- 546 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bugün 17 Nisan
BUGÜN 17 NİSAN
Bugün 17 Nisan. Eğitimde özgün bir uygulamanın, örnek bir modelin, yani Köy Enstitüleri uygulamasının yasayla yaşama geçirildiği günün 72. yıldönümü. Aradan koskoca yetmiş yıl geçmiş.
Cumhuriyet yönetiminde bir umut ışığı olarak doğmuş, kısa zamanda köyü köylüyü, yok yoksul demeden kucaklamış, onları ortaçağ karanlığından çıkartmaya azmetmiş, insanımızı bulunduğu köy ortamında aydınlatmaya başlamış, yurt sathında çok olumlu sonuçları görülmüş, sonradan da değirmenlerine taşınan su kesilir korkusuyla çeşitli çıkar çevrelerinin elbirliği etmesiyle adeta bir mum gibi üflenip söndürülmüş güzelim bir projenin yıldönümü. Projenin rafa kalkmasının ardından “ah vah”lar içinde geçen ve toplum kalkınması açısından heder edilen yıllar. Dile kolay. Adeta koca bir ömür boşa geçmiş.
Ne diyordu projenin yaratıcısı, gerçek bir eğitim bilgesi olan İsmail Hakkı Tonguç (*) :
“ Uygulanmayan bilgi, boş ve lüzumsuz bilgidir. Bilmek demek, yapmak demektir. Bir şeyi yapabiliyorsak, aynı zamanda biliyoruz, demektir. Doğru, iyi, düzgün yazamıyor veya resim yapamıyorsak, anlatmak istediğimiz konuyu bilmiyoruz, demektir. Bir olayın deneylerini yapmaktan, müzik parçalarını bir müzik aleti ile çalmaktan veya notaya uygun olarak söylemekten aciz isek, o olayı veya o parçayı bilmediğimiz anlaşılır. İlgili kitabı veya dergiyi okuyarak, tabiatı (doğayı) veya sosyal (toplumsal) hayatı inceleyerek bilgi edinemiyorsak, kitapta yazılanı veya öğretmenin anlattığını ezberleme yolunu tutmuş, skolastiğin esiri haline gelmişiz, demektir.
Köy Enstitüleri’nde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya uğraşılmıştır. Onların kültürleri, cila şeklinde ve ezberleyerek benimsenmiş bilgi değil, iş içinde, iş vasıtasıyla öğrenilen gerçek ve öz bilgidir.”
Aynı bilge eğitimci, günümüzde sınav manyağı, seçenek manyağı haline getirilerek, sözde eğitilmiş sayılan öğrencilere, YÖK’ün, Üniversite yönetimlerinin, ÖSYM’ nin işin kolayına kaçarak, gerçek anlamda bir yetenek, ilgi ve bilgi sınavı oluşturmak ve gerçek değerlendirmeler yapmak yerine, eşitlik ilkesine tamamiyle ters düşen dershane dopinkleriyle, beş seçenekli testlerle değerlendirme yapılması konusunda neler düşünüyor, daha bu sınavların adı bile yokken, test uygulamaları konusunda bakın nasıl bir yorum getiriyordu
(**) :
“Testler konusunda, benim kişisel görüşüme gelince, gerçekten bu konu ile ilgili resmi emir son halini alınca gördüm ki, bu test değil, çocuklar için adeta bir bela. Yahu bu kadar suali (soruyu) sen, değil ilkokul öğrencisine, yaşını başını almış kelli-felli okur-yazar denilen adamlara sorsan, onları bile sıkıntı basar ve şaşırır kalırlar. Bu birinci nokta. İkinci nokta: Soruları bilip bilmemekten ne çıkar? Bir netice çıkmayınca, onu puanla değere çevirmenin manası nedir? Üçüncü nokta: Bütün bu soruların ifade ettikleri kitabi bilgi ile insanları ölçüpte hüküm vermek, insanı işe yaramayan bir bilgi hokkası (mürekkep kutusu) olarak görmekten başka ne anlam ifade eder? İrade, sebat, kendi kendine hareket ediş, becerikli olmak, sempati, hırs ve eğilim ve ilgi cephesi bir kıymet ifade etmiyor mu? Sonuç olarak, kısaca ve açıkça testi bu noktalardan kuvvetli, isabetli ve maksada uygun bulmuyorum.”
Test uygulamasını, kolay değerlendirme avantajının dışında öğrencilerin yeteneklerini tespit konusunda yeterli kabul eden ve senelerdir her konuda testi ön plana çıkartıp eğitim öğretimi devamlı öteleyen, ihmal eden başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, üniversitelere, eğitim akademilerine, okullara bugün vesilesi ile selam (!) ve sevgilerimi (!) sunuyorum.
Ne yazık ki, ülkemizde eğitim öğretim o hale getirildi ki, öğrenci görünümlü herhangi bir çocuğa, herhangi bir konuda bir soru yönelttiğimizde, “ Şıkları da söyler misiniz?” cevabını alıyoruz. Sanki her sorunun sadece dört ya da beş cevap seçeneği varmış, sanki bu seçeneklerden sadece biri devamlı doğruymuş, diğerleri hep yanlışmış gibi. Testten daha iyi ölçme ve gerçekçi değerlendirme yolları yokmuş gibi.
Her düzeydeki tembel kurumlar, insanların genel durumları hakkında gerçek değerlendirmeler yapmak için, ellerini taşın altına koymak, biraz daha fazla yorulmak, kafa patlatmak yerine, kolaycılığa kaçmayı bir marifet sanıyorlar. Ne de olsa testleri bilgisayarlar, optik okuyucular onlara iş yüklemeden hemen değerlendiriyorlar. Malzeme ellerine hazır geliyor. Tembel kurumlara da tembellik etmeleri ve her alanda olduğu gibi eğitim öğretim alanında da sadece ahkam kesmek, laf üretmek için bol bol zaman kalıyor. Tamam da, O zaman 2010 senesinde eğitimin hala istenen düzeye getirilemediği, cehaletin kol gezdiği, öğretim birliğinin sekteye uğratıldığı bir ortamda aşağıdaki soruların cevabını kim verecek?
Uygulamalı eğitim nerede? İş eğitimi, neden hep göz ardı ediliyor? Ezbere destek var, yaratıcılık neden köstekleniyor? Tüketim devamlı özendiriliyor, üretici eğitim nerede? Yaparak, yaşayarak öğrenme neden hep sözde kalıyor? Neden okullarda öğrencilere yeterince ulusal bilinç verilemiyor? İstenirse, bu sorular daha da artırılabilir. Cevabını mı arıyorsunuz? Başka yere bakmayın. Cevabı, Köy Enstitüleri’nde. Ama yazılanları okuyacak, okuduklarından ders çıkartacak adam nerede? Anadolu bilgesi Diyojen elinde fener, gündüz gözüyle boşuna mı sokak sokak dolaşıp adam arıyordu? Bir bildiği vardı her halde.
Yavuz Ali Sakarya
Emekli Öğretmen yavuzalisakarya@hotmail. com
17Nisan,2012, Antalya
(*) (Not 1) (Bu açıklamalar, Şerif Tekben’in “Neden köy Enstitüleri?” adlı kitabından alınmıştır.)
(**) (Not 2 (Bu açıklamalar, İsmail Hakkı Tonguç’un, eğitimci arkadaşı Sadri Ertem’e yazdığı bir mektubundan alınmıştır.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.