- 1066 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Sahilde Gülümseyen Adam
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sandalın ucundaki halatı babaya geçirirken, sigaranın küllerinin yere dökülmek istediğini fark etti. Ağzında tuttuğu sigara, külleri artık taşıyamıyordu. Babaya geçen halatı hala tutuyordu. Yanına koyduğu kovanın içindeki balıklar hâlâ çırpınıyorlardı. Bir daha dönemeyecekleri bildikleri anavatanlarına hasretle son kez bakmak istiyorlardı. Ama nafileydi. Artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi. Birkaç arkadaş, birkaç balık arkadaş ölmek için zamanlarını bekliyorlardı.
Sararmış sakallarını sıvazladıktan sonra, başındaki bereyi çıkardı. Terlemiş saçları hafiften. Ön taraftan biraz dökülse de saçları, yaşına göre yine de iyiydi. Avuçlarını batmak üzere olan göğe doğru uzatır gibiydi. Avuçlarına bakıyordu, parmaklarına dokunuyordu. Misina ipinin sardığı parmakları zaman zaman çok fena bir şekilde sıkışıyor ve birkaç gün parmaklarının acısını çekmek zorunda kalıyordu. Beresini dizine iki kez sertçe vurduktan sonra, tekrar beresini başına taktı. Gözleri bu sefer güneşi süzüyordu.
‘Belki de yaşamak için daha fazla balık avlamana ihtiyaç var!’ diyen esrarlı sesten bıkmıştı. Yıllar öncede o esrarlı ve gizemli sesi dinlemeyi de bırakmıştı.
Barakasının önündeki sönmüş odun parçaları ve önceki yaktığı mangallardan kalma küller vardı. Dün kendisine çorba yapıp, yanında iki büyük levrek yemişti. Bugün ise sadece balık ziyafeti çekmek istiyordu kendisine. On kiloluk büyük bir bidona kendi yaptığı turşunun içine elini soktu. Turşunun asitli suyu içerisinde yaraları sızlamıştı. Dört tane büyük salatalık ve yanında biraz da lahana avucunda kalmıştı. ‘Yeter’ diyordu içinde, ‘yeter bu bana.’
Ateşi yakınca, cebinden tekrar bir sigara dalı daha çıkardı. Ateşe doğru uzatıp başını, dudakları arasındaki sigaranın ucuna yaktı. Her seferinde bıyıklarından birkaç kılın daha yandığını fark ediyordu.
Tahta kasanın üzerine oturup, balıkları kendi özel taktiği ile pişirmek için kollarını sıvadı. Selvi ağacından özel olarak kesip, yaptığı ince dalların ilkini kovadaki daha canlı balıklarından birinin kuyruğuna yakın bir yerden sağladı. Az önce yaşamak için çırpınan duran balığın dudaklarından son cümleler çıkıyordu.
-Yaşamak, bir ömür boyunca mavilikler içinde. Siz insanlar suyun içine girdiğinizde ıslanıyorsunuz, oysa biz, biz ise karaya çıktığımızda ıslanıyoruz. Ağlıyoruz, hasret çekiyoruz ve uzun bir süre geçmeden de ölüyoruz. Yaşamak artık ölümle kucak kucağa! Elveda mavi, elveda tüm sevdiklerim, korktuklarım ve yaşamak adına mecbur bırakıldıklarım, isteyerek yanında olduklarım; elveda!
Adam ikince selvi ağacından yapılmış çubuğu da balığın baş kısmına yakın bir yerden sokunca, balık son çırpınışını da yaptıktan sonra can verdi. Yaktığı sigarayı toprakta kendisine tabla olarak yaptığı ufak deliğe koymuştu. Bu deliğin içine de tez dolguyla kaplamıştı. Değişik, fantezi işi bir şeydi!
Diğer balıkları aynı yöntem ile ince çubuklara geçirdikten sonra, sigarasını tekrar ağzına aldı.
Ay, gülümsüyordu. Yıldızlar gözükmüyordu ama ay bulutlar arasından kendini gösterip, gülümsüyordu.
Ayağa kalktı. Balıklar pişerken elinde bitmeye yakın sigarasını denize doğru fırlattı. Bir yıldızın kaydığını hissedebiliyordu. Parmaklarıyla, üzerindeki oduncu düğmenin üstten üçüncü ve dördüncü düğmelerini çözüp, kalbinin üzerine elini koydu. Kalbi sıkışıyordu. Denizin üzerine attığı sigara hâlâ yanıyordu. Kalbine doğru sağ elinin işaret parmağını iyice bastırmaya başladı. Deniz kumunun altındaki yengeç yumurtalarını görüyor gibiydi. Elini tekrardan dünyanın özgürlüğüne salarken, ruhunun bedeniyle dikildiği o yerdeki sızısı devam etmekteydi.
Oturdu, balıkların duman içerisinde nemlenen siyah gözlerine hafifçe dokundu.
Yaşamak yaşlanmaya başladı mı, yoksa adamın gözleri mi yaşarmaya başlamıştı? Eski mi? Eski mi rüzgârı üfletiyordu ense köküne doğru? Geçmiş ile alakalı ne kadar da çok kalıntı vardı adamın yüreğinde. Her bir enkaz kaldırmayı bekliyordu. Yeniden imar olunmasalar dahi, enkazın kaldırılması gerekmiyor muydu?
Tüm işçiler, gönüllüler kaçıp gitmişlerdi. Onu seven var mıydı ki?
Sevmek miydi yüreğini sızlatan? Doğmayan çocuğu muydu? Giden sevdiği mi? Kendisini artık kabullenmeyen dostları ve ahbapları mıydı? Kendisini kabullenmeyen insanlar gerçektende dostları mıydı bir ara?
Tekrar tahta kasanın üzerine oturdu. Balıklar iki yandan da kızarmaya başlamışlardı. Ancak solungaç kısımları simsiyah olmuştu. Salatalık turşusundan bir taneyi ağzının arasında çiğnerken, çıkan sesten memnun gibiydi. Artık gülmek için bir sebebi olmasa da, her akşam bu saatlerde, zor da olsa birkaç saniye eskisi gibi gülebildiğine şahitti deniz.
Ay da gülümsüyordu. Ama Ay, yüzyıllardır aynı gülümseyişini devam ettiriyordu. Peki, bu adam ne için gülüyordu ki?