- 1197 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vampirler (Bölüm 1)
25 Şubat 2012
BÖLÜM 1
Karanlık ve sonsuz bir boşlukta gözlerimi açtım. Karanlıktan korkan biri olsaydım şu anda çığlık atarak etrafta koşuşturup, kendime zarar verebilirdim. Bu gibi durumlarda yapmamız gereken en önemli şey; sadece sakin kalıp neler olduğunu anlamaya çalışmaktır. Derin bir nefes aldım ve ellerimi öne uzatıp etrafı yoklamaya başladım, böylece ellerim ile dokunabileceğim bir şeyler bulabilir ve kendime zarar vermekten de kaçınmış olurum.
Ellerimi nereye koymaya çalışsam havadan başka bir şey bulamıyordum, bu da sinirlenmeme neden oluyordu. Buraya nasıl geldiğimi bile bilemiyor iken nasıl çıkacağımı bilmek gerçekten de çok zordu.
“Bana yardım edecek kimse var mı? Neredeyim ben? Buraya nasıl geldim?” etrafta dolaşıp yüksek sesle konuşmaya başladım. Belli mi olur belki biri beni duyarda yardım etmeye gelir ya da sorularıma cevap verir.
Tam pes etmek üzereydim ki, etrafım yavaş yavaş karanlıktan aydınlığa geçmeye başladı. Ben her şeyin düzelmeye başladığını düşünürken, etrafımdaki gölgelerden ortaya çıkan evlerin yanmaya başladığını gördüm.
Etrafın aydınlanması sayesinde kendimi incelemeye başladım. Beyaz renkte ve göğüs kısmı incilerle süslenmiş, eteği dizlerime kadar gelen güzel bir elbise giymiştim ama bendeki elbiselerin hiçbiri bu şekilde değildi. Omuz askısı yerine boyundan geçen ve sırt tarafında çapraz olan askıları vardı. Ayaklarıma baktığımda hiçbir şey giymediğimi fark ettim ve doğal olarak da ayaklarım sanki çamura girmişim gibi kir içindeydi. “Allah’ım ben neredeyim böyle?” diye sormadan edemedim kendime.
Kendime geldiğimden ve ayaklarımın çıplak olduğunu gördüğümden beri üşümediğimi fark ettim. Garip olan yanı; havanın soğuk olduğunu esen rüzgâr ile anlayabiliyordum ama hiçbir şekilde bu soğuk havayı hissedemiyordum.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken, bir anda etrafımda tanımadığım insanlar çığlıklar atarak koşturmaya başladı. Her şey o kadar ani gelişmeye başlamıştı ki, neler olduğunu anlamam çok uzun sürmüştü. Anlaşılan dünya yok oluyordu ve insanlar ölmemek için kendilerine saklanabilecekleri güvenli yerler aramaya çalışıyorlardı. Aynı bir filmin içinde gibiydim; korku, heyecan ve bol aksiyonlu bir film gibi.
Yanımdan koşarak ve çığlık atıp yardım isteyen insanlara baktım ve ne yapmam gerektiğini hatırlamaya çalıştım. ‘Böyle bir durumda ne yapılmalı acaba?’ diyerek kendi içimde cevabı aramaya çalıştım, cevabı gayet açıktı. “Biri bana neler olduğunu açıklayabilir mi? Neredeyim ben? Bu evler neden yanıyor yoksa kıyamet mi kopuyor?” diye soruyordum yanımdan geçen insanlara bakarak. Sanki ben orada değilmişim gibi kimse benim sorularıma cevap vermeye tenezzül etmiyordu ve bu durum beni sinirlendirmeye başlamıştı.
“Neler olduğunu bana söyler misin?” dedim yanımdan koşarak geçen on sekiz yaşlarındaki kızı kolundan tutmaya çalışarak. Ama elim onun kolunun içinden geçti, sanki… Ben bir hayaletmişim gibi.
Ben şok olmuş bir halde kendime gelmeye çalışırken, bir anda görmeyi beklemediğim iki insanla karşılaştım: hayatımın bir tanesi olan kocam ve canımdan da çok sevdiğim kızım. Şu anda onların ölü olması ve mezarda yatıyor olmaları gerekiyordu. Bu sayede bunun sadece bir rüyadan ibaret olduğunu anlayabilmiştim. Ama işin garip olan yanı ise; onların tanımadığım yanan bir evin içinden çıkıyor olmalarıydı. Onları gördüğüm anda kalbime öyle bir sancı saplandı ki, neredeyse nefes alamayacak hale gelmiştim.
Onların yanına gitmek için hareket ettiğimde, birden karşımda giydiği pelerin ve yüzünü gizleyen kapüşon sayesinde bir insan olduğunu tahmin biri çıktı. Karşımdaki bu yabancının kim olduğunu anlamak gerçekten de çok güç bir durumdu.
Üzerindeki siyah pelerin sayesinde yüzü kapalı kişinin kadın mı yoksa erkek mi olduğunu anlamam gerçekten de çok zor bir durumdu. En iyi çözüm soru sorarak onu konuşturmaktı anlaşılan. “Sende kimsin ve neden önüme çıktın?” diye sordum ondan biraz uzaklaşarak.
“Merhaba, Alisya.” Dedi adam başını biraz aşağıya eğerek. Neden eğdiğine gelince; adamın boyu benden biraz uzundu ve yüzüme bakmak içinde başını eğmesi gerekiyordu.
Adamın kalın ve çok korkutucu bir ses tonu olduğunu kabul etmem gerek çünkü içimin ürpermesine neden olmuştu. “Seninle yüz yüze geleceğimiz günü sabırla bekliyordum. Kısmet bugünmüş.” Dedi derinden gelen bir kahkaha atarken.
“Sende kimsin? Benim adım Alisya değil, beni başkasıyla karıştırmışsın belli ki.” Dedim her ne kadar korkmuş olsam da bu durum beni biraz olsun gülümsetmişti. Anlaşılan bu karşımdaki ‘akıllı’ adam beni başka biriyle karıştırıyordu. Belli ki rüyalarda bile bunun gibilerini bulmak zor değil.
Adam konuşurken yüzünü göremesem bile gülümsediğini rahatlıkla anlayabiliyordum. “Hayır tatlım, senin gerçekteki ismin Alisya. Ama sen gerçekteki hayatını hatırlamıyorsun, öyle değil mi?”
“Siz neden bahsediyorsunuz bayım? Benim gerçek olarak bir hayatım var orada da adım Zeynep, başka da hayatım yok benim.” dedim. Bir taraftan sinirlerime hâkim olmaya çalışıp, diğer taraftan da bu adamın benimle dalga geçip geçmediğini anlamaya çalışıyordum.
“Üzgünüm sevgilim. Senin gerçek adın Alisya ve bende senin gelecekteki kocanım.” Dedi ve yanıma biraz daha yaklaşarak derinden gelen ve her nasılsa beni etkilemeyi başaran boğuk sesiyle konuşmaya devam etti. “Ne oldu sevgilim? Neden susuyorsun? Neden bana bir şeyler söylemiyorsun?” diye sorduğunda sesinden gülümseyip benimle dalga geçtiğini geç de olsa anlayabilmiştim.
“Ben senin sevgilin değilim ve önümden çekilmeni istiyorum.” Dedim ona biraz daha yaklaşarak. Belki biraz olsun kenara çekilir de bende eşim ve kızımın yanına gidebilirim diye düşünerek.
“Üzgünüm bebeğim ama önünden çekilirsem onların yanına gideceksin ve bende bunu istemiyorum.” Dedi önümden çekilmemek için inat ederek.
“Ne yani? Sen düşünceleri mi okuyorsun?” diye sordum şaşkınlıktan neredeyse dilimi yutmak üzereyken.
Önce tüylerimi diken diken edecek bir sesle kahkaha attı, sonra da “Hayır, sevgilim. Daha öncede bunları yaşadığımız için biliyorum.” Dedi.
Her nasılsa onun sesindeki hüznü hissedebiliyordum ve nedense bu beni çok kötü etkiliyordu. Sanki bilerek yapıyormuş gibi geliyordu ama hiç de öyleymiş gibi görünmüyordu.
Ben bu hissettiklerimi anlamaya çalışırken, karşımdaki yabancının bana yaklaşıp, pelerinin içindeki bembeyaz eliyle sol yanağımı parmak uçları değecek şekilde okşadığını fark edememiştim. Bu adamdan her ne kadar uzaklaşmak istesem de içimdeki his bana onu çok yakından tanıdığımı ve onu bir zamanlar çok sevdiğimi söylüyordu. Bu durum bana çok saçma geliyordu, ne de olsa bu adamı hayatımda ilk defa -hem de şu anki rüyamda- görüyordum.
“Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?” dedim kısık ve korkudan titremesini engelleyemediğim sesle.
“Ah, sevgilim. Benim kim olduğumu çok iyi biliyorsun! İçinde beni hissedebildiğini biliyorum. Senden ne istediğime gelince…” Dedi ve nefesinin yüzüme çarpmasını sağlayacak kadar yaklaşarak sözlerine devam etti. “…Bu sorunun cevabını yakında gerçekleşecek olan yüz yüze karşılaşmamızda alacağına söz veriyorum. Ama şimdilik bu şeklimle idare etmen gerekecek, meleğim.” Dedi.
Onun yüzüne bakmaya çalışırken, birden hiç beklemediğim bir şey ile karşılaştım. Karşımdaki adamın pelerinin altındaki karanlıkta parıldayan korkutucu derecedeki gözlerini gördüm. Aynı… Vampir gözleri gibi kıpkırmızıydı ve içinde sanki ateş yakılmış gibi parıldıyordu. “Hoşça kal güzel meleğim. Tekrar beraber olduğumuzda bu sefil dünya’yı beraber yöneteceğiz.” Dediği anda sırtımdan aşağıya doğru soğuk bir esintinin geçtiğini hissettim. Sanki ne olduğunu anlamış gibi gözlerimin içine bakıp gülümsedi ve aynı anda da ortadan kayboldu.
Ben arkasından bağırıp ne demek istediğini sorarken etrafın kararmaya başladığını ve öldüklerinden beri onlara sarılma özlemi çektiğim kocam ve kızımın da ortadan kaybolduğunu fark ettim. Sonrası ise karanlık bir boşluk!
..........................................................................................................
Gözlerimi açtığımda o sesin benim çalar saatimin uğursuz ama şu an için beni mutlu eden sesi olduğunu fark ettim. Yataktan kalkarken içimden ‘Bu rüya olamaz ancak kâbus olur.’ diyordum. Derin bir nefes alıp, yaşadığım rüyayı unutup işe gitmek için hazırlanmaya karar verdim.
Güneşli ve soğuk bir Cumartesi sabahında kahvaltı hazırlamaya ve kızları kaldırmaya gittim. Liseden beri tanıdığım iki en iyi arkadaşım ile beraber bir yıla yakındır aynı evde yaşıyorum. Bu hafta sonu lisedeki sınıf arkadaşımız Ayşe için yapılacak olan doğum günü partisine davet edildik, bugün de işten erken çıkıp, Carrefour’a gitmeyi ve güzel kıyafetler almayı planlıyorduk. Aslını söylemek gerekirse, Ayşe’yi hiçbirimiz sevmeyiz, ama ‘davet davettir!’ deyip gitmeye karar vermiştik.
Bir anda kapıma vurulmasıyla daldığım düşüncelerden sıyrıldım. “Zeynep! Kalktın mı?” diyen Özlem’in sesiyle kendime gelip, derin bir nefes aldım.
“Evet, kalktım.” Dedim. Bu arada adım Zeynep Carter, evet soyadım yabancı. Geçen yıla kadar evliydim ve üç yaşında çok güzel bir kızım vardı. Ama geçen sene geçirdiğimiz bir trafik kazasında hem kocamı hem de kızımı kaybettim. Kendimi toparlamak konusunda başarısız olunca iki arkadaşımda benimle yaşamayı teklif ettiler. Aslında önceleri kabul etmiyordum ama gece yarıları sokağa çıkıp içki içmeye başlayınca mecbur kaldım. Ne yalan söyleyeyim çok da iyi oldu, en azından evimde yalnız değilim ve konuşup dertleşecek arkadaşlarım yanımda.
Yirmi altı yaşındayım, tenim aşırı beyazdır, kızıl saçlarım bukleler halinde omuzlarıma dökülüyor, buz mavisi gözlerim ile erkekleri etkilediğim kadınları da ürküttüğüm söylenir. Boyum ne çok kısa ne de çok uzun, bu yüzden kendime orta derece demeyi uygun buluyorum. Doğma büyüme İstanbulluyum, araştırma yapmayı çok severim. Bu aralar kafayı fena halde vampirlere takmış durumdayım.
İnsanlara yardım etmeyi sevdiğim için herkesin gözünde melek olarak tanınırım. Yalancılığı ve ikiyüzlülüğü asla sevmem ve bunları yapanı da ölene kadar affetmem. Müzik dinlemeyi ve film izlemeye bayılırım, sabaha kadar da izleyebilirim. Ailem ben evlendikten sonra Amerika’ya taşındığı için tanıdık olarak arkadaşlarımdan başka kimsem kalmadı diyebilirim. Bu yüzden de iyi ki can dostlarım yanımda diyorum.
Kahvaltıyı hazırlamak için Özlem ile birlikte mutfağa doğru ilerlerken Sinem’in odasının kapısının kapalı olduğunu fark ettim. Belli ki prensesimiz hâlâ uyuyordu. Mutfağa doğru yavaş adımlarla ilerlerken sizlere biraz onlardan bahsedeyim. Sinem; yirmi altısına daha yeni girdi, esmer tenli, benden biraz uzun, dolgun dudaklı, kara gözlü çok güzel bir kızdır. Hafta sonu çocukları tiyatro konusunda eğitirken, hafta içi de Mart ayında oynayacakları bir oyunun çalışmalarına katılıyor.
Diğer ev arkadaşım Özlem ile lise birinci sınıfta okulun düzenlediği gezide tanışmıştık. Lisenin ikinci ve üçüncü sınıflarında –Sinem’de dâhil- beraber okuduk. Kat kat kesilmiş kahverengi saçları omuzlarına kadar geliyordu –benim en beğendiğim saç şeklidir bu arada- Kara gözleri ve uzun boyu ile çok güzel bir kızdır, birlikte kurduğumuz küçük bir gotik tarzı kıyafet ve takı mağazasında ortağım oluyor. Kartalın merkezinde bulunan -herkesin olmasa da bazı insanların- bu mağazada çok iyi olmasa da bizi geçindirecek kadar para kazanabiliyoruz.
Sinem’in odasına gittiğimde, neredeyse yorgan ile bütünleşmiş durumda uyuyan bir kız ile karşılaştım. Bu kız benim en iyi dostumdan başkası değildi ve bunun içinde onu güzellikle uyandırmaya karar verdim.
Yavaş adımlarla yatağın yanına gittim ve uzun saçlarının engellediği kulağına doğru eğilerek “Hemen kalk bakalım seni küçük uykucu.” Diye bağırdım. Biliyorum güzellikle uyandıracağım demiştim ama ne yapayım o kadar güzel uyuyordu ki, onu bu şekilde uyandırmamak olmazdı, değil mi ama?
“Ne var ya sabahın köründe?” dedi uykulu bir sesle ve arkasını dönüp yatmaya devam ederken.
“Çocuklar seni çok özlemiş, ‘nerede bizim güzel hocamız?’ deyip soluğu burada almışlar.” Dedim gülmemek için dudaklarımı birbirine kenetleyerek.
“Ne?!” deyip çığlık atarak yataktan fırladı ve bütün odalarda çocukları aramaya başladı. “Neredeler?” diye soruyordu her tarafı talan ederken.
“Yoklar ki zaten.” Dedim kahkahama daha fazla engel olamayarak.
“Ne yani sen beni kandırdın mı?” diye sordu sinirli bir şekilde gözlerini üzerime dikerek.
“Şey… Buna kandırmak demeyelim de, ‘uyanmaya niyetin olmadığı için yaptım’ diyelim.” Dedim sırıtarak. Bunları söylerken bir taraftan da her an başıma gelebilecek tehlikeye karşı kendimi koruyabilmek için yavaş adımlarla ondan uzaklaşmaya başladım.
“Neler oluyor kızlar sabah sabah?” dedi Özlem mutfak kapısında dikilirken. Surat ifadesinden gülmemek için kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum.
“Sabah sabah ‘çocuklar geldi’ diyerek güzelim uykumdan uyanmama neden oldu.” Dedi küçük bir çocuğun annesine arkadaşını şikâyet etmesi gibi.
“İyi olmuş. En azından kahvaltı edip, işe gitmek için hazırlanabileceksin.” Dedi ve gülerken Sinem yüzünü görmesin diye arkasını dönüp odasına doğru ilerlemeye başladı.
“Gördün mü? Seni boşuna kaldırmamışım. Hem bugün işten erken çıkıp parti için alışveriş yapmaya gideceğiz, unutmadın değil mi?” Dedim gülerek mutfağa doğru giderken.
Kahvaltıdan sonra evden çıkıp asansöre bindik ve garaj katının düğmesine basıp kapıların kapanmasını beklemeye başladık. Bu sırada karşı komşumuz liseyi yeni bitirmiş, yeşil gözlü, uzun boylu, açık kumral saçları tepeden toplanmış Nurten Yiğit’in spor kıyafetleri ve spor çantasıyla koşarak asansöre yetişmeye çalıştığını fark ettim. ‘Kesinlikle başaramayacak.’ Dedim kendi kendime her ne kadar onun hırslı, güçlü ve biraz da olsa kırılgan bir yapıya sahip olduğunu bilsem de.
Tam yapamaz diye düşünürken son hızla asansörün içine atladı. “Sen ne yaptığını sanıyorsun kızım?” Dedim sinirlerime hâkim olamayarak. “Ya sen içeri giremeden kapılar kapansaydı ve arada sıkışsaydın. Ölmeye niyetli misin sen?” dedim onu tutup sarsmaya başlayarak.
“Ö… Özür dilerim Zeynep.” Dedi korkudan büyümüş yeşil gözlerini benim buz mavisi gözlerime sabitleyerek. “Gerçekten bir daha böyle aptalca bir şey yapmayacağım!” Ağlamamak için kendini zor tuttuğu, titremesine engel olamadığından belli oluyordu.
“Tamam Zeynep, kızı bırak çok kötü korktu zaten!” Dedi Özlem, Sinem ile birlikte ellerimi Nurten’i tutmamdan dolayı kızarmış kollarından kurtarmaya çalışırken.
Gözlerimi kapayıp, derin bir nefes alıp kendime geldiğimde parmaklarımı gevşeterek ellerimden kurtulmasına izin verdim. “Özür dilerim Nurten, sana öyle bağırmamalıydım. Bir an kendimi kaybettim orada ölebileceğini düşününce… Deliye döndüm.” Dedim sesimi sakin tutmaya özen göstererek.
“Önemli değil Zeynep sonuçta sen haklıydın. Arada kalıp sıkışarak ölebilirdim.” Dedi bu düşünceyle titreyerek. “Bir daha asla ama asla öyle bir hareket de bulunmayacağım.” Dedi korkudan açılmış gözleriyle karşımda titrerken.
Otoparka indiğimizde, Nurten’in spor salonunda yaşadığı komik olayları dinlerken, Türkiye’ye geldiğimde aldığım beyaz renk, tek kapılı Peugeot marka, 206 model arabamın yanına vardığımızı fark edememiştim bile. Nurten’i yolcu ettikten sonra tam arabaya binecekken, arkamızdan gelen kalın bir erkek sesi durmamıza ve arkaya dönüp bakmamıza neden oldu.
“Günaydın kızlar, nasılsınız bakalım?” bu gelen hem alt komşumuz hem de oturduğumuz evin sahibi olan otuz bir yaşındaki yakışıklı ve yaptığı spor sayesinde kasları gelişmiş, 1.90 boyundaki esmer tenli Burak’tan başkası değildi.
“Günaydın Burak.” Dedik üçümüzde aynı anda.
Şaşkın bir yüz ifadesiyle birbirimize bakarken Burak da kendisini çekici yapan yarım gülümsemesiyle üçümüzü süzerek konuşmaya başladı. “Kızlar, siz böyle durup aynı anda ‘Günaydın Burak’ dediniz ya, birden aklıma izlediğim çok güzel bir film geldi.”
“Neymiş o film? Gerçekten merak ettim.” dedim Özlem ve Sinem’e bakarak.
“Charlie’nin Melekleri. Bana göre o filmi tekrar yapsalar onlara vereceğim en iyi tavsiye sizi oynatmaları olur.” Dedi gülümseyip göz kırparak.
“Evet, o filmi bende izlemiştim ve gerçekten de çok güzeldi.” Dedi Sinem Burak’a bakıp gülümseyerek.
Ben bu bakışları çok iyi tanıyordum ve anlaşılan bizimkisi bu çocuğa abayı yakmak üzereydi –ya da yakmıştı bile- “Sinem?” diyerek tek kaşımı kaldırdım ve onu süzmeye başladım. Bu bakış işe yaramış gibi görünüyordu, çünkü ne demek istediğimi anlamıştı, yüzünün pancar gibi kızarmaya başlaması da bunu doğruluyordu. “Senin öyle dövüş filmlerini izlediğini bilmiyordum doğrusu.” Dedim imalı bir ses tonunda.
“Şey… Aslında kanalları dolaşırken rastlantı eseri görmüştüm ve televizyonda başka bir şey olmadığı için de oturup izlemiştim.” Heyecandan neredeyse kalbi duracakmış gibi bir hali vardı.
“Hımm.” Dedim gözlerimi kısıp, onun gözlerine bakarken.
“Kızlar, kaçırdığım bir şey mi var?” diye sordu Özlem ikimize de şaşkın gözlerle bakarken.
“Hayır, kaçırdığın hiçbir şey yok!” Dedim gözlerimi ondan ayırıp, Özlem’e döndüm ve ‘sonra’ anlamında başımla işaret verdim.
Burak’ın yüzünü incelediğimde, Sinem’in kendisine karşı olan hislerinden haberdar olmadığını anladım. Bu sefer yanlış adama tutulmuştu belli ki. Çünkü Burak onunla ilgileniyormuş gibi görünmüyordu. Canım arkadaşım benim ikinci defa bir adamı seviyor ama, bu sefer ki karşılıksız olacağa benziyor. ‘Umarım yanılıyorumdur Allah’ım! Umarım Burak da ondan hoşlanıyordur.’ Dedim içimden. Sinem için üzülsem mi, sevinsem mi gerçekten bilemiyorum.
Burak’a hoşça kal dedikten sonra arabaya binip, Sinem’i bırakacağımız yer olan Hasan Ali Yücel Tiyatrosu’na doğru yola koyulduk.
Yolda giderken kendimize gelebilmek için en sevdiğimiz ve Cuma akşamları beraber kulüpte söylediğimiz Within Temptations adlı grubun müziklerini son ses dinleyip, şarkılarına eşlik etmeye başladık. İşin garip tarafı bugün eşlik etmek konusunda sadece ben ve Özlem vardık. Sinem ise, öylece oturmuş somurtarak camdan dışarıyı izliyordu.
Onu bırakacağımız yere varmak üzereyken, Özlem müziğin sesini kısıp, emniyet kemerinin izin verdiği şekilde arkasına dönerek “Neyin var Sinem? Neden hiç konuşmuyorsun?” dedi. Sesinden anladığım kadarıyla benim gibi o da Sinem için endişeleniyordu.
“Bir şeyim yok canım, sadece konuşmak içimden gelmiyor.” Dedi başını çevirmeden.
“Bu bir cevap değil, biliyorsun değil mi?” dediğinde, sesindeki imayı rahatlıkla algılayabiliyordum.
Özlem’i dürtüp “Bence onu rahat bıraksak daha iyi olur.” Dedim. Ne demek istediğimi anlamış olacak ki daha fazla üstelemeden önüne dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladı.
“Akşam görüşürüz kızlar.” Dedi Sinem, arabadan inip tiyatro salonuna doğru hızlı adımlarla ilerlerken.
“Neden ona yardım etmemize izin vermiyor sence?” Özlem’in sorusuyla kendime geldiğimde hâlâ Sinem’in gittiği yola baktığımı fark ettim ve arabayı çalıştırıp, park edebileceğim bir yer aramaya başladım. Bu sırada Özlem’in bana baktığını fark ettiğimde sorduğu soruyu hatırladım ve benden cevap beklediğini anladım.
“Şey… Bunu bilemeyeceğim Özlem, en iyisi akşam kendisine sormak ne dersin?” dedim park yeri aramaya çalışırken.
“Galiba haklısın.” Dedi somurtarak.
Bir süre park yerinde dolandıktan sonra “Belli ki boş bir park yeri yok buralarda. Ne yapalım?” dedim Özlem’e dönerek.
“Bence gidip dükkânı açayım, sen de gidip paralı otoparka bak, belki boş yer vardır.” Dedi çantasını arkadan alıp, içinden anahtarları çıkartırken.
“Pekâlâ. Dikkatli ol.” Dedim arabayı çalıştırıp onun inmesini beklerken.
“Merak etme bana bir şey olmaz.” Dedi göz kırpıp gülümseyerek. Özlem gözden kaybolana kadar bekledikten sonra derin bir nefes alıp otoparkın yolunu tuttum.
Bu paralı otopark yeri, önceleri okuduğum bir ilkokula ev sahipliği yapmıştı ve şimdi de organik pazar yeri oldu. otopark ise onun alt tarafında bulunan kapalı alandı. Park alanına girip, görevliye selam verdim ve boş bir yer aramaya başladım. Neyse ki biri park alanından çıkmak üzereydi, yoksa burada da yer bulamayacaktım.
Arabayı park edip dışarı çıkmadan önce dikiz aynasından bakarak kendime çeki düzen verdim. Otoparkın girişindeki güvenlik odasına doğru yürürken içeriden kırk yaşlarında, siyah saçları kırlaşmış, 1,85 boylarında, hafif göbekli bir adam çıktı. Adama gülümseyip, elimdeki arabamın anahtarını ve otopark ücretini verip, demir parmaklıklı kapıdan geçtim.
Birden arkamdan gelen korna sesi ve sonrasında da asfaltta ani fren ile tekerleklerin çıkardığı tiz sesi duymam, daldığım düşüncelerden sıyrılmamı sağlamıştı. ‘Kesinlikle burada öleceğim!’ dedim arabanın bana çarpmasını beklerken.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.