- 1490 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
SUDA YÜZEN YAPRAKLAR
Yıllar sonra döndüğü eski mahallesinde çok şeyi çok değişmiş bulmuştu. Aslında değişen sadece insanlar mıydı, tam karar veremiyordu. Çocukluğunun parke taşları, dar kaldırımları, elektrik direkleri, cumbalı evleri hepsi yerli yerindeydi. Ancak yaşanan kirlenen çevre ve kükürtdioksitli günler nedeniyle olsa gerek ahşap evlerin renkleri kararmış, daha bir eskimişlerdi. Eskiyen sadece binaların yüzleri değildi elbet, çocukluğundan tanıdığı kimler kaldıysa onların yüzleri de yaşanan günlerden ve evlerden daha çok eskimişlerdi. Zaten eskilerden kalanların sayısı onbeşi geçmiyordu. Çocukluğunun renkli günlerinin oldukça güzel mahallesinde şu an yaşayanların çoğu yorgun, ihtiyarlamış, her evde bir veya iki kişi olarak yaşayan insanlardı. Kendisi de öyle değimliydi sanki. O da yaşadıklarından çok yorulmuş, yılmış, ürkmüştü.
Ama geçmiş zamanla ilgili olarak ne yapılabilirdi ki. Keşke zamanı geriye çevirebilseydi. Keşke yeniden ilkokula, ortaokula gidebilseydi. LAcivert grili formasını giyip, saçlarını örebilseydi. O zaman daha liseyi bitirir bitirmez, ilk gördüğü gece aşık olup küçük yaşta evlenirmiydi. Oysa nasıl inanmıştı ona, nasıl sevmişti.
Öğrendi ki, sadece sevmek yetmiyor. Saygı da olmalı, emekte olmalıydı. Sarhoş geceler, eve sık sık habersiz geç gelmeler, daha da kabalaşan aşırı erkeksi davranışlar, kendine karşı ise en ufak bir toleransın olmayışı ve son zamanlarda da eve sık sık hiç uğramamalar bardağı iyice taşırmış, sadece sevginin yetmediğini acı bir şekilde göstermişti. "Başka birimi var" diye düşünmedi bile. Mademki onun için benim bir anlamım yok, ne fark eder ki diye düşündü sadece. Bir gün eşinin eve gelmedi gecenin sonunda küçük valizini sessiz gözyaşları ile topladı ve saçını süpürge yaptığı evinin kapısını son kez dışarıdan kapattı. Günlerce tehdit, saldırı, araya büyükleri koymalar, hatta tövbe edip hak yolunu bulmalar bile onu bu gidişinden döndürmedi. Saygının, emeğin olmadığı yerde sevgi çiçeği tez solmuştu, kurumuştu bile. Tekrar canlanabilirmiydi ? Asla, çocukça sevgisini kalbinin en derinlerine gömdü. Acıları hep yalnız yaşadığı odaların dilsiz duvarlarıyla paylaştı, gözyaşlarını göz pınarlarına gizledi. Yıllar sürdü boşanma ama direndi. Genç kızlığının, kadınlığının, orta yaşın en güzel günleri bu kaos içinde eridi gitti. Hep kendi kendine yaşadı, sırrını kimselere vermedi, dudaklarında içten bir gülüşün tatlı kıvrımlarını hiç kimse göremedi. Emekli olunca da hep acılar getiren bu gurbeti çekmenin hiçbir anlamı yok diyerek çocukluğunu yaşadığı küçük taşra şehrine geri döndü.
Ailesinden ona kalan eski eve yerleşti. Işıltılı, mutlu çocukluğunun geçirdiği nem kokan bu ev, hırpalanmış parke taşlı bu sokak acılar, umutsuzluklar dolu yüreğini biraz sakinleştirmişti. Durmaksızın esen fırtınalar dinmiş, azgın dalgaların yerini hafif kımıldamalar almıştı.
O gün Salih’i gördüğünde kalbinin bir yerlerinde garip bir sıcaklık hissetti. Birlikte yaşadıkları çocukluklarının rengarenk anılarından tatlı esintisimiydi, eski bir tanıdığı görmenin ışıltılı hoşluğumuydu bu tatlı ılıklığın nedeni bilmiyordu ama birlikte çalıştıkları sosyal topluluğun toplantılarını iple çekmeye başlamıştı. Salih, üç ev üstte oturan göçmen ailenin sessiz çocuğu. Yaramaz Zeycan’dan azmı çekmişti, hep bir yolunu bulup onu ebe yapardı... Bir gün toplantıya ara verdiklerinde Salih Zeycan’ı çaya davet etti. Çayları keyifle içerken Salih pat diye "Peki Zeycan, mutluluğu bulabildin mi ?" diye sordu. Zeycan’ın suskun, nemlenmiş gözlerinin içine bakarak devam etti Salih "Ben bulduğumu anladığım anda kaybettim. Evliliğimizin sekizinci yılında, tamda dört kişilik minik ailemizle tam da baharı yakalamışken birlikte geçirdiğimiz bir trafik kazasında kaybettim onları" Derin bir sessizlik oldu. Zeycan, boğazına kadar gelen bir çok kelimeyi yan yana getirip bir cümle kuramadı, sadece "Hiç bulamadım" diyebildi, gözlerindeki buğu iki küçük damla halinde yanaklarından süzüldü. Zaten nesi vardı anlatılacak, hüsran dolu bir evlilik. "Uzun yıllar önce boşandım". Salih’in gözlerinde bir parıltı oluştu geçti. Zeycan’ın gözlerinden yanaklarına süzülen damlacıklar ve verdiği kısa yanıtlar, bu konuyu daha fazla konuşmayalım der gibiydi. Salih bunu anladı ve sustu. Öbür toplantı günüde bu kez çay daveti Zeycan’dan geldi, yine aynı masaya oturdular. Çaylarını yavaş yavaş içerlerken, geçmiş ağırlıklı konuştular. "Gelecek toplantıda çaylar benden" dedi Salih, toplantı salonuna dönerken. "Bu kez ikişer bardak içeceğiz". "Tamam" dedi Zeycan.
Yaz ayları ve sonbahar dolu dizgin geçti, kış geliyordu. Topluluk bireyleri genellikle orta yaş üstü bireylerdi ve bu yüzden, kış aylarında toplantılar ve diğer etkinlikler yapılmıyordu. "Gelecek hafta, bu dönemin son toplantısını yapacağız" dedi başkan. Salih ve Zeycan sanki kurulmuş gibi birbirine baktılar, sonra ikisi de yasak bir şey yapmış ve yakalanmışçasına kızarıp, başlarını öne eğdiler. Çay ısmarlama sırası Salih’teydi o gün. Sürekli çok hoş sohbet anlarının yaşandığı toplantı arasına üçer bardak çay içmelerine rağmen, o gün konuşamadılar. Havadan, sudan; tatsız, tuzsuz cümleler kurdular.
Son hafta toplantısına giderken oldukça serin bir rüzgar esiyordu. Zeycan oldukça kalın kıyafetler giymişti. Salona girerken Salih’in kendisine el ederek yanından ayırdığı yere çağırdı. Salih pek şıktı o gün, mavi gözleri okyanusları kıskandıracak cinstendi. Saçlarını çok itinalı bir şekilde geriye doğru taramıştı. Yanına yaklaştığında, hemen koltuğu tutup daha rahat oturmasını sağladı. Hep kibar, ağır başlı, alçak gönüllü, sevecen bir insandı Salih. O gün ise daha üst bir performans sergiliyor gibi geldi Zeycan’a. "Neler de düşünüyorum" dedi kendi kendine. Başkan "toplantıya yarım saat ara veriyorum" dediğinde Zeycan hemen Salih’in kolundan tuttu. "Hadi çaya, bu gün sıra bende. Çok hafif kurabiyelerde yaptım". "Peki" dedi Salih, "Yalnız çaylarımızı bahçede içsek. Gerçi biraz serin ama, son toplantı çayımızı havuz kenarında içsek olur mu ?"
İlk beş dakika çay kaşığı tıngırtıları, kurabiyelerin servisiyle geçti. Sonra Salih’in yüzü gerginleşti, elleri titremeye başladı, sık sık öksürüp, yutkunma nöbetlerine başladı. "Üşüdün galiba Salih" dedi Zeycan, "Hadi içeri girelim". "Hayır" dedi Salih "Eğer izin verirsen ve yanlış anlamazsan sana bir şeyler söylemek istiyorum…" Salih genelde çok az ve kısa cümlelerle konuşurdu. Bu cümlelerde hep itinayla seçilmiş, saygı yüklü kelimler içerirdi. Ve asla konuşurken karşısındakinin gözlerine bakmazdı. Ama o gün mavi gözleri telaşlı, hafif bir tebessümü gizler gibiydi ama dosdoğru Zeycan’ın kömür karası gözlerine sabitlenmişti. "Biliyorsun, mutluluğu tam bulduğum anda kaybettim. Ondan sonraki yaşamım tam Ü.Y. Oğuzcan’ın "Acılar Denizi" şiirinde olduğu gibiydi. Yaşama tümden küstüm, sadece vücut olarak yaşadım. Ama bir gün sen geldin, inanılmaz bir dönüşümü yaşattın bana. Yaşamı sevmeye başladım. Bu toplantı günleri artık benim için birer kurtuluş günleri oldu. Eşimi ve çocuklarımı kaybettiğim gün, onların hatıralarına hep sadık kalacağıma söz vermiştim. Ama onlarda bu günkü beni ve seni görselerdi eminim benden fazla onlar isterlerdi…" Zeycan, Salih’in bu alışılmadık uzun cümlelerinin nereye varacağını anladığında, renginin kaçmaya başladığını ve vücudunun titremeye başladığını hissetti. Kesik kesik öksürme sırası ondaydı. Salih hiç durmaksızın uzun cümleler kurmaya devam ediyor ve onu tanıdıktan sonraki yaşamını anlatıyor, bir türlü sonuç cümlesine ulaşamıyordu.
"Anladım" dedi Zeycan. "Sana daha önce mutluğu bulamadığımı ve boşandığımı söyledim. Yaşamı hala kendim için adil bulmuyorum. Mutlu olmak için nelere katlandım ama olmadı, benim yazgımda mutluluk diye bir bölüm yok sanırım" dedi. Sessizlik girdi araya bir süre. O anda ağaçtan düşen bir yaprak kirlenmiş sonbahar havuzunun yeşilimsi suyuna düştü. Hafif esen rüzgarla havuz içinde sürüklenmeye başladı. "Şu yaprağa bak" dedi Zeycan. "İşte ben oyum. Ben yaşamda su üstüdeki bir yaprak gibiyim. Hep sola, sağa savruldum. Bu belirsizliğime, talihsizliğime seni ortak edemem…"
Daha uzun bir sessizlik oldu. Salih, Zeycan’ın yanına sokuldu, ellerinden tuttu "Seni anlıyorum, yaşam herkese adil olmuyor işte. Korkmakta, tedirgin olmakta çok haklısın. Ben de olsam aynı çekinceyi taşırdım. Ama tanıdığım şu sürede, seni geri kalan ömrümüzde mutlu edebileceğime inanıyorum. Birinci seçiminin yanlış olması, bundan sonrasının da hep aynı gideceğinin bir göstergesi olamaz. Seni seviyorum, eğer sen olmasaydın bende asla evlenmeyi düşünmüyordum. Kendi adıma seni mutlu edeceğime inanıyorum. Bu şansı hem benden hem kendinden esirgeme lütfen. Zeycan bu kez net bir şekilde soruyor ve istirham ediyorum, benimle evlenirmisin ?"
Zeycan allak bullak olmuştu, gözlerini havuza düşen yaprağa sabitlemiş anlamsız anlamsız bakıyordu. Salih haklı olabilir diye düşündü bir an ve neden olmasın ki diye aklından hızlı bir rüzgar geldi geçti. Yetişkin olarak tanıdığı ilk günden beridir gösterdiği saygı ve sevgi dolu davranışlarıyla yüreğinin bir yerlerinde hep güzel bir şeyler oluşturmamışmıydı. Onu yeniden görebilmek için toplantı günlerini bekler hale gelmemişmiydi. Birden suda yapayalnız yüzen yaprağın yakınına bir başka yaprağın düştüğünü gördü. Sonraki yaprak ta bir an sağa sola savruldu. Sonra yavaş yavaş ilk yaprağın yanına doğru yüzdü, yaklaştı ve ona yapıştı. Bir süre sonra iki yaprak, hafif bir rüzgarla kuytu bir kıyıya taşındı, orada bulunan büyük bir dal parçasına tutundular. Artık rüzgar onları sağa sola savuramıyordu…
YORUMLAR
Zeycan allak bullak olmuştu, gözlerini havuza düşen yaprağa sabitlemiş anlamsız anlamsız bakıyordu. Salih haklı olabilir diye düşündü bir an ve neden olmasın ki diye aklından hızlı bir rüzgar geldi geçti. Yetişkin olarak tanıdığı ilk günden beridir gösterdiği saygı ve sevgi dolu davranışlarıyla yüreğinin bir yerlerinde hep güzel bir şeyler oluşturmamışmıydı. Onu yeniden görebilmek için toplantı günlerini bekler hale gelmemişmiydi. Birden suda yapayalnız yüzen yaprağın yakınına bir başka yaprağın düştüğünü gördü. Sonraki yaprak ta bir an sağa sola savruldu. Sonra yavaş yavaş ilk yaprağın yanına doğru yüzdü, yaklaştı ve ona yapıştı. Bir süre sonra iki yaprak, hafif bir rüzgarla kuytu bir kıyıya taşındı, orada bulunan büyük bir dal parçasına tutundular. Artık rüzgar onları sağa sola savuramıyordu…
Ben küçükken annelerimle birlikte isisnasız her hafta en az bir kere kadınlar matinesine giderdik o eski siyah beyaz Türk filimlerini seyretmek için ve ben bundan çok hoşlanırdım hele film sonlara yaklaştığında beni acayip bir heyecan sarardı ve içim ürperirdi ve vücudumdaki tuyler diken diken olurdu adeta sanki filmdeki o kadın kahramanın yerindeki benmişim gibi sanki o esas oglan da benim arkadaşımmış gibi , ne garip hikayenizi okurken de aynı hisleri duydum ve sonunada o iki yaprağın bir araya gelipte sakin bir kıyıya yerleşmeleri gözlerimi yaşarttı gerçekten ama mutlu sonlandığı içinde çok hoşuma gitti açıkçası ..
Yazınızı başından sonuna bir solukta okudum gerçekten , çok akıcı ve güzel bir anlatım , umarım insanlar bu kadar acılara rağmen aradıkları o mutluluğu bulurlar , kutlarım sizi , sevgilerimle ......