- 1270 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Bazuka
....sonra aldım aşkı, aklımın üzerine koydum..
Öylece duruyordum boşlukta. Prensip olarak öylece dururum ben ve anlamasını beklemem azgın kalabalığın. Beni üzen; bazı zamanlar ne düşündüğümü bir türlü göremiyorum ve bu beni delirtiyor! Hepimiz ölmek için geliyorsak dünyaya, bu yaşamak neden!
Frida’yı okuyor yine. Sanıldığının aksine savunmasız ve hüzünlü, üzerine yapıştırılan güç timsali yaftalardan umarsız, küçük bir kız çocuğu gibi çaresizliğe kapıldıkça ağlayan, yarınından ümitsiz, maharetinin farkındalığıyla kibirli ve kabul edilebilir ölçüde olağan dışı kadını; Frida’yı okuyor...
Çok uğultulu bir gün. Söz öbekleri umulmadık bir umarsızlıkla raks ediyor kıyılarında. Öyle çok beklemiş ki o günün gelmesini, gözlerindeki dağınıklığı ve ellerindeki dalgınlığı nereye koyacağından bihaber gülümsüyor. O sırada orada yok sanıyorum. Eğer orada olsa daha net hatırlıyor olurdum. Bazı anılara binaen, bitmesini istemediğim anları saklarım belleğimde. Varlığının içindeki yokluğunu seyrediyorum, neden sonra hissediyorum onu...
Çok sesli bir gece. Düşünceler bedenden ayrı ve ruha bağlı bir kaygısızlıkla nüksediyor zihinlerde. Bilincine tutsak bir kadın o. Geçmişi tebessümle anımsayan, geleceğe bir damlacık gamze vaadedemeyen çelişkili, denklemleri trajik bir ölümün metaforlarından yağan bir karmaşada yaşam mücadelesi veriyor. Aksanı bozuk. Dili düşlerinden daha acı değil. Hiçbir zaman diliminde gerçekleşemeyecek düşlerine esir bir kadın o. Hep söylediği üzere; ’o bir kurban’. Dünyanın refahı uğruna seçilmiş ve bağışlanmamış bir tanrıça. Feda edilmiş bir Ra...
Çok engebeli arzuların, en azından kıyama durduğu bir gece. Meydan okumak istediği anlamlar var. Mecaz yorgunu bir hayatta ’acıyan kalabalığın’ tutarsız merhametinin ve kül tablalarına bulaşmış nü sızılarını tekmelemek isterken, renklerin ebru sancılarına kurban edildiğini anlaması uzun sürmüyor. Kaygılı insanları linç etmek gibi sadistçe kuramları ve etrafından uzaklaşmasını istemediği tek bir insan var...
Yaşamı ’gaddarlıkla’ suçlayan, sanatı düş gücüyle sorgulayan, ’bedenindeki kara tarot’un varlığına sadık ama isyankar ve kendisine acımasız, insanlığa asi bir kadın o. Onarılması imkansız amanların ızdırabını iliklerinde taşıyan, güçlü görünen güçsüz bir ruh...
Ölü bakışlar geçiyor içinin şehirlerinden, arlarından ve suçların mezbahalarından. İnmek ve yükselmek istiyor pişmanlıklarından; iki yüzü yıkık duvarların yalnızlığına yıkılmak... Sanrıların yalanını kırmak, aş(k)sız geçen sofraların çaresizliğinde, iki eli avaz, ki bu gördükleri birer düşse; gün be gün çoğalacak, an be an sızlayacak gerçeklerle tükenmek vaktidir onun sergüzeşti, kaybolmaya yakın sandığı kadar uzaktır da...
Tüm bunlardan daha mühim yaşamalar biriktiriyor aslında. Tan ağarırken kıvranan azaplarla, yokluğunun yirmibeşinci saatinde, bir bazuka...
ve..
Sancı...
Ah hangi doğumdan kopup geldi böyle kalp kıvrımlarına... Doğuramadığı kaç ceninin ağıtları kulaklarında! Sıkılgan, huzursuz ve zamanı hoyratça harcayan akıl! Gül verene gül dağıttığında marifet sandı bunu. Oysa taş atana gül atabiliyorsan insandın asıl. Taşlaşmış gibi görünen bir kalbi sökmek isterken, taşın taşlığından utanmadı. Taş yerinde ağarır mıydı? Düşünmedi bunları. Gül olmak gibi dertler edinmedi kendisine. Çünkü o hep kaktüs sevdi. Kaktüs gibiydi içi. Görünüşü dikenli, yüreği hünerli, dokunuşu dokunaklı ve sıcak kadın! Neresinden tutup iliştirmeliydi geçmişini geleceğine...
İşte...
O gün burkuldum ve devam ettim oyuna; bekledim.
Frida olmadığımı bile bile ölünecek ve ölecek kadın mıyım diye düşündüm.
Diego’nun içinde nazlı nazlı tüten yangına bulaşmayı düşledim. Kül olmayı sonra...
-Dönüşsüz bir varış olmalıydı bu
bekledim sessizce...
Bu tuzlu deniz hayali iyi gelmiyordu ruhuma. Kolesterolüm yükseliyor olmalıydı ki, gözlerini seçemiyordu gözlerim yakınındayken bile. Yazamadığım kaçıncı şiirde ellerini arıyordum. Elleri nabzını yokluyordu düş kovanımın. Ödünç alınmış sıcaklıklar geçiyordu soğukluğumdan. Ve çirkin bir vedaya benziyordu tedirginliğim..
Şu benim hırçınlığım, yanık izi gibi suçlarını ele veriyor. Uysalca çürüyen bir dişin vebalini taşıyorum sanki. İstanbul Ankara arası bir sefillik büyüyor gözlerimde. Kızamık salgını varmış yakınlarda bir yerde. Su çiçeği kadar izi kalmaz diyorlar. Korkuyorum yine. Korkuyorum; koruyamıyorum kendimi. Bu panik atak ve manik depresif hallerim beni korkutuyor..
Otuzuncu harf, beşinci mevsim, onüçüncü ay ve yirmibeşinci saati düşünüyorum. Hiç olmayacaklar ne kötü. Ne kötü bir şeyler eksik kalacak hep. Hayatımızın yüklemi kaybolacak yine ve öznemiz kadın çorabındaki kaçış gibi firarlara vuracak kendini.
Şimdi üzerime sıkı bir şiir almalıyım. Ankara serin bu aralar. Emanet bir yara kuşanmalı öyle gelmeliyim kendime şifaya. Acıyı hissetmeyen ne bilir iyileşmeyi. Beklerken yorulmamalı insan. Kuyulardan bir içimlik su bulduğunda değerini bilmeli, şükretmeli...
’’İnsanların bazıları kahrı için, bazıları da lütfu için şükrederler.
Bu her ikisi de hayırlıdır.
Çünkü şükür kahrı lütuf şekline koyan bir panzehirdir.’’
-Mevlana
Adımlarımı rüzgara emanet ediyorsam bu delirdiğime delalet midir? Ölüm şairi, intihar kahramanı Sylvia, sahiden kendisini hapsettiği o mutfakta, kirli bulaşıkların ve yemek kokularının arasında mı sonlandırdı hayatını? “Ne değiştirebildiğin, ne yardım edebildiğin, ne de terk edebildiğin bir kadını sevmenin ne demek olduğunu bilemezsiniz…” /Roman Gary/ Bu sözü ezber ediyorum hafızamda....
Cümlelerimin tam burasında, evet evet tam da burasından kuş sürüleri geçirmeliyim. Sonunu mutlu bağlamalıyım çimenlerin ve çitlerin ve çitlenbiklerin. Ağlasam bir şiirin orta yerinde beni kim susturabilir! İşte bu yüzden mutlu bitmeli cümlelerim. Hiç yoktan sevda sayıklamaları ve yelkovan vuruşları kalbimi parçalıyor demeyeceğim. Demeyeceğim iliklerimi yarıyor bu akrep. Uyku da bir sığınaktır ya özlem sağanak gibi bastırdığında. Yastığım ve ben, sevecen bir gecede astığımız onca kurbanın bumerangından geceye sığınacağız ve her sabah bitmeyen bir ölüme yaşayacağız... Tıpkı Frida’nın resmettiği ve Sylvia’nın oynadığı gibi...
fulya/nisan2012
YORUMLAR
Ben en çok resimdeki prüten çoraplara takılı kaldım:))) Süper...
Ve tekrar tekrar yüzü koyun kapandım ilk cümlenize... Etkikleyiciydi. Kırılganlaşmaya bu kadar müsaitken tek bir cümlede bile dağılmayan ruh akisleri...Tebrikler.