- 477 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uzaklaşmış
"Shawn, Shawnnnnn?"
Savaştan kaçan bir gence yükseliyordu bu bağırışlar.Goom’ların evleri harap etmesi onu pek cezbetmemişti.Savaşmak yerine ailesini, sevdiklerini, Yüksek Vadi’nin küçük köyünü bırakıp kaçmıştı.Kendisine göre o da ayrı bir savaş içerisindeydi.Çukurlu patika yoldan dağa tırmanmak on üçlük bir sıska çocuk için zor olsa gerek.Ama bunu daha önce başarmıştı ve şimdi durum çok daha ciddi.Köyü saldırı altında ve o köyden birilerinin sağ çıkması lazımdı krala gitmek için.Evet nedeni bu olmalıydı kaçışın.Tepenin ardından dönerken son bir kez bakıverdi üstünden flu dumanların yükseldiği eski evine, köyüne.Biliyordu, ailesinin naaşı için tekrar dönecekti buraya.Muhteşem bir törenle gömecekti onları, diğer köylülerden daha çok bir özenle.Kraliyet ailesi gelecekti törene.Her bir ölünün ardından ağıtlar söylenecek, soylu kral her biri için ayrı ayrı konuşma yapacaktı.Biliyordu basit bir konuşma olcaktı ama onun ailesi özel olmalıydı.Belki de bunların intikamı onların çocukları sayesinde daha kan tazeyken alınacaktı.Belki de hiçbiri olmayacaktı.Daha o şehre varmadan yakalanacak, o da öldürülecekti ve sonsuza kadar bu köyün sonunu neyin getirdiğini anlatan büyükleri olmayacaktı.Bu kötü düşünceler onu olumsuz etkiliyordu.Dağın zirvesine vardığında sarayın ateşböceğini andıran ışıklarını görme imkanı buldu.Derin bir nefes aldı oturmaya yeltendi.Kıçının kaya parçasına tam değdiği sırada hafif bir rüzgar ceketinin eteğini kaldırdı ve başına doladı Shawn’ın.Kolay bir hamleyle tekrar düzeltti ve arkasındaki tozu temizlemek için geriye doğru yöneltti kafasını.Alttaki taşın arkasında birşey görmüştü sanki, hatta emindi bir Goom olduğundan.Maviye çalınmış pürüzsüz tenleri kendilerinin bir Goom olduklarını belirtmek için oldukça yeterli bir nitelikti.Büyük bir koltuğu andıran kayanın arkasında durup Shawn’ı izliyordu.Shawn hemen yerden kendini koruyabilecek birşeyler toplamaya başladı.Karanlık gecenin sessizliği saatler önce köyde bozulmuştu ve bundan kurtulmuştu.Yüzlercesinden kurtulmuşken birinden kurtulmakta zor olmasa gerekti.Hiç değilse öyle düşünmeliydi.Taşın verdiği güven ve kalbinin verdiği korkuyla onu hiç görmemiş gibi yoluna devam etti.Ondan kurtulmalı, kralın sarayına ulaşmalıydı.Ayı arkasında bırakana kadar yürüdü ve çevik bir hamleyle kayanın arkasına sokuldu.Kendi nefesinin sesi dahi onu tedirgin ediyordu.O canavar her an bir yanından çıkıp üstüne saldırabilir ya da kaçırıp küçük çocuklara masallarda anlatılan korkunç Duma’da işkence yapabilirdi.Hiç beklemediği bir anda önünde beliriverdi o canavar ya da Goom.Öyle bir içini çekti ki Shawn dişlerinin tamamı gözüküyordu.Rahatlama iç çekişinin aksine korku sebep olmuştu bu hadiseye.Dev ve maviydi.Kalbinin üstünden birşeyler dışarı taşmış, sanki onların sembolleri, ana özelliklerini temsil ediyordu.Goom araştırır gözlerle baktı küçük, korkak Shawn’a ve küçük bir inleme sesi çıkardı.Sonra yere yığılıp kaldı.Düşerken sırtının tam ortasını ikiye yaran balta kanlarla lekelenmişti.Bir an sevineceğini mi üzüleceğini mi anlayamaz oldu.Bir yandan ölüm tehlikesinden kurtuluyor, bir yandan iki adım mesafe önünde duran bir yaratık inanılmaz bir darbenin verdiği acıyla ölüyordu.Küçük elleri baltanın sapını rahatça kavradı ve onu huzurlu bir ölüme yolcu etti.Demek ki insanlar da birer acımasızdı.Belki bunu kendilerini korumak için yapmış olabilirler ama onlara anlatılan hikayelerde kahramanlıkların böyle elde edildiğini anlamıştı.O şanlı savaşlar bir azaptı sadece.Masum insanlar, yaratıklar; siktir boktan toprak veya kadın için ölüyorlardı.Hiçbirinin geçerli bir anlamı yoktu ailesini o aptal savaşların birinde kaybetse bile.
İçindeki buruklukla cesedi göremeyeceği bir kayanın üstüne çıktı ve dünyayı gecenin karanlığından kurtaran Ay’a baktı.Sanki üstündeki kraterler birşey ima etmeye çalışıyordu.Hepsi bir araya gelmişte Shawn’a yol göstereceklerdi.O Ay’a, Ay ona bakarken gözleri de yavaş yavaş kapanıyordu.Geceyi güvende geçirmek için o koltuğu andıran kayanın alçak olan kısmına uzanıp ceketini altına yerleştirdi.Kayanın şekli itibariyle görülmeyecek, ceketi sayesinde üşümeyecekti.
Sabah olupta güneş kendine gösterdiğinde o da artık yeni bir gelecek için gözlerini ovarak açtı.Tek bir ses dahi çıkarmadan doğruldu ve kafasını kayanın üstünden yükseltti.Etrafta bir Goom var mı yok mu diye kontrol etmesi gerekiyordu.Neyse ki etraf temiz, hava güzeldi.Gecenin yorgunluğu üstünden atılmış ama tırmanırken dalın kesmesiyle kolunda oluşan yara hala kabuk kavlamamıştı.Kayadan indi ve acele etmeden yürümeye başladı.Bir yandan etrafını gözetliyor, bir yandan zor yol şartlarında yürümeye çalışıyordu.Cesedi görmemek için onun on metre batı tarafından ilerledi.Kafasını bir an olupta sağa çevirmemek için kendini zor tutsa da cesedi geçmişti.Dün geceki o olay geldi aklına ailesinin ölümündense.Onu çok etkilemiş olacak ki yol boyunca aklını kurcalayan bir tek o vardı.Yaklaşık iki saat sonra surların taşlarını tek tek seçebiliyordu.İyice yaklaştı ve kapı sorgusuz, sualsiz açıldı kendisine.İçeri adımını atar atmaz yukarıdan bir nöbetçi indi ve
“Nereden geliyorsun küçük çocuk?Ailen niye yanında değil?” diye sordu.
“Şey efendim.Güneydeki Boran köyünden geliyorum.Ailemi ve köylülerimi Goom’lar öldürdü.Dün gece büyük bir saldırı yaptılar ve ben de kanımızın alınması için kaçıp buraya geldim.Umarım kralımız halkının katledilmesine seyirci kalmaz.”
Söylediklerini hayretle dinleyen nöbetçi cevap veremedi bir anlığına Shawn’a.Saraya doğru ilerledi ve döndü arkasına “Benimle gel bakalım.” Dedi.Sarayın mermerden yapılmış merdivenlerden hızlı ama dikkatlice çıktılar.Her on merdivende bir yanan ateşler Shawn’ı büyülemişti resmen.Krallık bu olsa gerekti.Soyluluk, yücelik, lüks, mükemmeliyet.Nöbetçi kapılara yaklaştığında odanın koruyucularına olayı izah ettikten sonra kralın odasına girdiler.Her iki adımda bir yanlarında beliren kalın zırhlı, ellerinde mızrakları bulunan askerler korkutmuştu onu.
“Kralım, bu küçük...İsmin neydi?”
“Shawn”
“Shawn’ın size anlatacağı önemli olaylar var?”
Kralı görme şansı bulan Shawn büyülenmişti sanki.Dili damağı bir anda kurumuş, konuşamaz olmuştu.Bütün herkesin kendisine baktığını gördü ve daha da irkildi.Uzun bir süre birşey söylemeyince Kral Lars
“Hadi Shawn seni dinliyoruz?Nedir seni benim huzuruma çıkaran vukuat?” dedi.
“Köyümüz kralım.Goom’lar köyümüzü yıkıp, harap etti.Ne ailem ne de köyümden bir kişi sağ kaldı.Acımasızca katlettiler.Ben zor kaçabildim ve bilin ki bunu sadece size haber vermek için yaptım.”
“Hangi köyden geliyorsun?”
“Güneyliyim.Boran köylüsüyüm.” Derken bile ara kekeliyordu.Kral Lars, çocuğa hemen yemek verilip dinlendirilmesini istedi.Çünkü bu vaziyette bir çocukla sağlıklı diyaloğa giremezdi.Misafir bölümüne götürüldü ve önüne daha önce yemediği kadar lezzetli yemekler getirildi.Kızarmış tavuklar, koyun etleri, meyveler...Yemeye hangisinden başlayacağını bile bilemiyordu ama bir hamleyle tavuğun bacağını kopardı ve hızla, hiçbir şey düşünmeden, kafa yormadan yemeye başladı.Geçen gece ki dehşet saatlerini unutturabilmişti ona bu yemekler.Ardından kalkıp kuş tüyü yatağına gitti.Battaniyeyi yavaşça açtı ve oturdu.Vakit kaybetmeden ayaklarını da içine sokup kafasını yastığa dayadı.Daha üç saat önce uyanmış biri için erken uyumuştu.Sonsuza kadar böyle ağırlanacağını düşündü ve gözleri kapandı.Birkaç sağa, sola dönüşün ardından uykuya daldı.
Ertesi sabah olduğunda sıska, zayıf bir asker geldi ve uyandırdı Shawn’ı.Kahvaltısını dahi yapmadan toplanıp kralın huzuruna çıktı.Her zaman olduğu gibi kralın önünde eğildiler ve ardından kralın sorusu yöneldi.
"Şimdi söyle bakalım, kimsin, nereden geliyorsun?"
"Adım Shawn kralım.Boran Köyü’nden geliyorum."
"Kim köye saldırdı peki?"
"Mavi yaratıklardı.Bana anlatılan hikayelerden bildiğim kadarıyla Goom’lardı.Mavi ten renkleri vardı ve tam kalplerinin üstünde buz kütlesi vardı."
"Tüm köyü mü yok ettiler?"
"Evet efendim.Tek ben kurtulabildim ve inanın bunu sadece size haber verip köylülerime bir nebze de olsa borcumu ödemek için yaptım."
"Anlıyorum.Sen iyi birisin Shawn.Merak etme.Biz gerekli cevabı vereceğiz onlara."
Kral Lars, Goom’ların neden böyle bir eylemde bulunduklarına anlam verememişti.Öyle ki daha üç yıl önce imzalanmış bir ateşkes antlaşması vardı.İki taraf da daha önceki anlaşmalara sadık kalmış, bunda da sadık kalabilirlerdi.Altın ve gümüşten dizayn edilmiş tahtına oturdu ve düşünmeye başladı.Yolunda gitmeyen birşeyler mi vardı?Acaba Goom’ların kralı ölmüş yerine başka biri mi gelmişti?Ama öyle birşey olsa daha önceden bilirdi.Yanındaki uşağa söyledi ve emrindeki komutanlara haber gönderdi.Yarın toplantı yapıp olayı tartışacaklardı.Belki de komutanlarından biri Lars’tan habersiz Goom’lara saldırıda bulunmuştu.Hayır hayır, kim kraldan habersiz bir saldırıda ya da saldırı girişimin de bulunabilirdi ki.Aklını kaçırmış olan biri komutan da olamazdı hani.Ertesi gün güneş tam tepeden şehri kavurmaya başladığında komutanlar da teker teker salona gelmeye başlamıştı.On tane sandalyenin onu da dolduktan sonra Kral Lars girdi içeri ve on sandalyeden ayrılan tahtvari sandalyesine, pelerinini düzelterek oturdu.Yanında Shawn’ı da getirmişti.Hemen yanı başında ne olup biteceğini bekliyordu o da.
Konuşmalar yerini sessizliğe bıraktığında Kral Lars "Hoşgeldiniz Yüksek Vadi’nin ulu komutanları." dedi."Shawn şimdi sizlere birşeyler anlatacak." diyince Shawn bir an şaşırdı ve krala baktı.Beklemiyordu konuşacağını, konuşturulacağını.
"Goom’lar geldi ve köyümüze saldırdı.Benim dışımda kimse sağ kalmadı." dedi Shawn hızlı ve telaşlı bir şekilde.Ardından kral şöyle dedi "Aranızda bunun hakkında bir bilgisi olan var mı?".Kimseden ses seda çıkmadı.Tek yaptıkları birbirlerinin gözlerine bakmaktı.
"Tamam.Öyleyse şimdi çıkabilirsiniz.Bir hafta daha sarayda kalıyorsunuz." dedi Lars.Ne olduğuna pek anlam veremeyen komutanlar yavaşça sandalyelerinden kalkıp sırayla kapıdan dışarı çıktılar.Her biri sarayda bulunan kendi odalarına gidiyorlardı.Kral da kendi odasına çekildi ve eline birer kağıt ve kalem aldı.Şu kelimeleri döktü hafızasından kağıda "Yüce Agora.Benim himayem altında olan bir köye barış zamanında ne cürretle saldırdığını merak ediyorum doğrusu.Umarım gerekli bir açıklamanız vardır ki böyle birşey imkansız, savaşa şimdiden hazırlanın.Kral Lars.".
Henüz birkaç sene önce imzalanmış bir ateşkes ilk defa bu kadar çabuk bozulacaktı uzak diyarlarda.Tüm doğu dünyadaki barış ortamı birden bire kendini kılıçların çarpışma seslerine bırakacaktı.Meydanlar ve bozkırlarda oynayan çocuklar, çobanlar yerine savaşan insanlar, yaratıklarla dolacaktı.Güneyin bozkırları, kemiklerle süslenmiş çöllerle yer değiştirecekti.
Beşinci gün güneş kendini Agora’nın odasından göstermeye başlarken ulaştı mektup Duma topraklarına.Surları ayrı bir kaleyi andırıyordu.Giripte çıkamayacaksın hissi veriyordu insana.Genişliği yan yana üç dağ kartalının açık kanadı, uzunluğu ise on insan boyundan biraz yüksekti.Tırmandı elçi surlardan geçtikten sonra saraya doğru.Duma’nın sert, soğuk esen rüzgarı, yerin buzlu zemininden yükseldikçe yavaşlatıyordu onu.Kulakları tırmalanmıştı resmen ya da rüzgarlar birşeyler anlatmaya çalışıyordu elçiye fısıldayarak.Muhafızların gözleri himayesinde girdi kralın odasına ve durumu izah etti."Yüce kralımız Lars’tan, Goom Kralı Agora’ya mektup getirmekle yükümlendirildim." dedi kalın ve kendinden emin bir sesle.Belki de havadaki sertlik sebebiyle sesi bu kadar kalın çıkıyordu."Oku, oku ki öğrenelim ne yazmış bize sevgili Lars."
Ters giden birşeyler vardı."Yüce Agora.Benim himayem altında olan bir köye barış zamanında ne cürretle saldırdığını merak ediyorum doğrusu.Umarım gerekli bir açıklamanız vardır ki böyle birşey imkansız, savaşa şimdiden hazırlanın.Kral Lars." diyerek sessizce bitirdi mektubu elçi.Sonra büyük bir yudum geçti boğazından, keskindi."Bu da ne demek oluyor.Kim, nereye saldırmış ki kralınız bana böyle çıkışıyor.Ne cürretle!" diye kükredi Agora kar leoparı gibi.Gözleri kan çanağına dönmüştü adeta, biraz daha elini sıksa mektubun suyu çıkacaktı.Birden fırladı ayağa ve üç adım attı elçiye doğru ve "Ne demek oluyor bunlar?!" dedi mektubu suratına fırlatarak.Mektubun köşelerinin birleştiği nokta, elçinin dudağının kenarını kanatmıştı.Yavaş yavaş akan kan yere bir damla bıraktığında eğildi elçi ve şöyle dedi."Efendim saraya bir çocuk geldi ve savaştan kaçtığını söyledi.Dediklerine göre siz Goom’lar Boran Köyü’ne saldırıp, her tarafı yok etmişsiniz.O da aradan sıyrılan tek canlıymış.Ailesini ve tüm köylülerini kaybetmiş.".Ağlıyordu.Berrak gözyaşları kana karışarak akıntıyı güçlendirdi.Hala gözleri yere doğru bakıyordu ve kafasını biraz daha eğdiğinde kanama kesilmişti.Agora da bir an için şaşkın ve düşünceli gözlerle yere baktı ve arkasına döndü bakışlarını kaybetmeden.Tahtına oturdu ve dirseğini tahtın kenarına, başını da avuçlarının arasına koydu.İlk aklına gelen ihtimal; karşı tarafın yeni topraklar peşinde olup böyle bir yol izledikleri oldu.Elçi kralın huzurundan çekildi ve kahverengi, yeleleri anca bir karış uzanan atına binerek hızla Duma’dan ayrıldı.
Agora da artık olanlardan bir anlam çıkaramıyordu.Şahane giden bir anlaşma sebepsiz yere neden bozulmak istenirdi?Ya da bunu yapmasını sağlayacak sebep neydi?Derhal Alcaryon’un yanına çağırılmasını istedi.İki zayıf, sıska asker kralın ayak işlerini yürütüyordu sarayda.O ikisi gitti ve Alcaryon’a haber verdiler.Hiç zaman kaybetmeden geldi yaşlı, bilge büyücü kralın huzuruna."Yüce Agora..."diyerek eğildi dizlerinin üzerine."Alcaryon, Yüksek Vadi’de Boran Köyü’ne bizden askerler saldırmışlar ya da böyle bir tuzakla karşı karşıyayız.Bir haberin, bilgin var mı?""Böyle birşey duysam zaman kaybetmeden size gelirdim." dedi Alcaryon ve ekledi:"Üç sene önce ateşkes imzalayıp, bir yüzyıl boyunca hiçbir savaş ve çatışmanın olmayacağını sanıyordum.""Ben de öyle sanıyordum ben de...Gidip o köyü araştırmanı istiyorum Alcaryon.Köye ne olmuş, bizden bir iz var mı orada?""Derhal yüce kralım.""Hatta şimdi bile çıkabilirsin yola." dedi Lars ve Alcaryon ayrıldı kralın huzurundan.İlk önce kendi dairesine çekildi ve yanına yiyecek, üstüne pelerinini aldı.Atladı Beldaram’ın kalın, yumuşak tüylerinin üzerine.Tüyleri süt beyaz, ağırlığı nerden baksan bir top güllesi kadardı.Kuyruğu vücudundan aşağı sarkıyor, havada manevra alırken göbeğini okşuyordu.Büyük bir ululukla açtı kanatlarını ve bir kara bulutların kapladığı gökyüzüne bir de Duma’nın buzlarına sürterek havalandı.Heybetli ama zarif kanatları sarayın avlusuna rahatlık hissi veren bir rüzgar bıraktı ve sonra bir saray boyu daha havaya yükseldi.
Köy vardığında darmadağınık görünüyordu.Belderam’ı yavaşça yere indirdi ve kanadından süzülerek toprağa bastı.Ortalığın puslu duman kokusu onu biraz boğmuştu ve aklına ilk ihtimali getirdi.Birkaç kısa adımın ardından yere çömeldi ve topraktan eline bir avuç aldı.Sıktı elini düşünceli düşünceli toprak kalmayıncaya kadar.Bıraktığında ise elinde görmek istediği şeyi görmüştü.Küller, elinde kara bir is bırakmıştı.Belini doğrulttu ve ayağa kalktı.
Herşey tüm çıplaklığa ortadaydı.Köyün darmadağın edilmesi Goom çetelerinin bir işi değil, karanlık büyücülerin marifetiydi.Doğuyu birbirine düşürerek Ateş Krallarıyla ittifak kurup buraya saldırmaktı.Buranın verimli topraklarında ordularını güçlendirip daha da güneye inebilirlerdi.Bilinmeyen, varılmamış o kudretli topraklara.
Bir çocuğun anlayamayacağı şekilde Goom kılığına bürünmüşlerdi.Tenleri mavi, vücutları irilerdi ve ordan oraya büyü savuruyorlardı.İstediği her kılığa girebilen bu gulyabaniler her birinde de tam olarak başarılı olamayıp kendilerini açığa vuruyorlardı.Ancak bu açık sadece bilge büyücüler ya da krallar tarafından farkediliyordu.Belki de Alcaryon gözlem için gelmeseydi bu genç topraklara iki ırk arasında savaş olacak, kötü güçler doğuyu ele geçirdikten sonra güneye yöneleceklerdi.
İnsanlarla Goom’ların temelleri çok sağlamdı aslında.Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş.Aksine, hurafeler binayı daha fazla hırpalamış.Ancak zamanla çatlaklar derinleşti ve artık sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurulmalıydı.
Döndü Beldaram’a “Belki bir savaşı engellemiş olabiliriz ama insanlar başka bir savaşa gideceklerdir.” Dedi gülerek ve başını iki yana sallayarak.Güneş, bulutların arkasından keskin bir şekilde yer yüzüne vururken Alcaryon atladı Beldaram’ın tüylerinin üstüne.Şimdi eve gönlü rahat dönüyordu ama insanlara iletilecek haberin doğuracağı sonuçları düşündükçe arkasına bakmaya daha çok başladı.
İndi, sarayın avlusundaki soğuk taşlara bastı heybetli Beldaram.Efendisini başarıyla yere bıraktıktan sonra istirahate çekilebilirdi o da.Kalenin dik tepesinde, ağaçlarla çevrilmiş dev bir yuvası vardı.Belki de o vakte kadar Beldaram’dan başka kimse oraya çıkmamış, çıkamamıştı.
Sarayın en yüksekteki kapısından içeri girdi asasının desteğiyle ve seslendi kralı Lars’a.
“Efendim, durum hiç de sanıldığı gibi değil.Oraya gittim ve gittiğim ilk andan beri içimi karanlık bir duygu bağladı.Eğildim ve yerden bir tutam toprak aldım.İçin de kül de vardı.Yani demek istediğim şudur ki...”
“Dost’lar...Anlamalıydık ama..Ah bizim ahmaklığımız.Nasıl da düşünemedik onların böyle birşey yapacaklarını.”Sevinmiş gibi görünüyordu.Günlerdir yerden başka bir yere bakmayan gözler şimdi avluya çıkıp balkondan halkına bakmak istiyordu.Oğlu Bazard’a baktı ve “Daha beklemen gerekecek kralım!” dedi gülerek.Sonra hafif ve duygu taşıyan ellerle omzunu sıktı.
“Çağırın insanoğlunu” diye emir verdi askerlerine.Sarayın en gözde yerine merdivenlerden doğru çıkmaya başladı elçi.Yerden metrelerce yüksek bir yerde olmasına rağmen avluda yüz 10-15 insan boyunda çınar ağaçları sağda ve solda düz bir çizgi üstünde sıralanıyordu.Ağaçların yarılarından uzanan dalları büyük balkonu gölgelerle süslüyordu.Avlunun bittiği yerde ise büyük bir kükreyen aslan heykeli vardı.
“Gel bakalım elçi...Şimdi cevabımı söylüyorum sana.Alcaryon’la beraber kralının yanına dönebilirsin.O gerekli izahı efendinize senden daha iyi yapacaktır.”
“Siz nasıl isterseniz efendim.”
“Siz nasıl uygun görürseniz efendim.” Dedi Alcaryon da.
“Hadi şimdi gidin ve gecenin keyfini çıkarın.Yarın kuşluk vakti çıkarsınız yola.Beldaram’la birlikte akşama doğru orada olursunuz.Bu saatte gitmek tehlikeli olabilir.”Elçi, misafir evine, Alcaryon, her zaman ki gibi kalenin içinde daha kimsenin bulamadığı evine gitti.Dar yollardan geçip gidiyordu.Takip edildiğini anlayınca bir anda ortalıktan kaybolurdu.Labirent misali birkaç adımda bir ayrı ayrı yönlere yeni, uzun yollar belirirdi.Bunların da uçları git git bitmezdi ve bunlardan da en az on ayrı yol uzanırdı.
Sabah olup hava daha açmadan çıktı labirentinden Alcaryon ve dinç bir şekilde kristal merdivenleri tırmandı.Bir süre sonra yoruldu ve duvardan destek alarak dinlendi.Arkasına baktığında elçi Eranor şakıya şakıya geliyordu.Göz göze geldiler ve elçi birşeyler mırıldandı ama Alcaryon sadece gülüp geçiştirdi.
DAHA ÖYKÜM BİTMEDİ DEVAM EDİYOR.NASIL GİTTİĞİNİ MERAK ETTİM ACABA SİZCE NASIL?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.