- 644 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALEX' İN GÜNLÜĞÜ...
Sıradan sabahların başladığı herhangi bir gündü işte. Sıradanlığın bile sırdan olduğu yüzlerce ve binlerce günlerden biriydi.Ben de sıradandım, ailemde, diğer çevremde oturanlarda, yoldan geçen otobülerin lastik izlerinden, rengine varana kadar.
Lisa kahve makinasına kahve bırakmayı her zaman unuttuğunu o gündeunutmuştu. Çocuklar odasında hala uyuyordu her zaman ki gibi. Apartopar kıravatımı takmaya uğraşıyor gömleğimin düğmelerinin en üsttekini ilikleyemeden alt kattaki mutfağa iniyorum.
Ellerimle saçımı düzelterek. Lisa dağınık olan sarı saçları, uykusuzluktan gözaltındaki torbalarına rağmen dudaklarını iki yana yayıp gülümsemeyle birlikte bir fincan kahveyi bana uzatırken ben akrep ve yelkovanın mücadele ettiği kolumdaki saate bakardım.
Üçüncü yudumdan sonra el değiştiren kahve fincanım saatimin olduğu elime geçtiğini unutur dakikalara bakarken fincanda kalan kahve fayans yüzeyde bir kahverengi bir harita oluşturur.
Lisa ise her zaman ki gibi güler beni öperdi kapıdan çıkmadan önce. Koşar adımlarla otobüs durağının olduğu yere ters istikamette bulunan metro istasyonuna geçer hem soluklanır hem gelecek olan metroyu sabırsızlıkla beklerdim.
Bir taraftanda bu gün patronum Jack’ ın -kahrolası yine neyi kaçırdınla..- diye başlayan azarından sonra bana yine hangi boş işleri verecek diye kafamdan geçirirdim.Ben bunları düşünürken benim zihnimden geçenler gibi art arda vagonumsu odalarına insanları doldurmuş metro gelir kapıları açılır bende içeri sızardım.
İçerdekilerin yarısı yarım kalmış uykusunu tamamlamak için uyanık halde göz kapaklarını kapatmış vaziyette umarsız ve rahatca kendinden geçmişlerdi.Uyku bombası atsalar bile yine göz kapaklarını açmayacak ilgilenmeyecek hatta atıldığı için içlerinden Tanrı’ya binlerce kez dua edeceklerdi uykularında.
İçlerinden hiçbiri durağı kaçırılma endişesi asla duymazdı.Bir bu kısmını anlayabiliyordum sadece.Oda hepsi benim gibi metropolün ortasında ofislerinde çalışanlardı.Her sabah çoğunun yüzünü görmekten bıktığım zamanlar bile olmuştu.
Hepsi yorgansız uyumak için sanki binmişlerdi bu saatteki metroya. Sürekli metronun camını ayna yapar, bir elimle tutacaklardan birini tutar diğer elimle dağılmış saçlarımı düzeltir gözlerimle arka koltukta otuanların uyumasını izlerdim.
Her istasyonla birlikte vagonlar insan dolar içerideki oksijen miktarı azalırdı.İşte o an içerdeki uyuyanların, uyurken yavaş nefes alış verişlerinden dolayı memnun olurdum.Her istasyonda metronun durup tıslayarak kapı açılmasıyla derin bir nefes alır çiğerimde biriktirdiğim karbondiyoksiti dışarı atarken beynime yeniden gelen oksijenle yeni şeyler düşünmeye başlardım, sıradanlığı olan herşey.
Mekanikleşmişti benim zihnim, rayların üstünde gidip gelen bu araç gibi.Her şey bir doğru parçası üzerinde gidip geliyordu ve ben her zamanki şeyleri düşünüyordum.Hatta metrodan çıkıp yürüdüğüm kaldırım taşları bile hep aynıydı ayakkabı numaramı ezberlemişti benim onların sayısını ve şeklini ezberlediğim gibi.
İçimden saymaya başlardım köşedeki büfeci gazeteleri yerden alıp dizmeye kaçta başlayacak diye.Bir iki üç sayı aralıklıda olsa tahminim tutardı her zaman. O ya yirmi sekiz dediğimde yada yirmi beş diye mırıldandığımda gazeteleri büfesine dizmeye başlardı. Bir gün aynı renk gömlekler giymesin diye ümit ederdim.
Boş ümitler kursamda kuracak birşeylerin olması iyi geliyordu kafama.Aynı şeyleri kurduğumun fazlasıyla farkında olsamda kurulmuş bir şeylerin zihnimde olmasına seviniyordu.
Tutturamadığım tek şey ise dallara konan kuşlardı.Hepsi rast gele farklı dallara konar bir o kadar rast gele yönlere uçardı.Onları kıskanırdım nedenini bilmesemde. Bunların hepsini her gün aksatmadan yazardım aynılığını bilsemde cebimdeki defterime.
Ofisteki öğlen aralarımın çoğu bunları yazarak elimdeki kahvemle geçerdi.Bu benim için gerekliydi ve yeterince gerekçem vardı.Bunları bana görev olarak veren tanımadığım, yüzünü hiç görmediğim o insan vermişti.
Bir sabah evden çıkarken arkamdan gelmiş telaşlı adımlarıma yetişmiş, metroya girmeden öncesi kollarımdan ince parmaklı elleriyle tutmuş beni durdurmayı başarmıştı.
Daha ağzımı açmadan önce küçük işaret parmağını götürmüş....-ŞŞŞ...! Sus Alex sadece söylediklerimi yap. Seni fazlasıyla biliyoruz sakın konuşma.Herşeyini biliyoruz sadece dediğimi yap.Ailen ve senin hayatta kalması buna bağlı unutma...- demiş çeketimin sağ cebine küçük bir kağıt koyup sırtını dönüp ağır adımlarla gitmişti.
Yaşına göre genç görünümlü yüzüyle, beyaz saçlı yaşlı kadın.Arkasından o an gidememiştim konuşmaya.Metroya yetişme telaşım ve sabah sersemliğim halen üzerimdeydi belkide.İlk farklı şey o zaman başladı.
Metroda okuduğum sırada cebimdeki notu, elimde olsa zamanı ve metroyu durdurup kafamda oluşan soruları ona sormak için koşardım hemde en hızlı koşumu koşaraktan.
Okuduklarım fazlasıyla beni uyandırmıştı.Sabah yüzümü yıkadığım su bile okuduklarımın yanında hafi kalıyordu uyanmam için.
Kendi kendime "Alex kendine gel bunlar gerçek olamaz uyan" diye telkinler yaparken etimi sıktım hala rüyadamıyım diye canım yandığı an rüya olmadığını anlarken okuduğum kağıt hala ellerimdeydi. Mavi mürekkepli bir kalemle çizgili bir kağıda fazlasıyla okunaklı ve güzel bir şekilde yazılmış yazıydı. Kağıdı cebime koyarken ellerimi gözlerime götürüp ovaladım.Zihnimde az önce okduklarım vardı sedece...
klavye yordu gene...bir yada iki bölüm sonra son...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.