- 771 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
an
an doldu..ant eden için ant edilen zamanda ant oldu gitti yerine.Kellesini vermeye kalan tek şeyiydi kafasında taşıdığı. An dolusu ipriğine acı doldurdu hayattaki kurtuluşuna.Kalemine her harfte mermi doldurdu intihar kaçamağı özgür düşüncesiyle...
Serası hakimdimdi kendi ülkesindeki meyvelerine kış mevsiminde yeşil veren yemişime. Dondurdu tüm uçan böçekleri.Pisliği temiz bir camda kalmasın diye sildi üzerini.Sözde herkesi gülümsetti o da kendince güldü.Dıştan kahkahası içindeki hüznü bir ben bildim.
Genç gözlerinin ardındaki yaşlı yüzünü. Kırışıkları kadar dikkatliydi ama okurken merhametsiz di. Ama yazdıklarımı bildi.Her harfi.
an doldu öfkesindeki nefreti onunla barışıp kiprini yenmesi için dua ettim hep bu küçük dünyada...
en güzel söz...en güzel öykü... en hatasız insan yok... 29 alfabeli yuvarlak gece gündüz dönen dünya da...sende biliyorsun...bırak ne uçarsa uçsun havada...sen solu sadece okuma havasında....
an gibi bir hayatın ortasındaki bir an :-)
Küçük John, annesinin yemek masasının köşesine koyduğu porselen tabaktaki sütle karıştırılmış mısır gevreğini küçük kaşığıyla yemeye başlamıştı.Uzun, düz, sarı saçları ve beyaz teni onun mavi gözlerini bir güneş gibi parlak kılıyordu.John, bir taraftan önündeki mısır gevreğini yerken, bir tarafından da mahsun bakışlarını İzabel’e çevirip,onun yabancı varlığına alışmaya çalışıyordu.İki olgun kadın geçmişlerini sonu gelmez sözlerle tazelerken, arada bir kaçak bakışlarla küçük John’a şefkat dağıtıyordu.Üst kattan inceden inceye gelen bir ağlama sesi yapılan sohbete ikinci bir ara daha verdirmişti. Lisa hızlı adımlarla üst kata çıkıp, kucağında almış olduğu en küçük çocuğu olan Emma ile inmişti.Henüz dört yaşındaki Emma’nın gözleri de küçük John gibi ışıl ışıldı.İzabel sevecenliğini ona da göstermek için tebessüm edip,parmak uçlarıyla yanaklarına dokunmuştu.Emma, biraz çekingenlik gösterse de John’a göre çok daha çabuk ısınmıştı Kısa bir aradan sonra mutfak aralığından sızarak salona geçen iki çocuk dağıttıkları oyuncaklarıyla aralarındaki oyunlarına başlatmışlardı.İzabel yanağına sarkan sarı saçlarını parmak uçlarıyla kulağının arkasına iliştirirken,salonda oynayan çocukların yüzündeki sevinci görebiliyordu.İzlediği görüntü onun içine inceden bir sızı yerleştirse de o an farkında değildi.Bir yandan yalnız geçen çocukluğu aklına gelirken, diğer yandan gelecekte kendinin de bir anne olabilmesini hayal etmişti.Saniyelik bakışlar arasında sıkıştırılan çok şey vardı o an onun içinde.Lisa mutfaktan yanına gelip, oturduğu anda dikkatini yeniden toplamıştı.
İzabel,kolundaki siyah deri kayışlı saatine baktığında vaktin ilerlemiş olduğunu anlamıştı.
“Gitmem gerek Lisa, bugün Mary’nin mutfağında yemek görevini ben üstlenmiştim.”
“Ne yemek göreviymiş böyle….”
“Annemin yaptığı yemeklerden birini öğrenmek için ben yapmayı deneyeceğim.”
Lisa gülümsemeyle yanındaki arkadaşına bakarken, onun yemek yapma konusunda iyi olmadığını bildiğinden espri yaparak, “Sakın zehirleneyim falan demeyin.Emma ve John’la sizi kurtarmaya gelmem zor olur ona göre.” diyerek gülmüştü. “İzabel, aklıma gelmişken, çarşamba günü değişiklik olsun diye çocukları sahil tarafındaki oyun parkına götürmeyi düşünüyordum, sen de gelebilirsen ne güzel olurdu.” Kısa bir duraksamanın hemen ardından İzabel , “Tabi neden olmasın benim içinde eğlenceli olur Emma ve John’la vakit geçirmek.”dedi.Mutfaktan salona geçip, dışarı çıkmadan önce İzabel çocuklarla vedalaşmayı da ihmal etmemişti.Lisa bahçe kapısına kadar geçirmek için İzabel’e eşlik etmişti.
Hava, mevsimine özgü serin rüzgarıyla ikisinin saçlarını birden havalandırırken, dallarında yeni kurumuş yaprakları da koparıp yerlere silkeliyordu.
….
İzabel, yanları seyrek ağaçlarla kaplı dar kıvrımlı yoldan ilerlerken yağmur bulutları çiselemeye başlamıştı.