30
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
3709
Okunma

“Upanişatlar der ki
Kainat sevinçten doğdu, sevince koşuyor, sevinç içinde eriyecek. Ama "acıların anahtarıyla açılır sevincin kapakları." bir neye benzesin ömrün, onu nağmelerle doldur" tagor"da adem korkusu yok
sevgililer ondan şarkı bekliyor. Öbür dünyayı neden düşünsün?
Biliyor ki besteleri ebedi
biliyor ki ezel kıyılarında ne bir ümit kaybolur ne bir mutluluk. Varlıkların son durağı burası. Sen de karış dalgalara ve sonsuzlukta kaybol...”
Sevgi nasıl bir duyguydu ki iki olgu arasında büyüdü ve sessizce iliklerimize kadar yürüdü. İlle de çiğnemek mi gerekirdi azı dişlerimizle hınca hınç onun lezzetini tatmak için. Peki ya öğütünce kör değirmenimizde sefa içre mutlu muyduk gerçekten boğazımızdan aşağı bir nebze geçince?
-Aşk mı içerdik zehir mi yoksa. Bunu biliyor muyduk acaba.
-Tatmin etmek miydi yoksa nefsi bir iki dakikalık aldatan zevk uğruna. Ya mideyi çatlayana dek doyurmak mıydı mutluluk yoksa?
-Çölde susuzluklun ölmek üzere olan köpeğe ayakkabısı ile su veren bir hayat kadını cennet ile müjdeleyen bir dinin sahipleri olarak, biz sevgi denen nimetin hangi kırıntısıyız düşündük mü hiç?
-Yoksa bir zerre kırıntı dahi olmayı başaramayan zavallı grubundan mıyız hala.
Dev cüceler nerdesiniz sizler şimdi, bakın ki nice anne satılıyor bir diğer annenin sebebi uğruna, can yutan kara borsada alçakça.
-İnsanlığı dahi öğrenmemişken içimizde hala insan hakkından ne anlarız insan olarak dünyada.
“Mezar taşlarına şiir okumak güzel, taşlar ayakta dinler sizi. Çölde vaaz etmek mutluluk! Kumlar perestişle ürperir” der Cemil Meriç.
Denizi deniz yapan kumudur sahi. Peki ya balıklar hiç düşündünüz mü?
Onlar mı suya âşıktır yoksa deniz mi onlara. Ölü/m kim bu anda? Ölen kim, ya öldüren susuzlukta… Hayatın görünmez o ince sırrı ne bu nokta da.
-Karaya vurunca neden tükenir ki suya muhtaç olan soluklar? Ya denizde soluk bırakan insanlara ne demeli?
-Hangi doğru hangi yalandı.
Yunus peygamberi yutanda bir yunus değimliydi? Öyleyse kırk gün tövbemi kusmak gerekli, gözyaşı maviye tuz mu ekmeli?
-Acımak için, ağlamak için daha çok belki.
Allah kuluna "gel" der, Mevlana "bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel" der.
Peygamber sav “mümin kardeşine vereceğin bir tebessüm sadakadır” der.
“Komşun açken tok yatıyorsan benden değilsin” der.
Kimdeniz biz peki? Gülmeyi biliyor becerebiliyoruz mu hakkınca? Yoksa dudak kıvırıp geçiyormuyuz alaycı ve yapma bir tavırla.
Sokağımızda kaç çocuk can veriyor haberdarız mı?
-Ölmek yalnızca nefes tüketmek midir? Sevgisizlik öldürmezmi?
-Çöplükler arasında rengini kaybeden eller hangi markanın kirli suyunda “Ari el” ister.
Temizlik dahi kapitalin dönen çarkında yüzünü kaybetmiş bir kara kir değil mi?
Spinoza ”Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi kendi arzusu ile yola çıktığını söyler di ”diyor.
Musa”ya yol açan, Firavunu ansızın boğan denizdeki sal, bizden daha hür değil mi?
Düşündünüz mü?
-Firavunu yutan o canavar mavi, büyük inkârı temizleyebildi mi? Oysa su taşları dahi terbiye eden bir öğretmen değil mi?
-Sorsanız taşlara oysa, ve dile gelip konuşsa, ne acılar doğurur taşlaşmış bağrında.
-Taş kesilirsiniz taş gibi o anda.
-Onların sonu malum, peki bizim limanımız hangi yöne dönmüş ve dümen kimin elinde belli mi?
“Büyükler masal söyleyip uykuya dalmış Hayyam”a göre, ama onun sunduğu kadeh de köpük dolu değil mi? Eflatun”u sokaktan ayıran,…Üslup.
“Asaf”ın manzum bir tekerlemesi. “seni görmesem Buda olurdum, seni gördüm budala oldum.”
-On binlerce buda gelmiş dünyaya, diyor biz yalnızca sonuncusunu tanıyoruz. Tanıyor muyuz acaba? Tarihçilerin üzerinde anlaştığı tek hakikat var mı? Kimine göre bir ömür boyu dünya nimetlerini hor gören Buda, nefis bir domuz kızartmasını tıka basa atıştırdığı için göçüp gitmiş.
İnanacak mıyız?
-Kahramanların çamurlaştığını görmek sokaktaki adam için buruk bir teselli.
Tabiatın deve tahammülü yok. Ermişler bile kurtulamamış sitem oklarından. Çağımız delileri sevimlileştirdiği için Dosto”ya tutkun. Cinnetle cinayet sanatın konusu olunca bir nevi meşruiyet kazanıyor.
Zerdüşt”ten beri hangi muammayı çözebildik
Hala çöller kadar susuzuz hakikate yalana hayat ve ölüme.
İnsanlık daima daha kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk.”
-Aşk sadık ol der, âşık saf ol der. Berrak bir nehir olup akmak gerekir.
-İçi dışından görünen bir cam gibi narin ve nazenin olmak ölçüsünde incitme der.
Vurma der, kırma der, yaralama der, dağıtıp bin bir parçaya bölme, sonra toplamaya çalışma der.
-Hangi cam unu fak olduktan sonra eski halini alabilmiştir?
-Ateş ateş yanmak gerekir önce,sonra toplanıp şekil vermek gerekir.
-Bizi cehenneme taşıyacak olan putlarımızı toprak ile sıvamak adil mi? Mezara giren beden kurtlardan kurtulabilir mi? Bir yılan sokulunca bağrımıza canımız yanmaz mı?
-Hala güç(lü)müyüz?
-Toprak yak(a)maz mı diyoruz bizi?
-Altında yatanlardan haberdarmıyız, yolculuğumuz var mı, alışveriş halinde miyiz?.(ki)
“Güneş balçık ile sıvanmaz “diye ondan mı böyle denmiştir.
-Evet, Allah varken insan kendinden kendine kaçar belki, ama Allaha yakalanır en son yine ne çare ki.
Sevgi vefadır, sevgi emek harcanandır, sevgi karşılıksız vermektir, karşılık beklemeden almaktır.
Kabul etmektir dikenlerle yara, yara kanastada gül kokmaktır. gönül gönül sayfalar dolusu ziyafet çekmektir.
Sevgi Allahın kuluna bahşettiği bereketli bir cennet ırmağıdır.
Sevgi duman, duman çölde büyümektir. Ki dudakları çatlayan aşık bilsin de koşsun o suya doymak için diye. Parmağa değil, yol bulmak için parmağın gösterdiği yere bakmak gerekir her daim.
-Her şeyin kapitale bağlandığı dünyada çağa inat en güçlü silahtır birlik olmak.
-Bir olmak. Beraber yürümek.
-Seviyorum demek, diyebilmek. En son ne zaman söyledik, samimi, harbi ve içten -pazarlıksız, seviyorum dedik mi?
-Gözlerimiz ayrı yerde, kalbimiz ayrı dilde, biz hangi çöldeydik.. Ne kadar yalancıydık, -seviyorum derken bile.
-Kendimizi kandırdık.
“Ne kadar samimiyiz, gerçekte ne kadar seviyoruz” diye sorsak birbirimize.
-Yok…
-Sormayayım en iyisi
-Çünkü biz en çok kendimizi seviyoruz.
-Fazla söze ne gerek ki
-Her şey aleni
-İnsanlığımızda belli
-Nefsi, nefsi, nefsi
-Hepsi bu
Bitti.
..
MHD / AE