- 543 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GARİP BİR GARİP...
Yağmurlu havaları hep çok sevişim, gezdiğim şehirdeki şemsiyesiz insanlar kaçarken,yüzünü şemsiyesinden göremediğim sadece ayaklarını görebildiğim, insanların seyrelmeye başldığı sahilde yağmurda yıkamak çok hoşuma gidiyordu.
Hem de çok.Üşütse de bazen tenimi.İliklerime kadar ıslanmanın sevincinin kelime karşılığını bulamıyordum her seferinde. Az sonra titreyeceğimi bilsemde en ağır adımlarla kafamı yağmuru yağdıran bulutlara kaldırır gülümserdim.Kahkaha attığım zamanlar bile olurdu.
Yağmurun telaşından kimse duymazdı.Bir yakıınımdan geçen şemsiyeli insanlar duyardı.Onların duyduklarını ise yere düşen yağmurun çıkardığı ses kadar olan gülümseme seslerinden anlardım.Aldırmadan ben kendi halimde ıslanırdım hep.
Balıkçıllar ve martılar bile yağmurdan saklandığını görür onlara bile aldırmazdım. Rüzgar her damlasıyla yüzümü saçımı bir güzel yıkardı fıskiye altı yıkanışımda. Herkes IŞIK ları bir bir uzaktan yanıp sönen evlerine çekilirdi sessice.
Deniz çekilmez kabarır sonra da köpükleriyle sulardı, kayalıklara taşardı. Ben yürürdüm yanıp sönen çaparı göreceğim yüksek kayalın yakınındaki balıkçı takalarının olduğu o yere.
Denizle konuşmaya başlardım kendi dalgamla.Ben her seferinde yorulurdum ama dalgalar konuşmasını sürdürürdü. Ninni gibi gelirdi onun konuşmaları en hırçın dalgalanmalarında bile bana hep öyle gelmiştir zaten.
Bazen şimşek çakar aydınlığı denizin ortasına girerdi martının balık avı için dalışı gibi.Onu da dinlerdim bana ne demek istediğini. Üşümeye başladığım an; ceketimin sol iç cebinde duran mantar tapalı kırmızı şarabımı çıkarır, sağlam olan dişim bir o kadarda güçlü olan çene kasımın yardımıyla, kedime çeker elimle uzağa iter, açardım şişeyi.
Bir yudum kırmızı şaraptan alır ardından ağzımla yağmurdan yakalayabildiğim damlalar alırdım gecenin karanlığında.Islanmayacağını bilsem sağ yan cevimden sigarada çıkarıp yakacağım gelsede onu yağmur sonrasına saklardım.
Bu gün karnım doymuştu. Üç beş ahbabımıda görmüştüm.Onlar benle konuşmuştu ben onlara tek söz söylemesemde.
Kirli olan, sol elimde duran şişeyi, denize doğru kaldırıp onlar için derin bir yudum daha aldım.Dudağımın kenarında kalan kırmızı üzümün damlası inceden yağmura karışıp uzamış kır düşmüş sakalımdan aşağı doğru süzüldü.
Köpüğündeki denizden bir kaç damlada rüzgara dolaşıp göğsüme vurdu.Bem yine güldüm.Daha birkaç saat önce yağmur başlamadan evvel görüp benimle konuşanlarla o an konuşmayan ben şimdi onlarla konuşuyordum.
Garipti herşey bana takılan ismim gibi.İlk başta bana garip gelsede garipsemiyordum GARİP ismimi.Bana takılışı tek şeydi garip olmayan aslında.Takılmıştı işte sırtıma ve yüreğime yazılan şeyler gibi prangamınsı.
Adım Garip takılmıştı.Ayağıma takılan hayatımın, beni sendeleyişi soncu, sonradan tanıdığım değer verdiğim dostlarım koymuştu.Öleek üzere olan bir adama yeni doğmuş bir insan gibi bir isim vermişlerdi.En azından eskisi gibi gezerken isimsiz değildim.Arnavut kaldırımlı dar sokaklardaki insanlara karşı.
Fukaralıktan yada dilencilikten konulmamıştı adım.Kimseden lokma istemeden,kimseye laf söylemeden,suskunluğumda gelip geçerken tanıdılar beni öncesinde. Altın gibi olmasamda insan sarrafı dükkan sahipleri tanıdı.
Taksim’de binlerce insanı gören bir kaç esnaf dost.
Hatta bir kaçı benim kır düşmüş sakalımı kestirmek için bir berbere soktuklarında, üçünü bir elimle tüy gibi savurdum kenarıya.Onlar beni ne kadar güçlü tutarsa tutsun bana hafif geliyordu tüm kolarının kuvvet.
Seçerken bu hayatı her şeyi göze almıştım ben.Göze almaktan ziyade iç isyanımı bastırana kadar kendi halimde olmalıydım.Kimse olmadan kendim olabilmem için acılarımı unuta bilmem için.
Ya da bedel vermeliydim yaptıklarımın bedelini. Bir nevi çilehane’de zaman geçirmeliydim üzülürken çekerken ruhumu ıslah etmemgerekliydi. Geniş bir yer seçsemde biliyordum nasıl inzivaya çekileceğimi.Kır düşmüş sakalım kesilse biliyordum ki normal insanlara karışavaktım.
Ama ben şu an sıradan olamazdım içimde taşıdıklarım yüzünden. Ne kadar pis kokarsam ne kadar dünyanın tüm mikroplarını birleştirip üstümde gezdire bilirsem o kadar temiz olabilirdim.
Kirli siyah çeketimi tek temiz tutan şeydi balık artığından kalan martıların beyaz pisliği.Üstüme bulaştıkça beyazlaşıyordu giydiğim çeketim. Hak etiğimin onurunu yaşıyordum kirlenirken rahatlıyordum.Ve ben geçmişimin acısını duyarken normal olamazdım diğerleri gibi.En azından acım şahitlik yapmalıydı bana bir onu bilirdim sadece...
Kırmızısının yarısına gelindiğini yanıp sönen ışıktan fark etsemde, fark etmek yada hatırlamak istemediğim tek şeydi gerçek ismim ve geçmişteki asıl olan hayatım. Bir nevi araftaydım sadece.
Şişenin çeyreği kadığında göz kapaklarımın yorgunluğu kısa bir uykuya geçirtirdi bana.Çakır keyfliğim değildi yada uykusuzluk.Günlerdir uyumadığımı çok bilirim.Uykuya küskündüm çünkü.İhtimali için düşlerin ondan kapatırdım gözlerimi.Düşlerimde unutmak istediklerimi canlı bir şekilde görebilme ümidiyle örterdim göz kapaklarımı.
"klavye yordu... bir bölüm daha sonra son... yazabilirsem ne mutlu bana.."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.