- 862 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRKÇE'DE REHÂVET DÖNEMİ
T(ı)ramvaydayım. Yanıbaşımda, ayaküstü duran genç kız, oturmakta olan annesine sesleniyor:
" - Ekolojik yaşam alanı açılmış, anne!
Anne, gayet sâkin:
- Öyle mi?
-...
- Ne ki, o?
Genç kız:
- Bilmiyorum! "
Bu genç kızımız, muhtemelen üniversite öğrencisiydi. İftira etmeyelim, kim olursa olsun, diyelim. Mühim olan, bilmediği bir şeyi " gururla- iftiharla" söylemesiydi.
Ya anne? O da, hemen hemen aynı şuûr veya şuûrsuzlukla, önce " Öyle mi?" diyor ve ardından da " Ne ki, o? " diye soruyor.
Bu durum, şüphe yoktur ki, insanımızdaki düşünce kıtlığını gösteriyor. Tabiî ki, Türkçe’mizin getirildiği gaayesizliği, hedefsizliği ve ufuksuzluğu da!
" Ekolojik yaşam alanı açıldı" cümlesi, resmî bir makam tarafından koskocaman bir tabelâdaki bir ilândır. Bu da, yine bu kıtlığın, ufuksuzluğun , nemelâzımcılığın, vurdumduymazlığın veya bananeciliğin gün ışığına çıkışı demektir.
Bu dilin, yâni Türkçe’nin sâhibi olan Türk milleti ve bu dili koruması gereken merciler nerededir? Millet, dili konuşur; ancak, onu koruyup geliştirecek olanlar mes’eleye yakın durmaz hattâ bu dilin tahribatına seyirci kalarak göz yumarlarsa gafletin de ötesine geçmiş olurlar.
" Ekolojik yaşam alanı" nı çözene mükâfat verilse yeridir. Peki, nedir bunun mânası?
" Ekoloji ( i.Y. biyoloji) Canlı varlıklarla çevreleri arasındaki münâsebeti araştıran biyoloji kolu." dur. ( Bknz. Hayat Büyük Türk Sözlüğü, s. 326)
" Ekolojik, s. Fr. Çevre bilimsel" (Bknz. TDK Okul Sözlüğü, Ankara 1994, s. 264)
Demek ki, " Ekolojik yaşam alanı" ; " Çevrebilimsel hayat sahası" imiş! İsterseniz cümlenin tamamını okuyalım: " Çevrebilimsel hayat sahası açıldı!.."
Şimdi, bana dönüp " Ne açıldı? " diye lütfen sormayınız.
Esasında, yazımın başlığını " Türkçe’de Rehâvet Dönemi " değil de, " Türkçe’de Gaflet Dönemi " diye koymalıymışım. Zîrâ; rehâvet, gevşeklik, tembelliktir. Ammâ gaflet, çok ,hem de çok farklıdır ki, varın, siz, onu öyle anlayın!
1978-1979’ların Başbakan’ı sık sık " olanak, olasılık, doğal, koşul, örneğin, özgürlük, yaşam..." derdi de herkesin tuhafına gidirdi. Gerçi, o, bu kelimelerin pek çoğundan sonraları vazgeçmişti bile. Lâkin, şimdilerde bakıyoruz ki, okul kitaplarımız bu kelimelerle dopdolu ve kimselerde ses-sedâ yok.
Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıkları’nın dili koruma bahsinde bir mes’uliyetleri mi yoktur acaba? Yoksa; bunları başkaları kullanırsa kötü bir iş yapmıştır da, ben kullanırsam meşru mudur?
Ya benim, o meşhûr Türk Dil Kurumu’m nerededir? Doğrusu, onu "mum"la arıyorum! Acaba, okul kitaplarına hiç mi bakmıyorlar? Ya üniversiteye giriş imtihanı sorularındaki Türkçe rezâleti? Yoksa, Başbakan’ın: " Kişisel anlayışları toplumun tümüne empoze etmek baskıdır, zulümdür, haksızlıktır. Bizim yaşam tarzımıza müdahale edildi: Aynı şeyi biz yaparsak kimliğimizi inkâr etmiş oluruz." ( Bknz.21-22 Ocak 2011 târihli gazeteler) cümlelerindeki, "kişisel"i, " empoze"yi ve " yaşam"ı mâkûl mü addeceğiz? İlmi, dile nasıl hâkim kılacağız söyler misiniz? Bu uyduruk kelimelerin çocuklarımıza zorla okutulup benimsetilmesi " baskı, zulüm ve haksızlık" olmuyor mu? Çocuk, evde "meselâ, tabiî, hayat, imkân, hürriyet, cevap..." derken; okulda ,ona, nasıl "örneğin, doğal, yaşam, olanak, özgürlük, yanıt..." zorla öğretiliyor?
Bir ibretlik cümle daha arzedip, Türkçe’nin nasıl bir sâhipsizlik içersinde bulunduğunu gözler önüne serelim. Bir İstanbul gazetemizin 11 Kasım 2010 târihli nüshasının birinci sayfasında meşhûr bir târihçimizin cümlesi aynen şöyledir: " Muâsır medeniyet seviyesi ( bugünün Türkçesi ile: Çağdaş uygarlık düzeyi) "...
Neymiş efendim, " Muâsır medeniyet seviyesi" , " Çağdaş uygarlık düzeyi" imiş!
Ve yine, neymiş efendim? " Bugünün Türkçesi(!) ile" imiş!
Karamanoğlu Mehmet Bey’in tekrar kükreme zamanını aramamam mümkün değil ey azîz millet! Ve ey azîz millet, ne olur, biraz da sen şu diline sâhip çıkmayı öğreniver..Ne olur!
İşte Karamanoğlu Mehmet Bey’in ders veren o meşhûr beyânı:
" Bugünden sonra dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil kulanılmayacaktır."
M.Hâlistin Kukul
YORUMLAR
Saygı değer Üstadım. Aynı sızıyı bende yüreğimin derinlerinde hissederek yazmış olduğum şiiri müsadenizle ve hoşgörünüze sığınarak sayfanıza selam ve saygımla bırakıyorum.
TÜRKÇE OLMALI
Anne konuşurken
Dil, Türkçe olmalı
Sarılıp okşarken
El, Türkçe olmalı
Damarında ki kan
Patlayan her volkan
Derelerden akan
Sel, Türkçe olmalı
Sırtımda ki aba
Odamda ki soba
Kazma, kürek, yaba
Bel, Türkçe olmalı
Kiliminde desen
Heyben, torban, kesen
Ilgıt, ılgıt esen
Yel, Türkçe olmalı
Anamın sandığı
Çeyizlik yaptığı
Ozan ın çaldığı
Tel, Türkçe olmalı.
Toz, toprak ve çamur
Leğenler de hamur
Mangallar da kömür;
Kül, Türkçe olmalı.
Sandal, kayık, dümen
Otlak, çayır, çimen
Buğday, başak, çemen
Gül, Türkçe olmalı.
HALİL MANUŞ
Ustam, yazınızı, baştan sona kadar dikkatle okudum...
Allah, neslinizi tüketmesin; arttırsın, İnşallah.
Kalem kalındır ammâ, yazdığı ucu ince olsa da etkilidir;
Sizi anlayanların saysı az olsa da anlayan, iyi anlar.
Saygımla Selâmımı bildirdim.
kadiryeter
27.4.2012
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=97326
Halistin Kukul M.Hâlistin Kukul