- 751 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AVRUPA BİRLİĞİ VE BİZLER ( ESKİ BİR YAZIM)
Avrupa Birliği, Hükümet ve Ben!
Şimdi gündemde olan, Avrupa birliği üyeliğimiz, hükümetin tutumu ve Kıbrıs.
Efendim ben asker eşiyim, askerlerin görevleri ne kadar rahat olarak değerlendirilse de, bence onlar vatan için severek canlarını veren, kahramanlar. Evet eşim asker fakat bizde onunla birlikte askerlik yaptık tam kırk yıl. Şimdi bazı limanlarımızın Kıbrıs Rum bandıralı gemilere açılması için yapılan baskılar, çıkan bu haberleri dinleyince yaşadığım daha doğrusu iki evladımla bir çok asker ailesinin yaşadığına emin olduğum o günler gözümün önünden geçti, paylaşmak istedim.
Evet Kıbrıs çıkarmasında bir hudut birliğinde görevli olan eşim ve bizler. Çocuklar küçük, bir gün eşim sabah işe gitti ve bir müddet sonra sıkıntılı bir şekilde döndü. Yüz ifadesi çok allak bullak, hemen toplan ve çocukları al İstanbul’a ailene git, ben göreve gideceğim dedi. Evi de şöyle bir zaman gelmeyecek şekilde topla. Kendi sadece tıraş takımlarını alarak bize öylesine bir veda edip gitti.
Hemen evi toplamaya koyuldum ve bavulları hazırladım. Biliyorsunuz, askerlik de emir demiri kesermiş, o da bize emir verdi ve gitti. Eskiden askerlik de kolay değildi, şimdi her şey çok kolay ve rahat, askerlikte zor ve zahmetli idi en azından aileler için böyleydi. Bulunduğumuz yere sadece bir sefer otobüs var. Akşam geliyor, sabah çok erken gidiyordu. Sabahın köründe uyuklayan çocuklarım ve ben bavullar alarak yola çıktık. Araba gelip durduğunda, ağzına kadar insan dolu ve yer olmadığı için alamayacağını söyleyen muavine, sanki yalvarır gibi baktım. En önde oturan yolcu kalkarak bir yer verdi. Çocukların biri kucağımda üç dört yaşlarında, diğeri de ondan üç yaş büyük olan ayakta. Ve biz çok zahmetli bir yolculuktan sonra nihayet gideceğimiz yere ulaştık. Herkes şaşkın, neden geldiniz der gibi ama neden gittiğimizi ben de bilmiyordum. Geldik, gidin dedi ve göreve gitti dedim. Yerleştik, bir gün, bir gece geçmişti ki sabaha karşı derin uykuda iken kapımızın kırılırcasına çaldığını duyduk. Hepimiz telaşla kalktık, üst kat komşumuz “ ayol televizyonu açın, neler olmuş bakın “ der demez, nerdeyse hepimiz o anda yığılıp kalacaktık. Televizyonlar o zaman her evde olmadığı için bizdekini seyretmek için gelmiş. Açılır açılmaz, Kıbrıs’a çıkartma olduğunu duyunca oracığa yığılıp kaldım.
Çocuklarım anlamsız ve korku dolu gözlerle benimle birlikte ağlıyorlardı, artık televizyona yapıştık bir haber alabilmek, bir tanıdık görmek için. Bulunduğumuz huduttan bir haber alamıyordum, defalarca telefon bağlantısı için uğraş verdim, nafile bir haber yoktu. Küçük olan kızımın psikolojisi iyice bozulmuş, havale geçirmişti ve ağlıyordu “ Rumlar mombamı atacaklar, baba ödlümü “ diye sorulara boğuyordu beni. Bir ay sonra gidip araştırmaya karar verdim, bizi getiren arabayla evime gittim. Hayalet gibi evde dolaştım ve soğuk buz gibi olmuştu evim. Ürpertiyordu, gece gittiğim için birilerine ulaşmam mümkün olmadı. Kimse bir şey bilmiyor ve susuyorlardı. Yalnız görevde olduğunu ama yerinin belli olmadığını söylediler, ben de bir mektup yazarsam ulaştırılırı mı diye sordum. Gayret edeceklerini söyleyen komutana teşekkür ederek mektubumu verdim. İçine şunları yazmıştım, “ nerdesin? hayatta mısın? bize dönecek misin? nerdesin ne alemdesin? çocuklar korkuyor ve kızım babam nerde ne oldu diye soruyor, bomba diyemiyor momba atacaklar bizde öleceğiz diyor. Rumlar karınca gibi mi anne diye soruyor, onların insan olabileceklerini düşünemiyor sanırım. Başka bir benzetme bulamıyor, hani bir karınca ısırmıştıya, canı yanmıştı sanırım o yüzden böyle diyor. Oğlan çok durgun ve düşünceli, sanki erken baba olmuş bizi kollamaya çalışıyor. Korkmayın bir şey olmaz diyor ve bir şey lazım mı diye soruyor. Her defasında beni ve kardeşini korumak amaçlı geceleri bize sarılıp öperek yatıyor. Ben buradayım, korkmayın diyor. Sana mektup yazmıştı, unuttum getirmeyi. Rahat ol baba, kendine iyi bak ben buraları idare ederim. Dayımlar, anne annem iyi bakıyorlar bize diye yazmıştı. Kızımız yazık onları bilemediği için oda mektup yazacağım diye bir şeyler karaladı ve elini çizdirdi. Baba elimi tut diye yazdırdı ve mektubu öptü. Son kez dön bize dedikten sonra Allahıma emanet ediyorum seni ve kızımın yaptığı gibi mektubu öpüyorum “.
Dilerim bunu okursun diye bıraktım ve de mektubu vererek döndüm. Bir ay sonra, bize buruşmuş, kirlenmiş bir mektup geldi. Derhal açtığımızda “ Selamlar herkese, nasılsınız? “ diye bir başlangıçla yazılmış ve şöyle diyordu;
Şükür hayattayım, bunun için sevinçli değilim, fidan gibi evlatları şehit verdikten sonra nasıl olunur ki. Vatan için vatana feda olsun kanım. Sadece şu anda hayattayım bilginize ve şunu bilin ki, özellikle evlatlarım siz, rahat uyuyun babanız vatan bekçisi, burada sizi ve sizin gibi evlatları anaları, kısaca vatanı korumak için gövdemi siper yapmış nöbetteyim. Rahat uyuyun yavrularım diyordu. Bütün mahalle akşam bize gelir bu mektubu sesli okur ağlaşırdık.
Aylar geçti ve artık döner diye umudumuz artmıştı ve sağ salim döndü. Ayaklarından postalı çıkardığında acınacak halde, ayaklar yara ve kulağı atışlardan darbe almış, işitme kaybı psikolojisi iyi olmayan, düşünceleri çok dağınık bir adam vardı karşımızda. Olsun canı sağ dönmüştü ve evimize gittik. Okullar açıldı, yaşam gayeleri ile uğraşırken bir parça toparlandık.
İki yıl sonra bir gün gelerek, Kıbrıs’a tayinimizin çıktığını söyledi. Çocuklar okula başladı, henüz birkaç hafta olmuştu. Kızım o sene başlamıştı ve hazırlık falan filan derken yine biz kaldık, o göreve gitti. İki ay sonra, orada olmaz ailene git yine toplandık ve biz İstanbul’un yolunu tuttuk. Okuldan kayıtları aldık, orada bir okula yazdırdık çocukları. Fakat günden güne kızım çok karmaşık duygular içinde, okula isteksiz gidiyor ve sık sık hastalanıyor. Ateşleniyor, ağlıyor, babasını özlediğini söylüyor. Oğlum yine baba rolünde ve bize kol kanat geriyor. Günlerden bir gün, kızımın öğretmeni beni çağırdı okula, gittiğim de bu çocuk çok hasta ve ne yapın yapın da babaya gidin, çok ağlıyor dedi. Kalbim ağrıyor, öğretmenim ölüyüm artık demiş. Neden diye sorduğumda babam yok yanımızda çok özlüyorum onu annemin ağlamalarına dayanamıyorum, onun için ben ölmek istiyorum ve çok kalbim ağrıyor demiş. Asker eşi olan öğretmen, ne yazık ki bizim ve çocuklarımızın kaderi bu ama gidin bence bir an önce dedi. Ben eve döndüğümde eşime anlattım, Kıbrıs ta henüz savaşın izleri var, korkuyorum rahat edemezsiniz dedi, olsun dedim ve bize bir davetiye yolladı. O zaman davetiye ile ve pasaportla gidiliyordu. Biz hazırlandık ve işte Kıbrıs’a gittik.
Çocukları Magosa’da bir okula yazdırdık, okulun müdürü ve öğretmenleri tam bir ingiliz eğitimi almış, nazik ve çok duyarlı. Savaş yılgını ve bizleri kurtarıcı görmekte, yani Türk halkını. Çok ilgililer, tamam diyorum çocuklarım nihayet rahat edecek fakat esnafla tanıştıkça, yaşadıkları korkuları paylaşıyorlar. Anlatırken gözleri korku dolu ve acı yüzlerine yansıyor. Bir yaşlı hanıma ısrarla anlatmasını rica etmiştim savaşla ilgili. Önce çok ağladı ve şunu dedi “ ah hanım ne anlatsam ki “, bir sürü Rum askeri, yüzlerce içki şişesini içip, boşaltıp günlerce sırayla tecavüze uğramış bir kadın. Ne desin ki, direndiğimiz zaman şişeyi kırıp da cinsel organımızı parçaladılar ve zevkle bayılana kadar güldüler, der demez kadın cağız oracığa yığıldı. Çok acı hissettim ve ben de bayılmak üzereydim, yanımda ki arkadaşlar kimi midesi bulandı kustu, kimi fenalaştı. Sanki dükkan başımıza yıkılmıştı, zavallı yaşlı kadın kendine geldiğinde özür diledim ve bir daha bir yerde savaşla ilgili soru sormayacağıma yemin ettim. İğrençti, hala o kadın gözümün önünde ve titremesi ağlaması çok acı çok. İşte esnafla kaynaşmamız.
Ama bizim alışkın olduğumuz o güzelim ekmeğimiz yok, çok tuzsuz ve üstü çatlamış, yememek için direndiğimiz. Tam savaş sonrası ve bizim alışmadığımız, günümüzde belki tam doğal diye bileceğimiz şekilde istediğim sebzeler yok. Yağları farklı, hasta olmamıza sebep oldu ve Mersine giden gemiden bazı isteklerimizi ulaştıran temin eden sevgili Mehmetciklerimize minnettarım. Hatta adını bile unutmadığım, İzmirli Levent çocukları okula götürmesi, onları bir kardeş gibi görmesi, koruması. Çok terbiyeli, nazik. Allah hayırlı ömürler versin, bunca yıldır andığımız ve dua ettiğimiz bir kişilik. Tabi birlikte birkaç aile ve gurbette kenetlenmek işte bu sanırım. Sabah kahvaltısında bile birlikteyiz, koloniler halinde yaşamaya başladık, herkes birlikte mutluyuz. En azından öyle görünüyoruz ve çarşıya çıkıp Kıbrıs Türkleri ile konuşup diyalog kurmaya çalışıyoruz. Esnaf yılgın ve bitkin, Türkiye den gelen bazı kişiler “ biz sizi kurtardık, bunu ucuza vermelisin, hatta bedava vermelisin “ gibi laflar ve yavaş yavaş şikayetler başladı. Hırsızlıklar filan, akşama kadar birliğe çok ihbarlar geldiğini anlatıyor eşim ve üzülüyor.
Derken iki ay doldu, biz yeniden “ kalktı göç eyledi “ türküsü sanki bizim için yazıldı. Biz Girne’ye gitmek durumundaymışız, eh artık o kadar alıştık ki, gitmesek çok büyük eksiklik hissedeceğiz galiba. Gittik terzi göç demişler iğne başımda dermiş, bizde aynen öyle gittik. Biraz alıştık derken yavrularım yine okul değiştirdi, kızımın ilk okula ilk adım attığı yıl, bakın kaç okul oldu, saymayı unuttum. Ama biz ailece birlikteyiz ya olsun varsın. Yeni bir okul yeni bir düzen. Oğlum hala bize baba rolünde, kızım ortama ayak uydurmak için çabalıyor ve çok sevdiği, sevmeye başladığı arkadaşını bıraktı, arkadaşını diyorum çünkü zaten birkaç kişi var ondan büyük yaşıtı bir kız arkadaşı. Ondan ayrılmadı Allah dan oda bizimle geldi çünkü onun babası da geldi bizimle, neyse okulda zorlanıyor oyun oynuyor bebekler götürüyor, son derece serbest. Bizim gibi siyah önlükler yok, kıyafet serbest. Onlarda yeni savaştan çıktığı için ne buralı ne oralı, bir eğitim sistemi okul var mı var. İşte bizim alıştığımız disiplin yok, belki o daha iyi diyoruz. Dersleri ne öğrendikleri belki o kadar önemli gelmiyor bizlere, sadece ilkokul dördüncü sınıfta İngilizce dersi var, o bizi mutlu ediyor. Sevgili kızımız dışarıyla ve okuldan ziyade barış gücü askerleriyle çevrili bir dünya edinmeye çalışıyor. Özellikle Kanada askerleri ile, onlarda bu “ Baby ” i çok seviyorlar. Kanada bayrağı ve rozetleri veriyorlar, bandanaları
kafasına bağlıyorlar. Hala sakladığım rozetler var, olanlara inanamayacaksınız ama kızımız şu anda bir Kanada vatandaşı ve orada yaşıyor !
Biz ortama alıştık bir nebze de olsa derken, bir gün yeniden eşim eve gelerek ben Türkiye’ye göreve gitmek durumundayım dedi ve gemi kalkacak dedi, veda etti gitti. Bir süre sonra, bu saatte ne gemisi aklım takıldı ve limana gittim. Çocukları alarak askeri gemi nerden kalkıyor diye sordum ve ne gemisi bu saatte gemi yok dediler. Şok olmuş bir durumda eve döndüm, sabah aynı Kıbrıs çıkarması gibi bir haber, Türkiye’de ihtilal olmuştu. Artık sinirlerim bozulmuş ve bir süre dayanmaya gayret ettimse de ağlamaya başladım. Çocuklarımda bir panik, kızım yıkılmıştı, oğlum yine o baba edası ile ben gider öğrenirim birlikten diye gider. Eli boş döner, iki gün sonra ben iyiyim ve kansız bir ihtilal Allah vatanımızı ve yavru vatanı ve tüm İslam alemini korusun. Ben dönüyorum Mersin’den ve Türkiye’den sevgiler yolluyorum der telefonda. Ben ağlamaktan sadece nasılsın diyebildim ve bir gece sonra evimize sağ salim döndü. Yorgun, uykusuz, Kıbrıs’tan da artık ayrılma zamanı geliyordu. Kasım ayında bizim tayinimiz Ankara’ya çıkmıştı. Alışılmış şekliyle toplandık ve gemiyle yolculuk etmeyi uygun görerek yola koyulduk.
İşte Türkiye ve biz buradan İstanbul’a aileme gidip çocukları bıraktıktan sonra Ankara’da eşim göreve başlayacak ve ev bulacağız, sonra eşyalarımızı alıp çocukları alacağız. Yine ayrılık işte ve buradan trenle yola devam dedik. Bindik ve belli bir süre yol aldıktan sonra, biz emniyetli yolculuk derken bir gürültü ve kıyamet koptu sandık, karşıdan gelen trenle kafa kafaya vuruşarak kaza yapmıştı. Bavullar üstümüzde ve ben o anda ayaktaydım, kapıdan çıkmak üzere olduğum için kapıya sıkıştım. Kısa bir şok yaşadıktan sonra panik yapmayın, bir şey yok dedi ve kapı açıldı. Herkes can havliyle dışarı attık kendimizi, nasıl yağmur var sicim gibi. Anında askerler ablukaya aldılar treni ve yarılı var mı diye koşuşuyorlar. Eşyalarımız darma duman, toplamaya çalışıyoruz ve bir başka tren aktarılacağımız haberi geldi. Eşyaları koruma altına alın dendi, anında çevreden gelen talancılar belirdi ve kurtara bildiğimiz dağılmayan eşyalarımızı alarak kaç saat sonra bir başka trene geçtik. İki yıldır gelmediğimiz vatana bu şekilde bir yolculukla geldik. Nihayet bizi Haydarpaşa garında telaşla bekleyen ve haberlerde dinledikleri kazanın korkusunu taşıyan gözü yaşlı yakınlarımızla buluştuk.
Bir iki gün sonra çocuklarımızı bırakıp biz Ankara’ya gittik. İşe başlayacak olan eşimin, meyil müddeti bitmeden ev bulunup yerleşmemiz lazım. Çocukların okulu önemli ve okulda değiller işte ilk rastladığımız bir ev, kaç katlı, nerde, güneş alır mı, ulaşım nasıla bakmadan tuttuk ve okula baktık. Hemen eşyaları almaya gidip, alıp geldik. Çocukları da tabi ve eşim göreve başladı. Ben çocukları okula kayıt için yakın okula gittim müdür beyle görüşmem gerekti ve hemen ben kendimi anlattım, tanıttım ve kayıt yapmasını rica ettim. Aldığım cevap şöyle “ yerimiz yok, bakın bilmem nerede bir okul var, oraya git “ ve nezaketen buyurun oturun bile demedi. Ben ayakta, beyefendi koltukta yatıyor, oturmuyor bile. Neden geldiniz, sizi davet mi ettim demez mi. Şimdi siz olsanız ne dersiniz acaba, neyse ki kavga dövüş okul kayıtları yapıldı. Biz eve yerleştik, kaç ay bakalım sene için garantimiz yok.
Alıştık artık, dükkan, fırın gibi mekanlar var fakat girip çıktıkça ya da camdan baktığımda evimizin gözetlendiğini hissediyorum. Eşime bahsettim biz gözetleniyoruz dedim, ne alakası var canım sıkı yönetim var ondandır dedi. Biraz rahatlar gibi oldum fakat kesin ben hissediyorum. Bir gece yarısı kapımız kırılırcasına vuruluyor, koşup açmamızla evin içine polis, asker Allah ne verdiyse dolmasın mı. Başlarındaki kimlikleri istedi ve döndü yanındakine ne yaptınız şimdi, günlerdir ne biçim gözetleme bu. Hem aile, hem asker, ne olacak şimdi dedi. Başlarındaki komiser özür dileyerek ayrıldı fakat o geceki korku çocuklarımda iyice yerleşti. Oğlum yine sanki bir şey olmamış gibi davransa da etkilendik tabi ki. Oysa bizden önce bu evde polis tarafın dan aranan kişiler oturmuş. Tabi biz o kadar zamansız bir geliş yaptık ki, ev nasıl, semt nasıl, kimler var, kimler yok bakma şansımızın olmadığı gibi okul müdürünün kim davet etti sizi diye kırmızı davetiyeyle tutmadık evi.
Ama bir tek şey var, kızımda o günün izleri ve tüm yaşananların korku ve izleri hala var. Her an huzursuz bir kişiliği oldu, korku dolu her an ne olacak korkusu. Oğlum çok erken hayatın yükünü omuzladı bizleri koruma iç güdüsü ile ve çocuk olamadı sokak da hiç oynamadı yarin ki ekmeğimizi düşündü ve her ana babanın bir yerlere gitmesi ona bu görevi vermişti. Oğlum ben gidiyorum ev, annen, kardeşin sana emanet lafı onu tez olgunlaştırdı. Hastalığımızdan tüpümüze kadar ilgilenen bir çocuk olmuştu.
Evet eşimde bir yığın arazla kırk yıl on bir ay dört gün orduya hizmet ederek ayrıldı. Emekli ikramiyesi ile bir ev bile alamadan bu kadarda arazla biz hayatımıza devam ediyoruz. Çok şükür yaşıyoruz işte.
Şimdi Kıbrıs’la ilgili bir konu açılınca bunlar bir bir film gibi geçiyor gözümün önünden. Kıbrıs’ın bir çivisi bile değerli benim için. Avrupa birliği ve hükümet ne yapmak istiyor anlamış değilim.
Saygılarımla
Hafize KILIÇ
YORUMLAR
Gerçekten çok ilginç hikâye oalacak bir yazı… Türkiye’deki hükümet ve Kıbrıs’taki hükümet elbirliği içinde Rum’a yamamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Şimdiki gençlerin de bu yazıyı muhakkak okumaları gerekir. Gerçekten aile olarak çok büyük acı çekmişsiniz. Avrupa Birliği bir aldatmacadır. Bizi köpek kulubesine koyacaklar. Bir Atatürk arıyoruz.70 milyonluk Türkiye çıkartamadı…
Saygı ve sevgilerimi sunarım.