Elindeki kadehi dudaklarına götürürken artık bütün bu üzüntü ve heyecan için çok yaşlı olduğunu düşündü. Derebeyliğin sınırları içerisinde yaşanan bütün aşkların derdi Elizabet’i sarıyor, yaşlı düşes kahyanın getirdiği her düğün haberinde bir kat daha çöküyordu. On dört yaşında bu saraya gelin geldiğinden beri bitmek bilmeyen bir azaptı yaşadığı. Üstelik kocasının derebeyliğin her yanında adı sanı meçhul onlarca çocuğu olmasına rağmen kendisinin bir evladı bile yoktu.
Atlılar saraya çıkan yolun ucunda görününce elindeki kadehi hizmetkarına verip kederli bir yüzle avluya indi. Onunla beraber gelin karşılama seremonisinde bulunacak hizmetkarlar da avludaki yerlerini aldılar. Erkekler baştan ağaya kırmızılarla donatılmışken, kadınlar sade kesimli elbiselerinin üzerine gösterişli iş önlükleri geçirmişti. Sarayın her köşesi Hindistan’dan getirilen dev büyüklükte kokulu mumlarla aydınlatılmış, gelin odasına giden hol, değerli tablolar ve rengarenk ipeklerle süslenmişti. Garonne’nin genç gelini için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamıştı.
Olan biteni kaldığı misafir odasının küçük terasından izlemeyi tercih eden Lukas, ihtiyar amcasının bir an evvel ölmesi için kadeh kaldırdı. Dük’ün resmi bir çocuğu olmadığı için bütün bu ihtişamın ve saltanatın tek varisi oydu. Vakti gelince amcasının yerini alacak ve kanlı iktidar savaşında hayatını kaybeden babasının son arzusunu yerine getirecekti. Bu yaşına kadar düke karşı durmamasının tek sebebi işte bu biricik hayaldi. Annesinin şiddetli telkinlerine rağmen amcasıyla savaşa tutuşmak yerine sabırla beklemeyi, bu arada askerlik ve yönetim alanlarında kendini geliştirmeyi tercih etti. Gizli gizli yürüttüğü politikalar sayesinde civar derebeylerin saygısını ve Avignon halkının güvenini kazandı.
Hiç aksatmadan kanun uygulama gecelerine katılır, sabaha karşı sarayın koridorlarından yükselecek “Ekselansları dük Garonne öldü!” müjdesini beklerdi. Bu gecede aynı ümit içindeydi. Kahyanın attan indirdiği gelini düke sunma merasimini izlerken içinden “Bu seferki zavallı hepsinden de güzel” diye geçirdi.
Üzerinde sırça kadehler bulunan tepsisiyle düşesin hemen yanında duran genç hizmetçi Alya, Oudine’in kederli yüzüne bakıyordu. Kendisi de onun gibi düğün gecesinde bu saraya getirilmiş, dükün bir gecelik karısı olmayı reddedince köle olarak sarayda tutulmuştu. Üstelik karşı koymaya çalışmanın tek bedeli bu da değildi. O gecenin üzerinden birkaç ay geçmemişti ki hamile olduğu anlaşıldı. Düşes bu durumu öğrenince Alya’yı doğuma kadar sarayın mahzenine kapattı. Alya yalnız başına doğurduğu bebeğini yalnızca birkaç saat kucağında tutabilmişti. Hava aydınlanınca yemek vermek için gelen muhafız bebeğin sesini duymuş, düşesin daha önce verdiği talimat üzere çocuğu annesinin kucağından alıp bilinmez bir yere götürmüştü. Alya, düşesin bütün gaddarlığına rağmen katil olamayacak kadar insaniyeti olduğunu biliyordu. O yüzden tam yedi yıldır bebeğinin kendisine geri verileceği günün hayaliyle yaşıyordu.
Garonne, Oudine’in çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı. Genç kızın gözlerini kaçırmasına sinirlendi. Ona göre köylü kısmı nankör mahlûkattan başka hiçbir şey değildi. Onun gelini olmak, bir köylünün hayatı boyunca sahip olabileceği yegane şanstı. Bu şansın kıymetini bilecekleri yerde düşmanca tavırlar içine girmelerini bir türlü aklı almıyordu.
Alya, düşesin işaretiyle saygıyla eğilip tepsiyi Garonne’ye uzattı. İkisi birkaç saniye göz göze geldiler. Dük aradan onca yıl geçmesine rağmen bu asi yüzü unutmamıştı. Garonne önce Oudine’in kadehini aldı ve bir yudum içtikten sonra kadehi geline uzattı. Oudine’in elleri titriyordu.
İhtiyar kahya muhafızların olduğu bölümden merasimi izliyordu. İki yıl önce kızını kendi elleriyle düke taktim ettiğinden beri bu acı merasimler hayatının işkencesi haline gelmişti. Halbuki kızından önce ne kadar acımasızdı. Düğün meydanından zorbaca alıp atının terkisine attığı gelinlerin feryatları, geride kalanların acıları, gayrimeşru çocukların akıbetleri umurunda bile değildi. O sadece yıllardır hizmetinde olduğu Garonne’den alacağı bir kese altını düşünürdü. Günün birinde kanunun kendi kızı için de uygulanacağını hayal bile edemezdi. Zavallı kızı, dük’ün zulmüne uğramış, bu durumu kabullenemeyen eşinin kendisini reddetmesiyle aklını kaçırmıştı. Şimdi şehrin diğer ucundaki ıssız bir senatoryumda ölmeyi bekliyordu.
Garonne kendisi için hazırlanmış yakutlarla süslü kadehi dudaklarına götürürken Lukas ve Elizabet göz göze geldiler. Genç adam düşesi tebessümle selamladıktan sonra elindeki kadehi havaya kaldırdı. Alya sezdirmemeye çalıştığı bir kinle dükü süzdü.
İçkiler içilmiş, gelinin odasına geçme vakti gelmişti. Önde dük ve Oudine arkada düşes ve hizmetkarlar saraya girdiler. Kahya barakasına doğru yürürken o ana kadar tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı.
Garonne, adet olduğu üzere karısıyla akşam yemeğini yiyecek ondan sonra gelinin yanına çıkacaktı. Gelinle yemek salonunun girişinde ayrıldılar. Bir grup muhafız Oudine ve Alya’yı gelin odasına götürürken, Garonne düşesle birlikte masaya oturdu ve hiç konuşmadan yemeğini yedi. Alya, Oudine’in üzerindekileri çıkartıp dükün seçtiği giysileri giymesine yardım ederken kulağına eğilip sakin olmasını ve asla karşı koymamasını tembihledi. Aralık duran oda kapısından koridorda şakalaşan muhafızların sesini dinledikten sonra, Oudine’in avucuna küçük bir şişe sıkıştırdı ve “Bunu yatmadan önce dükün kadehine boşalt” dedi. Sonra odadan çıktı, muhafızlarla ayaküstü sohbettin ardından sarayın uzun koridorunda gözden kayboldu.
Lukas, yaldızlı merdivenlerden ağır ağır inerek damadı tebrik için yemek salonuna geçti. Dükü selamladıktan sonra ona olan minnettarlığını belirten küçük bir konuşma yaptı ve “Ekselansları siz her şeyin en güzeline layıksınız” dedi. Dükün göğsü gururla kabardı. Kendini daha önce hiç olmadığı kadar mutlu ve güçlü hissediyordu. Son kez masada oturan karısına baktıktan sonra muhafızıyla birlikte gelin odasına doğru yollandı. Süslü holden geçerek Oudine’in bulunduğu odaya girdi. Yatağın kenarında oturan gelini heyecanla süzdü. Kapıda kalan muhafızını el işaretiyle içeri çağırdı ve birlikte odanın giyinmek için ayrılan bölümüne geçtiler.
Oudine yerinden kalktı, sarayın penceresinden uzak tepeleri hüzünle seyretti. Bastien’ı düşündü. Şimdi kim bilir ne yapıyordu. Dahası onları nasıl bir sabah bekliyordu? Avucundaki şişeyi sıktı ve yatağın baş ucundaki içki şişesine baktı. İçinde her ne sebeple olursa olsun adam öldürebilecek kadar güçlü bir duygu yoktu. Belki de en iyisi herkesin geçtiği yoldan sessizce geçmek diye düşündü. Aklına Bastien’la geçirdiği iki gün gelince bu fikrin hiç de işe yarar olmadığını anladı. Onlar için ölüm kaçınılmazdı artık. Tekrar ipekler içindeki yatağa oturduğunda, Bastien’ın köy meydanında asıldığını, çırpınan ayaklarından fırlayan ayakkabıların sağa sola düştüğünü, bir yana devrilen boynunun üzerindeki cansız başını, irice açılmış gözlerini ve sarkmış dilini görür gibi oldu. Bu hayal ona ihtiyacı olan cesareti az da olsa vermişti. Alya’nın tarif ettiği gibi dükün kadehini hazırlarken zehri de ilave edecek sonra kadehi işve ile düke sunacaktı.
İçeriden Garonne’in bağrışları geliyordu. Oudine ürkek bir kuş gibi kapıya sokulup konuşulanları dinledi. Dük muhafızını kol düğmesini etine batırdığı için azarlıyordu. Sonra ses kesildi ve Garonne hışımla dışarı çıktı. Kapı Oudine’in yüzünü rüzgarıyla sıyırıp geçti. Muhafız mahcup bir şekilde odanın ortasında duruyordu. Garonne yaka cebinden çıkarttığı mendille bileğindeki kanı sildi. Muhafıza yıldırım gibi gözlerle baktıysa da, gelini ürkütmek istemediği için daha fazla bir şey söylemeden adamı odadan kovdu.
*
Sarayın süslü koridorunda merakla içeriyi izleyen bir kalabalık vardı. Hizmetkarlardan kimi korku içinde içeride bir şeyi işaret ediyor, kimi yanındakine fısıltıyla bir şeyler anlatıyordu. Elizabet ipek sabahlığının eteklerini savura savura holü geçti ve kalabalığı yararak odanın kapısında durdu. Birkaç dakika öylece kaldıktan sonra sendeleyerek içeri girdi. Alya tedirgin bakışlarla kalabalığın en arka saflarından olan biteni izliyordu. Çok geçmeden Lukas da bağrışlara uyandı ve heyecanla odanın önüne geldi. İçten içe dükün ölmüş olması için dua ediyordu. Kapıdaki muhafız ve hizmetkarları iterek düşesin ardından odaya girdi.
Oudien kanlar içinde yerde yatıyordu. Dük ise elinde hançer olduğu halde yatağın kenarına yaslanmış, gözlerini hiç kırpmadan geline bakıyordu. Düşes şaşkındı. Olduğu yerde nefes almadan manzarayı izledi. Lukas eğilip kızı yerden kaldırdı yavaşça yatağın üzerine bıraktı. Garonne hiç kıpırdamıyordu. Lukas bu kez dük için eğildi ve eliyle nefesini kontrol etti. Dudaklarından dökülen tek kelime sarayın yaşlı duvarlarında yankılandı: Ölmüş!
Kısa bir süre sonra Oudien kendine gelince düşes kapıyı kapattı. Kız olan biteni anlatırken ağlıyordu. Garonne içki içmeyi reddetmiş böylece zehirleme planı suya düşmüştü. Oudine için geriye tek bir seçenek kalmıştı. İtaat edip, olacak olanları beklemek. Beklenen olmuştu ve dük gelinin bakire olmadığını anlayınca kızın yüzünü parçalamıştı. Elbette Oudine zehirden kimseye söz etmedi. Yüzünün acısıyla bayıldıktan sonra neler olduğunu o da bilmiyordu. Düşes ve Lukas kuşkuyla birbirlerini süzdüler. Fakat kimse kimseyi suçlamadı. Herkes yıllardır bu anı bekliyor gibi sakin ve sessizdi. Düşes Garonne’nin çıplak bedeni üzerine sabahlığını örttü ve odadan çıktı. Oudine yeniden kendinden geçmişti. Birkaç kere Bastien’ı sayıkladıktan sonra derin bir uykuya daldı. Lukas cesede bakarken katilin kim olabileceğini düşündü. Yengesinin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini biliyordu. Oudien’in dükü öldürebilecek imkanı olduğuna da ihtimal vermiyordu. Kendisi de suçsuz olduğuna göre geriye bir tek seçenek kalıyordu: ilahi adalet tecelli etmiş, dük kendiliğinden ölmüştü. Lukas, tiksintiyle baktığı amcasının kulağına eğilip “İyi uykular sevgili ekselansları” diye fısıldadı ve muhafızları içeri çağırdı.
Cenaze odadan çıkartılırken Garonne’nin baş muhafızı genç Solomo, komidinin üzerinde parıldayan kol düğmelerine tebessümle baktı. Hamile eşinin bu işe ne çok sevineceğini düşünerek, cesedin bir ucundan tuttu. Kalabalık koridorda uzaklaşırken, Lukas yanındaki adamlara tören için talimatlar veriyordu.
...ENGİNDENİZ...