- 2670 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sahipsiz Papatya
Koskoca papatya tarlasına neşeyle dalardı mahallenin tüm çocukları. Küçüktük daha, yaşlarımız beş altıyı geçmiyordu. Tepenin engebeli, rüzgâr alan tarafı papatyalarla dolu olurdu. Koşuşturan çocuklara bakar üzülürdüm. En çok kendime kızardım. Ben, neden böyleydim. Değil koşmak adım atmaya korkardım, ezilecekler diye. Diğerleri karınca ordusunun şekere saldırısı gibi üşenmeden, keyifle papatya toplardı. Denerdim koparmayı, uzatamazdım ellerimi. Gönülsüz askere alınmış korkak bir asker gibiydim. Ve nedense mecbur hissederdim bu katliama ortak olmaya kendimi. Hiç değilse anneme bir demet bende götürmeliydim. Annem yanımızda olmadan çıkamazdık zaten tepeye. Annem ve diğer komşular koyu bir sohbetin gölgesinde, tepenin mahalleye bakan yamacında oturur, çay demler, kekler börekler eşliğinde piknik sofraları kurardı.
Onca solgun anının içinde, solamayan tek çiçek. Annemin diktiği basma eteğimden, bugünlerime savrulan beyaz papatya. Yeşil vadilerin kırılgan kızı. En güzel benim eteğim dönüyor nidasıyla. Dönerek yarışa tutuşuyordu eteklerimiz. Biz dünyadan daha hızlı dönüyorduk sevginle anne.
Sevginin baş döndürücü gücü, döndürünce başımı. Sakar adımlarla çarptım saksına. Ben hem sakar, hem korkaktım anne. Devrildi bahçe avlusuna bir saksı sardunya. Hilelerini öğrenmemiştik hayatın. Vazoya koyduk kopan çiçeği. Minik ellerimiz titreyerek topladık, canlansın diye çocuk dualarıyla, yeniden ektik toprağa kolu kırık sardunyayı.
Sezmeden gerçeğimizi, kopardığımıza hüküm verip bize nasihat ederek; dallarından kopan çiçekler vazoda yaşayamaz. Çiçekler toprağından ayrılınca büyümez çocuklar demiştin. Toprak anadır büyütüp yeşerten tüm canlıları. Ayrılınca toprağından bitkiler hemen solar, bir daha çiçek açmaz. Solgun sardunyanın kırık kolu hatırına, öykünerek anlatmıştık olanı biteni. Ve sen cennet ellerinle yeniden yeşertmiştin solgun sardunyanı.
Biliyor musun anne ben hala hiçbir şey yeşertemiyorum toprakta. Ektiklerim büyümüyor. Senin ellerine benzesin isterdim ellerim. Çok sulayıp tüm çiçekleri öldürüyorum. Ben niye böyle sakarım anne, ben niye böyle korkak. Böylesine kocaman bir sevgiyle büyüyen ben, çok korkuyorum anne sevgisiz miyim yoksa.
Allahtan annemin tek kızı ben değildim o sıralar. İki yaş küçüğüm hiç de ablası gibi korkmazdı. Annem söylenmese, çalıların tepesinden inmez, böğürtlenlere korkusuzca dalardı. O hep en güzel papatyaları toplar, koca bir demet yapardı. Benim elimde koparılmış papatya sayısı az olduğundan, her defasında diğer çocukların alay konusu olacağımı bilir; savunma güdüsüyle papatyaların arasına kurumuş küpe çiçeklerinden doldurur, elimdeki demeti alabildiğince büyütmeye çabalardım. Ne yazık ki o kuru çiçekler istediğim kadar büyütmezdi demetlerimi. Alay konusu olurdum. Elimde küçücük bir demet gören diğer çocuklar, gülerdi halime.
Senin çiçeklerin, neden bu kadar az demişti annem bir defasında, diğer çocukların alaya alan bakışlarını hissederek. Yılanlar varmış otların içinde ve örümcekler elime geliyor korkuyorum, dedim. Kim söyledi yılan olduğunu, burada yılan olmaz ki korkma kızım demişti annem. Olur, mu Aziz anlattı, babası öldürmüş, kocamanmış, böyle uzun. Kollarımı iki yana açıp göstermiştim kocaman yılanı. Azizler görmüş. Aziz mahallenin en gevezesiydi. İyi ama örümcekler küçücük bir şey yapmazlar sana, diye korkularımı azaltmayı denemişti annem. Nedense diyememiştim ben koparmak istemiyorum papatyaları ve ayaklarımın altında ezilmesine dayanamıyorum üzülüyorum. Diğer çocukların böyle bir tasası yoktu ve ben yanlış davrananın ben olduğumu sanıyordum. Bir bendim, bastığım yerleri izanla seçen. Ah bu hain canavarlar, dalga geçiyordu benimle. Yürüyemiyor diye.
Nasıl anlatacağımı bilmiyordum anneme gerçekleri. Ama anlatmazsam bu kargaşanın süreceğinden emindim. Ben dedim,sevmiyorum papatyaları koparmayı. Senin saksılarındaki çiçeklerin hep yaşıyor ama bu papatyalar vazoda çok yaşamıyor. Ölüyorlar ve çöpe atıyoruz. Ama burada hep kalıyorlar ve bu hain çocuklar eziyor, koparıyor onları. Hem o örümceklerden korkmuyorum ben. Elime geliyorlar ama ben korkmuyorum. Evet, elimdeyken dikkatle bakıyordum hep onlara. İncecik bacaklarının yürüyüşünü bile zor hissediyordum. Ama asıl korkum, dokunursam kırılacak kadar ince duran bacaklarını incitmekti. Hem örümceklerin bacakları incecik, vurunca kopabilir, dedim. Elime geliyorlar, sallıyorum gitmiyorlar, üflüyorum, elimden ipi çıkmıyor, yapışıyor, yere inene kadar sallanıyorlar elimde. İstemiyorum papatya toplamak.
Çıt diye bir kırılma sesi beklerdim uzatınca elimi koparmak için bir papatyayadan. Narin, zayıf bedeni sadece benim duyduğum sessiz bir isyan çığlığı saklardı sanki. Koparma beni, ayırma toprağımdan diye ağlardı tüm yaprakları. Hem utanır hem korkardım ben papatyadan.
Hem yılanlar varmış diyecek oldum. Yok, dedi annem yılan olmaz burada. Sen bakma Azize uyduruyor o. Sen hiç yılan gördün mü? Yok diyemedim ama varda diyemiyordum. Benim yılan diye tabir ettiğim şey, elbette ki herkesi güldürmüştü. Evet dedim, bilmiş bilmiş, gördüm yılan. Nerede gördün diye, sorguya çekmeye başladı annem. Bahçede dedim. Hangi bahçede diye tedirgin, sordu annem. Bizim bahçede dedim, senin tavukların topraktan çıkartıyor işte, yiyorlar üstelik. Hem sadece küçük yılanları değil, sinekleri ve küçük böcekleri de yiyorlar. Yılan görmeyen bir çocuk için, elbette ki solucanlar, küçük yılanlardı. Herkes gülüyordu elbette ki çocukça açıklamalarıma. Annem üzgün bakıyordu bana. Her anne gibi annem de içinden; bu kırılgan, nahif yapımın farkındaydı. Yinede beklediğinin çok üstündeydi korkularım. Umutsuz bir sesle, sen dedi yumurtayı da bu yüzden mi yemiyorsun şimdi. Evet dedim, senin tavukların hep yılanları yiyor. Yumurtanın içinin dışının didik didik edilmesi anlarını hatırlıyordu annem. Hem yumurta kokuyor, diye devamını da getirdim. Doğrusu onca haklı bahane içinde en kabul görür olanı buydu galiba. Evet dedi annem pes ederek. Yumurta, kokuyor.
Hiç korkmadım ben örümceklerden. İncecik papatyadan bile narin, çırpıydı bacakları. İncinecek sanrısıyla, kopar kırılır incecik bacağı, topal kalır korkusuyla yürürken elimde bir örümcek, tutardım nefesimi. Yere inene kadar beklerdim sabırla.
İyi ama bak, kardeşin korkmuyor kızım demişti annem. Eğer altı yaşındaysanız ve sizden iki yaş küçük bir kız kardeşiniz varsa ve o kız kardeş sizden cesursa, onu örnek almanız öngörülür. Ve kız kardeşim ne yazık ki hiçbir zaman korkak bir çocuk olmamıştı. O küçücük boyuyla, korkusuz afacan bir kız çocuğuydu o. Sonradan boyu ne yazık ki benim boyumu geçecek ve çirkin ördek psikolojisi yaşacaktı bana, tüm çocukluğum boyunca. Sokaktan eve gelmezdi. Sokağın kızlarının çete başı lideri gibiydi hep. Erkeklerle misket oynar, eli ayağı çamur içinde kalır umursamazdı. İnatçıydı ve ablası gibi oyundan atılmazdı. Tüm oyunların, seçici, oyun lideri olurdu. İnatçıydı üstelik. Yalandan kızıyor olsa bile annemin bir nevi gurur kaynağıydı kız kardeşim. Korkusuzdu zaten onu kızdıranları; kız, erkek, büyük küçük ayırt etmez gücü yettiğini döverdi. Yakan toplardan tuttuğu yedek canları oyundan atılan zavallı ablasına bile verirdi. Ama yinede ben oyunların tutunamayan korkak oyuncusuydum. Ve ne yazık ki o benim değil, ben onun ablasıydım. Annemin kız kardeşimi hep daha çok sevdiğini düşünürdüm. Öte yandan annemi suçlayamazdım bu konuda. Ben de olsam kız kardeşimi severdim gibime gelirdi hep. Ama elbette ki ne olursa olsun sevmezdim kız kardeşimi. Büyük olarak benim kollamam gereken kardeşim olmasına rağmen, onun beni bir cengâver nidasıyla koruması incitirdi beni.
Her çocuğun kendini savunma güdüleri vardı. İşte bu korkak ve nahif kız da oyundan atıldığı günlerde kendini korumaya çalışıyordu, oyun kenarında. Tırnak yemekten sıkılınca fark etmişti karınca ordularını. İlk başta sadece kovalıyordu karıncaları, parmak uçlarıyla. Ve karınca ordusu ne çok benziyordu; oyundaki, sokaktaki koşturan oyunculara. Bıkmadan sıkılmadan oraya buraya koşturup duruyorlar, beni deli ediyorlardı. Önce oturduğum en tepedeki merdiven basamağından üflemeye başladım onları. Ve merakla alt basamaklarda aramaya başladım, ölüyorlar mıydı? O küçücük halleriyle alt basamakta ölü ya da yaralı karınca arar olmuştum. Öyle dikkatli bakıyordum ki, bir “ah” diyen olsa duyacaktım. Ama hayır, ölmüyorlardı. Beklediğimin aksine aynı mutlu mesut oyunlarını daha kalabalık bir orduyla alt basamakta sürdürüyorlardı. Öfkeyle onları kovalayan
parmaklarım, canavara dönüştü bir anda. Herkesin bu kadar keyfi yerinde olmamalıydı. Çocuklar oynuyor, karıncalar oynuyordu. Bir ben yalnızdım. İşaret parmağımla tek tek öldürmeye başlamıştım. İlk öldürdüğüm karıncanın da sesi çıkmamıştı doğrusu. Ve kanı akmamıştı. Neden kanı akmıyor diye elime alıp dikkatle incelemiştim. Hayır, kanları yoktu sanki. Emin olmak için sıradan birkaç tane daha öldürdüm. Evet, kanları bulaşmıyordu ellerime. Ama pişmanlığımla öfkenin arasında kalıyordum her defasında. Eğer çocuksanız
ve korkak bir yapınız varsa sizden daha güçsüz bir canlıya eziyet edebilirdiniz ama işte çocuk vicdanım çok daha yaralanmıştı bu ölümlerden. Bu sefer eve gidip uzatamamıştım ellerimi “anne yıka” diye. Bir suçlu gibi kendim sabunla saatlerce yıkayıp durmuştum. Ve bir suçlu gibi saklanmıştım odama.
Yalandır karıncayı incitmediğim. Çok karınca kovaladım parmak uçlarımla. Kaç karıncanın ahını aldım, kaç karıncanın kanı kaldı yerde kim bilir? Ben oyundan atılmış çocuk, karınca ordusuna savaş açmıştım.
Aynı gece kâbusum olmuştu öldürdüğüm karıncalar. Ve rüyamda bir karıncanın gözleriyle bakıyordum, karınca olmuştum ve benim o küçük elim kocaman olmuş boğazıma basıyordu. Defalarca üstelik nefessiz kalıyordum ama ölmüyordum. Ve elim kovalıyordu beni bu sefer. Kaçamıyordum o işaret parmağımdan. Ve nasıl da kocaman bir elim vardı. Anneciğim kurtar beni diyen çığlıklarıma gelip uyandırmıştı annem. İlk baktığım yer ellerim olmuştu. Ve sanki ellerim hala kocaman devasa bir el gibi görünüyordu bana. Ne oldu yavrum diye sarıp, sarmalamıştı beni annem. Hıçkırıklara boğularak, “ellerim” demiştim, “anne ellerim kocaman oldu”. Annem tutup ellerimden, bak kocaman değiller demişti. Anlat ne oldu. Bir çocuğun altında ezilemeyeceği kadar ağır bir yükü gözyaşları eşliğinde anlatmıştım anneme bir çırpıda.
Hata yapabiliriz hepimiz demişti annem. Bak sende çok üzüldüğün için girdi rüyalarına o karıncalar. Başka canlılara zarar vermemelisin. Hem sen örümceklerin incecik bacakları kırılacak diye üzülüyordun. Karıncalarında bacakları incecik ve kimseye zararları yok, bir daha öldürmemelisin onları. Elbette ki anlatamamıştım oyundan atılışımı. Hadi bakalım dua etmeyi öğreteceğim sana, demişti. Pişmanlığı ve Allahın Affediciliğini böyle bir gecede annemden öğrenmiştim. Bundan böyle dua etmeden uyumak yok diye tembih etmişti sıkı sıkı. Böyle bir gecede ilk duamı öğrendim ve vicdanımı temizlenmeden bir daha başımı yastığa koyamadım. Şimdilerde düşündüğümde bu kocaman dünyada, gerçektende en temiz yanlarımızın çocukluk olduğunu ve bir çocuğun vicdanının hiçbir zaman böylesi suçları kaldırmadığını çok daha iyi anlıyorum.
Toprak ananın sevgisiydi yeşerten tüm canlıları. Anne kucağıydı yeşerten çocukluğumuzu. Şimdi, üzüntülerle doluyum anne. Memleketimin sokaklarında sahipsiz, savunmasız toprağından, ana kucağından, baba ocağından kopmuş onlarca çocuk var. Küçük yılanları canlı canlı yutan sevmediğim o tavuklar bile sarı civcivleri için nasıl pırlıyordu insanların başına. Her canlının annesi hayatı pahasına savunuyorken yavrusunu biz niye böyle olduk
anne.
Her gece sahipsiz bir çocuğun üşümüş elleri giriyor düşlerime, kabuslanıyor gecelerim. Şimdi hangi dualarla temizleyip kirli vicdanlarımızı nasıl uyutuyoruz biz insanlığımızı. Rabbim biz yoksa hiç uyanmıyor, hep uyuyor muyuz?
Zeynep Özmen
YORUMLAR
öncelikle son yazınızın(Plastik hayatlar) son kısmına yorum yazdım belki cevap gelir diye bekledim gelmedi.
Bu yazınızda oldukça güzel.vermek istediğiniz mesaj net olarak anlaşılmakta.İnsanlığımız sorgulanıyor,çocuklar üzerinden.çok haklısınız.
yazıya gelince mükemmel diyebilirim.öyle sıradan değil yazı.Sezdiğim kadarıyla hayli bilgi birikimi olan bir kalem var karşımda.Acaba yazılı eserleriniz veya yayımlanmış eserleriniz varmı?
yoksa yazık olacak bu kaleme.Aslında önemli olan verilecek mesajın en güzel biçimde verilmesi.Bu yazıda bunlar en iyisinden var.
tebrik ederim.
benim görüşlerimi önemsiz sanmayın...
Yakamozmavisi
Saygılarımla.