- 2249 Okunma
- 17 Yorum
- 0 Beğeni
kuko
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Karşı mezarlıktan gelen sesler bu gece de uyutmamıştı bizi.
Her gece her gece mezarlığı meyhaneye çeviren bu insanlardan “illallah” demiştik.
Tahta pencerenin perdesini aralayıp baktığımda hayvan sesine benzer böğürtüler yükseliyordu. Daha evvel de sesler olurdu; ama bu geceki sesler insanın kanını donduracak türdendi.
Kocam Ali ailesinden payına miras olarak düşen arsa üzerine bin kez söylediğim halde bu evi yapmıştı.
-Tüm gün evde olan benim.Korkuyorum elimde değil.
-Korkacak ne var kadın? Bütün pencereler demirli. Kapat kapıları otur evde! Olmadı sabah çocuklarla çık arkadaşlarına git. Az kafan dağılır.
-Bu kafa işi değil Ali, anlamıyorsun. Bütün bir ömrü burada nasıl geçireceğiz?
Çocuklar da huzursuz. Görüyorsun işte bir senedir alışamadık.
-Zamanla alışırsın. Mecburuz buna. Başka gidecek yerimiz mi var? Ben de istemezdim böyle olsun ama... Bana ağabeyimler buradan hisse verdiler.
-Satalım burayı.Çekip gidelim. Ben tek odaya razıyım.Yeter ki taşınalım buradan.
-Bakarız sonra!
…
Eşim sabah erkenden işe gidiyor, akşam geç vakit gelip yemeğini yer yemez uykuya dalıyordu.
Gece sesler geldiğini birkaç ayyaşın, tanımadığım adamların evin etrafında dolanıp şişeleri evin duvarına atarak kırdıklarını, kapıyı ve pencereleri tıklayıp demirlere tırmanmaya çalıştıklarını, küfürler savurarak gittiklerini söylediğim halde:
-Boşver sen. Sarhoş onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar, derdi. Ya da:
-Sana öyle geliyor. Kafayı çok taktığın için kendi kafanda kuruyorsun böyle şeyleri.Başka yere gitmemizin imkanı yok.Mecburen burada kalacağız. Artık buna alışsan iyi olur.
Her defasında kendince birtakım bahaneler-yalanlarla hem kendini kandırıyor hem de bizim korkumuzu bastırmaya çalışıyordu; ama bu geceki uğultu ve hırıltılar büsbütün nefesimi kesmişti. Arka odada uyumalarına karşın kızım ve oğlum da uyanıp yanıma gelmişlerdi.
Hep beraber oturma odasındaki perdeyi aralamış neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Uğultular, bağrışmalar duracağı-azalacağı yerde büsbütün artıyor, dehşetle tüm geceyi sarıyordu. Sanki tüm mezarlıktakiler kalkmış ağıtlar yakıyor, işkenceler eşliğinde tekrar tekrar ölüyorlardı.
İkinci katta olmamıza rağmen az ilerimizdeki mezarlıkta ne olduğunu göremiyorduk.“Çatıya çıkıp oradan bakmayı düşünüyorum.” dedim çocuklarıma. Bana verecek cevapları yoktu.Sadece bütün bedenleri titriyor, dişleri ayazda kalmış gibi birbirine çarpıp takırdıyordu.
Bu neyin nesiydi? Neler oluyordu az ileride? Bu bağrışmalar, bu inleyişler neyin nesiydi? Gece- gündüz ağzımızda dualar ile geziyor, her an tetikte bekliyor, kapıdan dışarıya adım atmaya korkuyorduk. Evin içinde ses olsun diye televizyon yirmi dört saat açıktı. Eğlenceli hiçbir program açamıyor, doğru dürüst gülüp kahkaha bile atamıyorduk.
Akrabalarımız, arkadaşlarımız, yakın bildiklerimizin hiçbiri evimize yatıya gelmeyi bırak, gündüz oturmasına bile gelmiyorlardı. Sanki ben çok meraklıydım cümle ölmüşlerle komşu olmaya. Ama elden ne gelirdi...
O an karar verdim. Çatıya çıkıp olan-biten ne ise görmeliydim. Merdiveni dayadım duvara. Basamakları büyük bir inançla çıktım. Tavan kapağını açıp kendimi çatının iç boşluğuna bıraktım. Çatı penceresinden her şey daha net gibiydi; ama ağaçların sık oluşu ve son bahar olmasına karşılık seyrekte olsa, yapraklarını dökmelerine rağmen olanları görmeme engeldiler. Buna rağmen, semada toplanan yıldızların ışığıyla az çok seçebiliyordum. İnsanlar vardı .Hem de bir sürü. Belki on, belki on beş kişi… Ateş yakmışlardı. Belli ki içiyor, kafayı buldum mu da bağırıyorlardı. Gidecek yerlerimi yoktu? İçtikçe sapıtıyorlar mıydı? İyi de içmeden önce gelmiyorlar mıydı? Akılları başlarında olması gerekmez miydi? Demek ki hepsi kaçıktı.
Bir anda çatı penceresinden merdivenlere yöneldim. Tavan kapağını kapatıp merdivenleri aceleyle indim. Aşağıda birbirine sarılmış çocuklarım hâlâ titriyorlardı. Onlara:
--Hadi odanıza gidin ve uyuyun dedim.
--Sen nereye gidiyorsun? dediler.
--Bu düğümü bu gece çözmem lazım. Siz ben evden çıktıktan sonra kapıyı arkadan kilitleyin. Sonra da gidip odanızda uyuyun.
Eşimin dolabın üzerinde içi dolu tabancasını alıp yine eşimin paltosunu giyip kapıyı, pencereden kolaçan ederek dışarıya çıktım. Kendime olan güvenim, kapının dışına çıkınca bacaklarımdan diz kapaklarıma vurmuş ve boşluğa basar gibi olmuştum. Sanki dizimde ki bağlar tek tek çözülmüş gibiydi. Sesler iniltiler dışarıya çıktığım zaman daha artmıştı. İçimdeki korku çoğalmış, karanlıkta yalpalayıp duruyordu. Attığım her adıma dikkat ederek yürümeye çalışıyordum. Karanlıktan istifade ederek omuzlarımı ileriye eğip kamburumu boyun hizasında birleştirdim. Arada çatırtı geldikçe sağı-solu kontrol ediyor bütün bedenim titriyordu.Bir ara geri dönmeyi düşündüm. Ama bu kararımdan vazgeçmemeliydim. Ne olursa olsun bu işi çözmeliydim!
Yavaşça yaklaşıp ağaçlardan birine siper aldım kendime. Tam adım atacakken sarhoşun biriyle burun buruna geldik.; ama o önünü göremeyecek kadar sarhoştu. Beni farketmedi bile. Buna rağmen yüreğim göğsümün tam ortasından atıyordu.Adeta çıkacak gibi olmuştu.Bir zaman sakinleşmeye çalıştım. Kendime güvenimi geri kazanmak için telkinlerde bulunuyordum. Ya bu işi çözecektim ya da ömür boyu bu korkuyla yaşamaya devam edecektim.. Geri dönüşü olmayan bir tünele girmiştim artık. Her tarafta sarhoşlar vardı. Gecenin saat dördü… Gecenin nefesine kuru odun kokularına bira-rakı kokuları karışmıştı. Biraz daha yaklaştım. Artık hepsi görüş alanımdaydı. Herhangi bir saldırıya karşı tabancanın emniyetini açtım. Bana dokunan olursa hiç acımadan tetiği çekecektim. İlk önce buna şartlandırmıştım kendimi. Eğer yakalanırsam bu kadar adamın elinden kurtulmam mucize olurdu ancak.
Kalınca bir ağacın gövdesine dayayıp olup biteni tüm çıplaklığıyla görüyordum.
Sarhoşlar içtikleri biraların bedenlerinde oluşturdukları şişlikten dolayı mezarlara işiyorlar, bir de alay konusu yaparak ” kim daha ileriye işiyor” bahsine tutuşuyorlardı marifetmiş gibi.
Birden neye uğradığımı şaşırdım. Kolumun uyuştuğunu hissettim. Biri beni kolumdan kavramış sıkıca tutuyordu. Bedenimde binlerce karıncanın gezdiğini, örümceklerin peyda olup etimi dişlediklerini hissettim. Yüreğim neredeyse hızlı çarpmaktan duracaktı. Kolumu tutan elin kim olduğunu görmeksizin tabancanın tetiğine basmak için doğrulttum. Kulağıma bir ses:
-Şittt.Sakin ol, benim Ali. Seni deli kadın, ne işin var gecenin bu saatinde mezarlıkta?”
Bir anda dizlerimin üzerine düştüğümü ve tüm bedenimdeki kemiklerin yok olduğunu hissettim. Bedenimdeki tüm kemikler yok olmuş ben sadece bir et yığını olarak toprağa serilmiş kokusunu çeke çeke onu öpüyordum.Adeta boşlukta geziniyor gibiydim.
Ali yanıma çömelip:
“Hadi bakalım mezarlık kuşu kalk ayağa da şu sarhoşların neler yaptıklarına bakalım. Senin de için rahat olsun.” deyip beni kaldırırken elimdeki tabancayı aldı.
Artık daha kuvvetli olduğumu hissediyordum. Eşimin gelişi bana cesaret vermişti.
Bir anda ateşin üzerine attıkları kuru odunlar alev almış en uzun ağacın başına kadar yükseltmişti. Yarım saat bekledikten sonra eşim “haydi gidelim” dedi.
Tam geri dönecekken ellerinde kürek ve kazmayla mezarı kazdıklarını gördük. O an ikimiz de ne yapacağımızı bilemedik. Sadece korkulu gözlerle izlemeye başladık. Dörderli gruplar halindeki adamlar, kazmalarla kazıyor; ellerinde kürekler bulunanlar ise toprağı atıyorlardı.
Küçükken ninem anlatırdı; yeni defnedilen mezarları açıp ağzında var ise altın dişini söküp alırlarmış. Bunlar da öyle herhalde diye geçirdim aklımdan. İnsanlar böyle bir şeye nasıl cesaret edebilirlerdi? Bu kadar aciz bu kadar zavallı nasıl olabiliyorlardı? Ölmüş, kendini hiçbir şekilde ifade edemeyen birine bu eziyeti ne için yaparlardı? Aklım - yüreğim anlamıyor, anlamakta güçlük çekiyordu.
Toprağın içinden bugün defnedilen cenazenin üzerindeki tahtaları da yanan ateşin üzerine fırlattılar. Ateşe atılan kuru tahtalar rüzgârın da etkisiyle yalpalayarak yükseldi.
Toprağın içinden beyaz kefen içindeki ölüyü kucaklayıp ateşin yanına getirdiler. Kefenini bıçakla gelişi güzel kesip tüm çıplaklığını gözler önüne serdiler. Bu arada yanımıza gelmek üzere olan iki sarhoşun bizi görmemesi için yer değiştirmek zorunda kaldık. Ateşin diğer tarafındaydık ve cesedi şimdi daha net görebiliyorduk. Ceset bir çocuk saflığında duruyordu. Belli ki genç biriydi. Diğer adamlar, açtıkları başka bir mezarın üzerini kapatıyorlardı. Toprağın yanında bir kefen daha vardı. Yarısı toprağın altında kalmıştı kefenin; ama belli ki bir kişiyi daha evvelde çıkarmışlardı.
Benim gördüğümü eşimde görüyor mu, aynı yere mi bakıyoruz? diye dönüp yüzüne baktım. Siyah gözlerini kocaman açmış olanları şaşkınlıkla izliyordu. Evet sadece izliyorduk.
Bir anda neye uğradığımızı şaşırdık. Yanan ateşin yanında duran kesik bir baş gözlerini kocaman açmış bize bakıyordu. Bugün öyle vakti burada iki kişi defnedilmişti.
Pantolonunu fermuarını indiren iri yarı adam ölünün arkasına sallanarak geçti. Bir diğeri “ben yapacağım” diğer bir başkası “sıra benim” derken, bunlar birbirlerine yumruk yumruğa giriştiler. Ortalık ana-baba gününe döndü. Demek ki evden bize gelen de bu seslerdi. Ölüye ilk ben tecavüz edeceğim sıralamasında karasızlıktan birbirlerine girmişlerdi. Eşim bu durum karşısında şok olmuştu.Ben ne yapacağımı bilemedim.
Midem ağzıma gelmiş başım dönmeye başlamıştı. Bu nasıl olabilirdi?
Bunu insan insana nasıl yapabilirdi? Bunlar nasıl insanlardı?
Bu adamlar ölüleri çıkarıp önce tecavüz ediyor, ardından da etlerini kesip yaktıkları ateşte pişirip yiyorlardı. İkinci cesedin başına toplanmış aç çakallar gibi saldırmaya başlamışlardı. Bir ölü… Hiçbir şeyden haberi yok… Ne bağırabilir yardım için ne de kaçabilir…
“Bu olanlara izin mi vereceksin? Çek şu silahı ve gebert şunları!” der demez bir el tabanca sesi duyuldu ve arkamı dönmemle beraber eşim gördüğü manzara karşısında bayılmış yerde upuzun yatıyordu. Tabanca sesi mezarlıkta bulunan herkesin bir anda sessiz kalmalarına akabinde yolunda gitmeyen şeyler olduğunu anlamalarına yetmişti.
Adamlar bizi farketmiş geliyorlardı. Eşimi bayıldığı yerden kaldıramıyordum. İyice ağırlaşmıştı. Ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Tabanca geldi birden aklıma. Ali onu ne yapmıştı ?
Yere düşerken elinden nereye fırlamıştı? Nereye gitmişti Allahın cezası tabanca? Offf Allah’ım! Adımlarından önce nefeslerindeki tekmili kan ve anason kokusu sarmıştı ortalığı.
Burada kalırsam beni ellerine geçirirlerse başıma geleceği biliyordum. Tıpkı ölülere yaptıkları gibi önce sırayla tecavüz edecekler, sonra etimi bıçakla kemiğimden sıyırıp kor olmuş ateşte pişirip bir güzel yiyeceklerdi. Kocamı orada bırakma pahasına da olsa bunu yapmalıydım! Ali bir ölü gibi yatıyordu. Yoksa yoksa Ali farkına varmadan o kurşunu kendine mi sıkmıştı?
Olamaz! İyi de görünürde kan filan yok. Öyle olsa sesi çıkar en azından inlerdi. Eşimin orasını burasını yoklayıp kendini vurup vurmadığını anlayacak zaman yoktu. Beynim artık son can çekişindeydi. Nefesimde derman kalmamıştı. Yüreğim atmaktan bitap düşmüş, kendinden geçmiş bir halde olduğum yere bıraksam kendimi düşecektim.
Damarlarımdaki bütün kanlar çekilmiş, bedenim buza kesmişti. İşte gelmişlerdi. Onlarca el bedenime dokunuyor, beni kendine mâl etmek için sağa – sola çekiştiriyorlardı.
-İmdat, imdat, imdat! Cankurtaran yok mu? Sesimi duyan yok mu? Allah’ınızı severseniz bana dokunmayın!
Yapmayın, etmeyin, kıymayın!
-Nazan kendine gel, ne oluyorsun?
-Anne anne!
--Neredeyim ben neler oluyor? Ali! Sen, sen yaşıyor musun?
--Ne demek yaşıyor musun Nazan? Öldüm de benim mi haberim yok? ------Sen kabus gördün anlaşılan. Şu suyu iç ilk önce, sonra kalk elini yüzünü yıkayalım bir kendine gel.
--Her ne gördüysen bayağı korkutmuş seni. Korkma, biz yanındayız.
--Demek, demek hepsi bir kabustu öyle mi? Peki biz neredeyiz şimdi?
--Evet canım kabus gördün. Ve her şey yolunda. Biz yazlığımızdayız ya hayatım, unuttun mu? Haydi çocuklar odalarınıza. Hayatım ben de yorgunum. Sabah erken kalkıp kasabaya inip bankadaki işlemleri bitirmek için erken kalkmam lazım. Sen de yatıp uyumaya çalış.
-Tamam canım. Gelirim birazdan.
Demek rüyaydı? Ne rüyası, kabustu! Kan tere batmışım. Gerçek gibiydi her şey. Ohh Rabbim’e şükürler olsun! Saat kaç acaba? Gecenin dördü daha. Bu sesler de ne?
Pencerenin kenarına yaklaşan Nazan’ı ilginç bir sürpriz bekliyordu. Mezarlıkta kocaman bir ateş yakılmış, kabusundaki gibi iniltiler ve böğürmeler yükseldikçe yükseliyor, cümle ölmüşler mezarlarından çıkmış feryat ediyorlardı sanki.
Gece Nazan için yeniden başlamıştı…
YORUMLAR
(
be çok beyendim ve çokca maksadının aksiyle vuran bir tokattı.
mezardan asla korkmuyorum ve korkmamda
korktuğum tek şey
o sessiz vatanın gürültülü suskunluğudur
sağır ve dilsiz olan hiç susmayanların halidir
Allahım
kabir azabından sana sığınırız...Amin
sevgimle
Ülviye Yaldızlıı
Sevgiyle
farklıydı tatlıydı ..yine okuyacagım başarını alkışlıyorum iyidi_ ki günde nice günlere...
Ülviye Yaldızlıı
Erzurumlu Selim
Ülviye Yaldızlıı
Bende bilmiyorum hiç bir fikriyatım yok.Zamana bırakalım bakalım:)
Erzurumlu Selim
Ürkütücü.
Tam oh bitti derken, yeniden !
Oldum olası mezarlardan korkmuşumdur zaten. Herkes her ne kadar hep bir ağızdan "Dirilerden korkun" dese de.
Bir keresinde bir mezarlığın karşısında güzel bi eve taşınmayı düşünmüştük. Benim feryatlarım ev ahalisini vazgeçirdi:D
Bi de düşünsene benim odam mezarlığa bakıyodu ya, gel de delirme.
Tebrik ediyorum Sultans, sevgilerimle
Ülviye Yaldızlıı
Aslında benim böyle bir düşüncem var.neden olmasın.onlardan zarar gelmez ki ölmüş gitmişler.Her gün onların yanına gidip sohbet etmekte güzel olurdu:)
sevgimle nuniş'm:)
vuuuuvvv çok koktum,rüzgar sesi ve şimşek ışıkları olsaydı daha çok korkardım,beğeniyle okudum saygılar gönderiyorum.....
Ülviye Yaldızlıı
Gerildikçe gerildim yalnız ben okurken...
Kurgu muhteşem ama devam edecek gibi...
Yoksa rüya içinde rüya mı Nazan'ın gördüğü?
Kimbilir...
Antony HOPKINS ile bir akrabalığınız mı var acebaaaa? :)
Ülviye Yaldızlıı
(( Seçil Nimet ))
Vuuuuuuuuuuuuuu!!!
Kesin var kesin kesiiinnn... :)
Ülviye Yaldızlıı
Okurken memleketimdeki Emirler Mezarlığı canlandı gözümde.Anneciğim, babacığım, anneannem.. orda ebedi istirahatgahlarındalar.Nur göllerinde yatsınlar.
Ziyarete gittiğimde hep o yandaki evlere bakar nasıl burda yaşarlar derdim.Yazınız onları sahneye taşıdı, canlandırdı gözümde.
Ürkmedim desem yalan, ben de sizin bu olayı şahsen yaşadığınızı düşündüm.Ben hep gerçekte yaşadıklarımı yazmaya çalışırım..
Haklı bir seçki idi kutlarım.Sevgimle.
Ülviye Yaldızlıı
Sevgiyle hep
Ülviye Yaldızlıı
Nazlıgelin
Ülviye Yaldızlıı
Çok farklıydı...son zamanlarda okuduğum en etkileyici ve sarsıcı bir yazıydı...yazan ele,düşünen beyne ve sonsuz edebi gönüle selamlar olsun...
Ülviye Yaldızlıı
Erzurumlu Selim
Sultan Hürrem, Bravo sana bu ne ya zombiler çogalmış bunlar ölmüş değil yaşayan zombiler.. diye çığlık attım ama senin bunu ya rüya yada evin hanımının yazma hevesine ait kurgusu olabileceği düşüncesiyle sonlandıracağını biliyordum. Sonuna kadar hemencecik okudum ve bu arada bu yazıdan felaket bir zombi filmi olacağını düşündüm yerli zombiler...:))
Yine iyiydin Sultanım tebrik ederim seni.
Ülviye Yaldızlıı
Tekliflere açığım gülüm.Buyursun gelsinler
Sevgiyle hep.Okuyan gözün nur'lansın
yaşattın bize o meşum anları....bu aralar sitede pek yoksun...fazla uzatma kalemini özlüyoruz ustam saygılar
Ülviye Yaldızlıı
ya sen ne yaptın yaa
bu nasıl bir hayal gücü
ne heyecanlandım korku filmi gibi valla..:(
hayran kaldım..
hayal gücüne sağlık gül kokuşlum:)
Ülviye Yaldızlıı
Okuyan gözlerine bereket.
Öptüm yanağından.Hisset:)
Senin kurgularındaki çeşitlilik ve hayatın içindenlik pek az kişide var. Yeterki yazmayı iste. Öykünün doğuşuna önayak olduğuma sevindim şimdi. Ah bu katiller :) Devam ama...Seri olsun bu. Birbirinin devamı olmayan öyküler çok güzel olur, senin için de bizim için de:)
Kutluyorum canım.
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Gayret edeceğim yazmak için
Puf . Benim esas merak ettiklerim piskopatlar. Ne yer ne içerler.Nerede ve nasıl yaşarlar?
Sağ ol benim gülüm.Hep yanımda ol.Güç alıyorum senden
Öptüm,hisset;)