- 628 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Bayram, bir Aşk
Mutluydum,
Sokağımızın karşısındaki küçücük bakkalın girişinde dizili sıra sıra bisküvi kutularından dilediğim gibi seçmiş , özellikle hayvanlı olanları kesekağıdına doldurmuş ve fil şeklindekileri hortumlarından başlayarak yemişim kadar , tüm ailem akşam olunca sağ salim evimizde toplanmış ya da karne almışım da hepsi pekiyiymiş gibi mutluydum işte.
23 Nisan müsameresinde rol vermemişlerdi bana aslında, stadyumdaki gösterilere katılacak çocuklar arasında da değildim, ve hala acıyordu okuldan dönerken düşüp kanattığım diz kapağım.
Ama mutluydum işte. Aşık olmuştum zira.
İki sıra önümde oturuyordu sınıfta. Bembeyaz bir yüzü, bahar aylarında okul çıkışlarında külah külah aldığım erikler gibi kocaman yeşil gözleri vardı. Ve ben en çok eriği severdim meyvelerden.
Bütün bir öğleden sonra, en büyük bayramımız için hazırladık sınıfımızı. Rengarenk ama özellikle kırmızı ve beyaz grafon kağıtlarından kedi merdivenleri yaptık onunla, önce ufak bayrakları pencerelerin orta yerlerine yapıştırdık, sonra kedi merdivenlerini doladık etraflarına. Sadece camlara mı? Duvardaki Atatürk çerçevesine, mevsimler ve çağlar panosuna, o köşedeki ufak ahşap kitaplığın hemen her yerine ve tavandan sarkan karpuz lambalara dolayarak tüm sınıfa akıttık çocuk kalplerimizde yeşeren 23 Nisan coşkusunu. Şiirler ezberledik sonra, Atam diye başlayan. Yaşadığı âna güvenen, geleceğe umutla bakan, Atatürk sevdalısı bir sürü çocuktuk o gün.
Ben bir de aşıktım üzerine, daha ne isterdim ki?
Anne sevgisi, baba sevgisi, Ata’ma, öğretmenime olan sevgim. Yok bu anlamadığım, anlam veremediğim, onlardan çok daha fazla seviyormuşum gibi hissettiren hatta böyle hissettirdiği için utandıran başka bir şeydi işte. Hani çok top oynamışım da , bir sızı peydah olmuş gibi karnımda tuhaf veya okulumun bahçesindeki ufacık kantinden leblebi tozu yemişim de bazı kelimeleri söylemeyi beceremiyormuşum gibi tutuk, onu görünce.
Yeni ütülenmiş siyah önlüğüm, boynumda ilikli, kolalanmış bembeyaz yakam, içimde o kocaman kıpırtı, uçarcasına seyirttim evden okula o sabah tören için.
Bayraklarla bezenmişti iki katlı okulum, bahçesinde ikişerli sıra olmuş sınıflar, bizler önde, büyük sınıflar arkada sıra sıra. Bir uğultu, bir karmaşa arada. Subay kıyafetli ve folklör giysili birkaç çocuk, okulumuzun küçük izcileri, “yavrukurtlar” kahverengi üniformalarıyla bir köşede, çalmayı deli gibi arzuladığım ama hiç beceremeyeceğim trampetleri ile okul bandosu diğer yanda ve yakalarında Atatürk rozeti, oradan oraya koşturan öğretmenlerim , görevliler, müdürümüz.
Ve o, gene benden birkaç metre önde, sıra arkadaşı ile yan yana, arkadan bembeyaz kurdelelerle bağlanmış iki saç örgüsü, arkadaşına döndükçe görebildiğim yüzü, kocaman can eriği gözleri ve tüm güzelliğiyle oradaydı işte.
Tören boyunca sadece ona baktığımı görmedi ve kürsüye çıkıp şiirini okurken en az onun kadar heyecanlandığımı hissetmedi tabii , ola ki bir kelime unutursa hatırlatırım diye tüm mısraları onunla birlikte mırıldandığımı da duymadı mutlaka.
Gelmedi sonraki gün okula, daha sonraki gün de ve daha sonraki günlerde de
Başka bir mahalleye taşınmışlar, o da koleje gidecekmiş artık diye duydum sonunda.
Sonraki 23 Nisanlar hep aynı coşkuyu verdi bana, hep aynı gururu, ama içimdeki o kıpırtıyı tekrar hissedebilmek için daha uzun yıllar beklemem gerekecekti.