- 1266 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK İLE BAKAR GİDERİM
AŞK İLE BAKAR GİDERİM
Dokuzyüz ellibeş haziran yirmi;
Kaynaktan menzile akar giderim.
Kabul ettik kabul ilahi emri
Aleme aşk ile bakar giderim.
Acılar bal oldu – gül açtı yara;
Sert gelse sözlerim o nazlı yâre,
Düşürmem yolumu bizim diyara
Gurbetten gurbete çeker giderim.
Gönlümde bir dünya herkese yeter,
Yürekler sevgiyle – barışla atar,
Gam kasavet gider – mutluluk katar
Gülistanda gülü kokar giderim.
Nezaket bir ince duygudur önce,
Bir başka renk alır hayat sevince,
İlham perisiyle şiir gelince
Güzelliğe eser döker giderim.
Zaman değirmeni öğütür beni,
Akılla görürüm – aşkla her yanı,
İstemem incitmek asla insanı
Harap eder özü yıkar giderim.
Ressam Halil, ömür kırkyedi olsa,
Arzumuz dünyada bir eser kalsa,
Ne gamdır efendim güzeller alsa
Goncayı başıma takar giderim.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 20.06.2002
HALİL GÜLEL’İN HAYATI
17 Nisan 2012 tarihinde Denizli Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedevi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu’nun düzenlemi olduğu “Herkesin Anlatacağı Bir Hikayesi Vardır” adlı etkinlikler dizisine resimlerime sergi, şiirlerimle şiirdinletisi ve sunumumla da düzenlenen panelle iştirak ettim. Bir fiziksel engelli olarak panel etkinliğine katılmadan önce farklı bir yöntem izlemek amacıyla beni tanıyanlara, uzaktan yakından bir hayatın belirli bölümlerini paylaştıklarıma bir anket hazırladım ve onların verdiği cevaplarla sunumumu geliştirdim. Onların gözünden, onların penceresinden nasıl göründüğüm önemliydi. Bu sayede bir çok bilgiye ve görüşe de ulaşmış oldum. Bu insanların bir kısmı hayatımı yönlendiren, hatta sağlık sorunlarımın çözümünde bizzat görev alanlar, eğitimime katkıda bulunanlar ve benden genç olarak gözlemleriyle tanıyanlardı. Bu anketle sunuma ulaşma işlemimi farklı görüp; benimle ağız dalaşına girenler de oldu ve hayret edilecek durum ise, bu sorun çıkaranların bir kısmının çok yakın akrabam olmasıydı: Onların bu davranışlarından dolayı kesinlikle kendilerine darılmadım, gücenmedim ama onları bu güne kadar tanıyamadım dünyaları ile tanımış oldum. Bir başka yakınımda sorduğum sorulara bana yaptıkları hizmetin üçretini çıkarıp adeta beni elli sene sonra borçlu duruma düşürdüler. Sorduğum sorularda böyle bir mevzu yoktu ama nereden çıktı diye ben de hayretler içinde kaldım. Ne olursa olsun; kervan yoluna devam ediyor, bana, bu günlere gelebilmem için en küçük ya da bir zerre kadar olsa bile her türlü maddi ve manevi, uzaktan yakından yardımda bulunanlara çok teşekkür ederim.
Bana gelen anketlerden alıntı yaparak sunumumu hazırladım ve yazılı metinde de bu alıntıları kullanıyorum. Bunun yanında hasbel kader olarak bu güne kadar yazdığı şiirlerden gelişi güzel seçtiğim dörtlükleri de bölüm girişlerinde kullanırsam ilginç bir sunum olacağı inancındayım. Nitekim giriş olarakta bir doğum günü şiirimle işe giriştim.
Büyük bir ailenin mensubuyum. Bu kalabalık sülalenin içinde, güzel sanatların bir çok dalından özellikle müzik ve resim yeteneği olan bir çok kişi vardır. Dedem Hüseyin GÜLEL, Seferberlik öncesi ve sonrası olarak başlayan oniki yıllık askerlik hizmeti boyunca askeri bando başçavuşluğu yapmış ve trompet çalmıştır. Askerlik dönüşünde kurduğu kendi orkestrası sayesinde kırk yılı aşkın Denizli, Aydın, Muğla, Uşak, Burdur çevresinde düğünler, festivaller, dini ve milli bayramlarda hizmet vermiştir. Hafızası kuvvetli bir insan olduğu için ondan Birinci Dünya Savaşı, özellikle Yemen, Hicaz cepheleri üzerine, Mısır’daki İngiliz Esir kampındaki, Mondros Ateş keisminden Kurtuluş Savaşı’nın başlamasına kadar ve sonrası bir çok hatırayı tekrar yaşayarak anlattığ için; sanki kendimde yaşamış gibi olurdum. Elli yıla yakın yaptığı düğünlerin hatıralarıyla çevreyi, farklı kültürleri, anlayışları, yaşayışları tanıdım ve sosyalleştik. Klasik Batı Müziğinin marşlarını, valslerini, sonatlarını, semfonilerini ondan öğrendim. Bunun yanında kendi kültürümüzün ürünleri olan semaileri, şarkıları, türküleri yine dedem sayesinde tanıdım; hatta, Tamburi Cemil Beyin Hüseyni Saz semaisini (Çeçen Kızı) bu gün dahi hâlâ seviyorsam; onun eseridir, sanattaki gönül penceremi açmış olmasının ürünüdür.
Dedem gibi çocukluğumdaki almış olduğum şekle önemli katkıda bulunan annemin ebesi (ninesi) olan ve Milli Mücadelede bizzat kağnısıyla mermi taşımış, Celal Bayar (Mahmut Hoca) ile dağ bayır demeden dolaşmış, sonradan görme engelli olan Mutasarrıf Sultan diye ünlenmiş olan Kör Sultan (BOZKURT) ebemdir. Onun yaşadığı olaylarla mücadele ruhunu öğrenip, “vatan” denen güzeli sevdim. Bize dilinin döndüğünce Kurtuluş Savaşı’ndaki sivil halkın, özellikle de kadınların katkıları olan hatıralarından bahsederdi, masallar anlatıp, bildiği ilahileri söyledi. Okumanın ne kadar önemli olduğunu kulağımıza defalarca fısıldadı. Mutasarrıf Sultan Ebemi o kadar çok sevmişim ki, ilkokulda Amerikan Yardımı adıyla dağıtılan süt ve yoğurdumu yemezdim ve tenefüste bastonuma dayanarak ikram için ona getirirdim. Anamın babası olan Süleyman (BOZKURT) dedem de elinden iş gelen ve çok çalışkan bir insandı. Boş vakitlerinde, kadınlara kirman yapardı, düven hazırlayıp harmanda kullanırdı, cömert ve hoşgörülü bir insandı. Hiç bir mesafe koymadan onunla da çok güzel muhabbet ederdik, dil ve kelime oyunlarını sever, yakın ses ve birbirini andıran sözcükler, kullanarak küçük yaşta kelime dağarcığımın gelişmesini sağlardı.
Babam Osman (GÜLEL) ise Gönen Köy Enstitüsünde okumuş ve ama okuldan ailevi nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalmış. Baba mesleği olan trompet çalmayı askerliğini 1. Ordu’da bando içinde yaparak sürdürmüştür. Fakat, askerliği bitince trompek çalmayı bir özel zevk olarak icra etmiş, hatta Batı Almanya’ya işçi olarak geldiğ zamanlarda fabrika bandosunun çalışmalarına katılmış Şimdi onun trompetini oğlum kurta öğrendiği ğarçaları seslendirerek kullanmaktadır. Güzel resim yapan babam, aynı zamanda da çok güzel zeybek ve diğer mahalli oyunları oynayabiliyordu. 1951 yılında İstanbul Fenerbahçe Stadında tertiplenen oyunlarda en üstün dereceyi almıştır. 1962 yılında Federal Almanya’ya ilk gelen “misafir işçiler” kafilesine katılmıştır.
“Seni motive eden annendi. Hep yanındaydı ve sana çok güveniyordu. Ayrıca anne ve babanın genetiğinde sanat var, hayata yumuşak ve güzel bakmak var, hiçbir şeyden kolay vaz geçmemek var. Bunlar senin hamurunda var. Engelli olman bunların önünü kapatamamış. Ben diyorum ki, engelli olmasanda bu yolda yürürdün.
Mesude Canbaz – Emekli Öğretmen”
“Dokuzyüz ellibeş haziran yirmi;
Kaynaktan menzile akar giderim.”
Şiirimizde bahsettiğimiz gibi 1955 yılında Denizli’nin Çal ilçesinin Yukarıseyit köyünde doğmuşum. Annem doğumumdan bazı anekdotlar anlattı; babam, o tarihlerde Aydın Bozdoğan Barajı’nın yapımında marangoz olarak çalışıyormuş, Kör Sultan ebem, ben doğarken oradaymış. Doğan çocuğun hemen gözü görmediği için bacaklarının arasını elle kontrol edermiş. “Bunun göbeğini uzun bağlayın! Devlet adamı olsun ve sesi gür çıksın! demiş. Kız çocuğu olduğu zaman hiç ses etmeden oradan ayrılıp gidermiş. “Bizim askere çok ihtiyacımız var. İstiklal Harbinde çok yiğit yitirdik!” diye ilave edermiş. Yani bizim göbek de uzun kesilmiş, Kör Sultan ebemin dediği gibi bağlanmış lakin, devlet adamı olamadık; fakat, bir milleti, milletler camiasında yaşaması için önemli olan manevi değerlerinden diline katkı sağlayacak şiirler, hikayeler, yazılar yazan ve güzel sanatlarından resme rengiyle katkıda bulunan bir kültür adamı olmuşuz ki, bu gün burada sizlerin nezih huzurunuzdayız.
Annem Hatice BOZKURT ile babam Osman GÜLEL 1954 yılında evlenmişler. Evlendikleri yılın baharında babam, daha önce de bahsettiğim gibi Aydın’da Fransızlar tarafından inşa edilmekte olan Bozdoğan Barajı çalışmalarına katılmış. Çok gürbüz bir çocuk olarak doğmuşum. En azından görenler o şekilde aklımın erdiği zamanlarda bana böyle anlattılar. O yıllarda Türkiye’nin her yöresinde çok çocuk doğumu oluyormuş ama çok da çocuk ölümü varmış. Özellikle bu çocuk ölümlerinin bir çoğu küçük yaşlarda, daha bebekken meydana geliyormuş. Bir salgın hastalık geldi mi bazen o yıl doğan çocukların büyük bir kısmını kırıp geçiriyormuş. Benim doğduğum yıllardada ortalıkta dolaşan mikroplar, hiç bir karşılık görmeden ortalıkta geziniyormuş. İki yaşındayken çocuk felçi hastalığına yakalanmışım. Yaşadığım bu felç hastalığına ilave olarak hiç bir test yapılmadan ve uzman olmayan bir köylü tarafından vurulan “penisilin” iğnesinin verdiği hastalık ve baldır kaslarımın çözülmesi, beni yürüyemez hale getirmiştir. Bunun ardından bazı aile fertleri tarafından gözetim altında iken; sağa sola gitmesin diye belimden bağlanmışım; bunun neticesinde merdivenden düşmüş ve saatlerce havada, adeta bir yoğurt kesesi gibi asılı kalmışım. Çocuk felçi ve penisilin iğnesinin üzerine bu durum bel zinciri ve iskeletimde telafisi imkânsız bozulmaları meydana getirmiştir.
(Devam edecektir)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.