- 655 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KADER(SİZ)İM
KADER[SİZ]İM
Berfin, subaşında çamaşırları yıkıyordu. Zülüfleri yandan yanağına devrilmişti. Bulutların arasından gözüken ayın on dördü gibiydi. Güneş tam tepelerinde olmasına rağmen onun yüzünün ışığı Yusuf’un gözlerinin içini yakıyordu. “Aman Allah’ım!” ömrümde ilk kez birini bu kadar ayrıntılı inceliyorum. Neler oluyor bana, diye düşünürdü. Tam yanından geçerken Berfin berrak sudan başını kaldırdı ve Yusuf’un sürmeli kara gözlerinin içine öyle baktı ki Yusuf kanatlandığını hissetti. Kafasını aniden yoluna çevirdi. Önünde yürüyen babası fark etmiş miydi? Utandı. Mahçup bir edayla kafasını önüne eğdi. Cesaretini toplayıp tekrar göz ucuyla baktı. Gülümseyen iki masmavi gözleri gördü. Kendini alamadı ve bu gülümsemeye iştirak etti. Mesafe aralanıyordu. Yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Aklına sorular hücum etmeye başladı. Kimdi bu melek. Aklını başından alan ve derin düşüncelere salan. Daha önce hiç görmemişti. Babasıyla çevre köylere defalarca gitmişti. Ama hiç karşılaşmamıştı. İçi tuhaf bir duyguyla dolmuştu. En son annesini kaybettiğinde böyle duygular yaşamıştı.
Gözlerini hafifçe araladı. Berfin’i tanıdığı o ilk günü rüyasında görüyordu. Neden uyanmıştı ki. Göz kapaklarına tonlarca yük yüklenmişti sanki. Kaldıramadı. Sadece karanlığı seçebildi. Demek ki herkes uyumuştu. Radyodan gelen sesi anlamaya çalıştı. İrkildi. Berfin’le en çok sevdiği parçaydı bu. İçinden onu da kaldırayım dinlesin, dedi. Ancak uykusu daha ağır bastı ve tekrar uykusuna kaldığı yerden devam etti. Ne kadar geçti bilmiyordu. Sert bir frenle olduğu yerden doğruldu. Neler oluyordu. Kaza mı yapacaklardı? Şoför neden frene bu kadar sert basmıştı ki? Birden herkes uyanıvermişti. Berfin de uyanmıştı.
-Neler oluyor Yusuf’um? Kötü bir şey yok umarım.
-Bilmiyorum. Şimdi anlarız, dedi Yusuf.
Berfin otobüse bindiklerinden bu yana çok korkuyordu. Korkmasında da haklıydı. Kaçak yaşamak kızcağızın canına tak etmişti.
Yusuf şoförün üç arka koltuğunda oturuyordu. Herkesten bir ses çıkıyordu. Telaş herkesi sarmıştı. Şoför arkasına dönmeden bağırarak konuşmaya başladı.
-Beyler bayanlar korkulacak bir şey yok. Polis kontrolünden geçeceğiz. Her zamanki gibi rutin kontrollerdir herhalde. Telaş etmeyiniz. Kimliklerinizi hazırlayın. On beş dakikada biter.
Berfin olduğu yerde donmuştu. Yusuf’un koluna yapıştı. Heyecanından eli ayağı titremeye başlamıştı.
-Buldular buldular bizi. Öldürecekler. Sana kaçamayız demiştim. Her zaman talih bize gülmez. Bak sonunda buldular. Yüzde yüz babam polise haber verdi. Polisler beni almak için otobüsü durdurdu. Yusuf’um bir şeyler yap. Durma nolur. Berfin’in bu telaşı Yusuf’u da heyecanlandırmıştı. Teskin edici bakışlarıyla sevdiğine, uğrunda ölümü göze aldığı yol arkadaşına baktı. Sakinleşmesini istedi. Yolun sonuysa yapacak bir şeyleri yoktu. Sadece yaradana sığınmaktan başka. Yusuf içinden: “Allah’ım şimdi olmasın. Daha bu nasip ettiğin mavi gözlere doyamadım.” diye geçirdi.
Aklına Berfin’in söylediği sözler takılmıştı. “Her zaman talih bize gülmez.” Aslında bu doğruydu. Kaçtıklarının ikinci haftasında Berfin’in kardeşi Ramazan izlerini bulmuş ve öldürmek için harekete geçmişti. Yusuf o anları bir kamera titizliğiyle zihnine kaydetmişti.
Cuma günüydü. Cuma namazı için abdest alıp dışarı çıkmıştı.
Cuma namazını kıldıktan sonra eve dönecekti. Nitekim öylede olmuştu. Bir iki saat geçmesine rağmen Berfin’ini çok özlemişti.
Bu nasıl bir sevgiydi. Ondan sonra dünyası değişmişti. Bildiği hatta bilmediği her şey anlam kazanmıştı. Yusuf oturduğu evin ziline sevgiyle bastı. Çünkü kapıyı aşkı açacaktı ve atılıp yanağına bir buse konduracaktı. Kapı açıldı. Yusuf hamle yapacaktı ki yanağında buz gibi olan metalin soğukluğunu hissetti. Kalakaldı. Kıpırdayamadı. Usulca içeriye süzüldü. Berfin’i görünce çılgına döndü.
Ne istiyorsunuz bizden. Biz birbirimizi seviyorum. Hiç Allahtan korkunuz yok mu? Neden bu zulümü yapıyoyorsunuz. Allah’ın emriyle üç kere istedim, vermediniz. Babamı döverek felç ettiniz. İki ay geçmeden öldü. Kana doymadınız mı? Ağzınızda, aklınızda, küçücük dünyanızda törenizden başka bir şey yok mu? Bizi öldürünce ruhunuz tatmin mi olacak. Hayır. Lanet olsun hayır. Ramazan gözünü seveyim yapma. Beni öldür ama gök gözlüme dokunma. Onun bir günahı yok. Ben aklını çeldim. Onsuz dünyamın tadı yoktu. Her gün biraz daha eriyordum. Dertlerim kat be kat artıyordu. Çaresizdim. Anlıyor musun? Çaresizdim. Onu kaçırmalıydım ve dediğimi yaptım. Ama kahrolası töreyi unutmuşum. Adı batsın bu törenin.
Yusuf yutkunuyordu. Bir taraftan da Berfin’in gonca dudaklarından süzülen kanları siliyordu. Sarılıp tek vücut oldular.
Geçecek, hepsi geçecek diyordu. Kendiside inanmıyordu söylediklerine. Çünkü hayatları bir tetiğin arkasındaki parmaklara bağlıydı. Her ikisi de bunu iyi biliyorlardı.
Ramazan ablasını çok severdi. Annesi o daha çok küçükken ölmüştü. Ramazanı ablası Berfin büyütmüştü. Bu işe hiç girişmek istememişti. Yapacak kimsede yoktu. Evin küçüğüydü. Diğer ağabeyleri de evliydi. Kimse hayatını hapiste geçirmek istemiyordu. Babası ona daha reşit değilsin. Çok gün almazsın. Sana içerde iyi bakarız. Çıkınca da gözetiriz sözünü vermişti.
Ramazan okumak istiyordu. Okuyup büyük adam olmak. Rahmetli annesine verdiği sözü tutmak istiyordu. Oysa babası bütün hayallerini, kurduğu düşleri, aslında bütün yarınını yok etmek istiyordu. Bir hiç uğruna. Bir damladan fırtınalar koparmak buydu. Töreye körü körüne bağlanmak istemiyordu. Bu gibi halk kanunlarına pek aldırmazdı. Töreyi oldu olası sevmemişti. Özellikle ölüm gerektiren töreleri. O insan öldürmenin bütün dünyayı yok etmek olduğunu, öğretmeninden öğrenmişti. Mensubu olduğu dinde bunu istiyordu.
Berfin:
-Yapma kuzum dedi. Var git yoluna. Kurbanın olayım. Kıyma bize. Sevmek suç mu? Sevdim. Yusuf’u çok seviyorum. Bende onsuz yapamam.
Kardeşine öyle bakıyordu ki yalvarırcasına. Ramazan bu bakışlar karşısında kanının çekildiğini hissetti. İçi geçti, sendeledi. Gözleri kocaman olmuştu. Ablasının sevgisini iyi biliyordu. Tırnağının kenarındaki sinir uçları sızlasa saatlerce öper okşardı. Geceler boyunca yatmadığını kendisine baktığını hatırladı. Annesiydi Berfin. Kendisine annesini hiç aratmamıştı. Onu nasıl vuracaktı. Yüreği havalanmıştı. Elleri titriyordu. Yusuf gövdesini ablasının önüne siper etmişti. Bu davranışı hoşuna gitmişti Ramazanın. Ancak babası: Namusumuzu temizlemeden gelme, demişti. Bu iğrenç istek kulağından çıkmıyordu. Onurlu bir insan bu lekeyle yaşayamazdı. Toplum içine çıkamazmışız. Köylüye sonra ne dermişiz.
Daha neler neler söylemişti. Ramazan bu konuşmalardan sonra bir boşluğa düşmüştü. Ablasını her şeyden, herkesten çok seviyordu. Günlerce bunu düşünmüştü. Vurmazsa ailesinden, köyünden tecrit edilecekti. Ne yapacağını şaşırdı. Duygularına yeniliyordu. Aslında mantığı öldürmeyi kabul etmiyordu. Öylede yaptı. Ablasını yerinden kaldırdı. Alnından öptü. Allah mübarek eylesin, dedi.
Yusuf’a yalvarırcasına bakma sırası ona gelmişti.
-Ne olur ona iyi bak. Sakın incitme. Dünya küçük. Duyarsam o zaman affetmem, dedi.
Fırtına gibi gelen Ramazan ılık bir rüzgâr gibi duvarları yalayarak çıkıp gitti. İki damla yaş süzülmüştü yanağında Ramazan’ın. Berfin, Ramazan’ın kendilerine kıymayacağını adı gibi biliyordu. Arkasından o da gözyaşları sağanağına kapıldı. Ramazan’a bir şey yapmalarından korktu. Minicik bedeni bu korkuyla kaskatı kesilmişti.
Yusuf bunca yaşadıklarından sonra ilk iş olarak Sakarya’ya gitmek için bilet kesmeye gitti. Berfin’i yine evde tek bırakmıştı. Bu sefer işi sağlama aldı. Işıkları yakmamasını ve kapıyı kimseye açmamasını tembih etmişti.
Şoför kapıyı açınca içeri giren soğuk rüzgâr Yusuf’un kendisine gelmesine yardımcı oldu. İyice telaşlanmışlardı. Berfin’in yüzü bembeyaz olmuştu. Yusuf onu bir ölüye benzetti. Buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Kimlikleri polis memuruna uzattılar. Polis memuru, Berfin’e bir şeyler sezinlenmiş gibi baktı. Berfin bu bakış karşısında kusacak gibi oldu. Başı dönüyordu. Yusuf bunu anlamıştı. Eşinin elinden tutarak ona destek olmaya çalıştı. Polisler önceki haleti ruhiyesinden eser kalmamıştı. Gözlerinden gülücükler saçıyordu. Çok mutluydu. Yusuf’un güçlü kollarını omuzlarına aldı. Ağlıyor muydu ne. Yusuf derinlere bakar gibi gözlerinin içine baktı. O da çok mutluydu. Şimdilik kurtulmuşlardı. Otobüs hareket ettiğinde çoktan o korkularından arınmışlardı.
Asker arkadaşının davetiyle Sakarya’ya gelmişlerdi. Gelmeden arkadaşı her şeyi ayarlamıştı. Köhne bir binanın zemin katını tutmuştu. Yusuf’un bütçesi ancak bunu kaldırabileceğini düşünmüştü. Haklıydı. Çay ocağında iş bulmuştu. Ocakçılık yapacaktı. Kendisine yabancı değildi. Askerdeyken bu işi yaptığını biliyordu.Mehmet tüm bunları ahde vefa olarak yapıyordu. Askerdeyken Yusuf’tan çok yardım görmüştü. Her şey hazırdı ve sadece onları bekliyordu.
Sakarya otogarında Mehmet onları karşıladı. Tuttuğu eve götürdü. Daha önce aldığı ikinci el eşyaları da yerleştirmişti. Yusuf Mehmet’in yaptıkları karşısında ezilmişti.
-Ahrettik yaptıklarını nasıl öderim. Eziyorsun beni, dedi.
Mehmet oralı bile olmadı.
-Senin yaptıklarının yanında hiç benimki.
Berfin bu iki dostun sevgileri karşısında yine duygulanmıştı.
Yaşadıklarından uzak anın mutluluğunu yaşamak istiyordu. Mehmet Berfin’e askerdeyken yaşadıklarını, Yusuf’un onu nelerden koruduğunu, bir keresinde çatışmanın ortasında hayatını nasıl kurtardığını anlattı. Berfin Mehmet’in kendileri için bu kadar şeyi neden yaptığını iyice anlamıştı. Gecenin bir yarısı olmuştu ve Mehmet izin alarak ayrılmıştı.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalamıştı. Yusuf ve Berfin’in aşkları meyve vermişti. Yusuf’un dünyalar güzeli bir kızı olmuştu. Onunda dünyalarına girmesiyle hayatları çok değişmişti. Yusuf onlara güzel bir hayat sunmak için çok çalışıyordu. Çok şükür kimseye muhtaç etmemişti onları. Zaten çok çalışkan biriydi. Onurluydu. Mehmet’e olan bütün borçlarını kısa zamanda ödemişti. Bunun içinde çok mutluydu.
Yusuf işten eve giderken tuhaf bir hava vardı. Gökyüzü bir başka bakıyordu Yusuf’a. Yusuf anlam verememişti bu duruma. Allah hayırlısını versin, demişti içinden. Evde güzel bir sofrayla karşılaştı. Zihni dağılmıştı. Kızını öpünce zaten hayat duruyordu onun için. Mutlu bir aile tablosu sergiliyorlardı. Zaten öyle değil miydi? Yemeğini yemişti. Dünyanın en güzel annesi çayını da getirmişti. Gün içinde o kadar çay içiyordu ki kokusu bile tiksindiriyordu. Bunu Berfin’e bir türlü hissettirmiyordu. Zevkle içiyormuş gibi yapıyordu. Berfin gün içinde çocuklarının neler yaptığını anlatıyordu. Yusuf çocukluğunda babasından dinlediği hikâyeler gibi dinliyordu Berfin’i. Muhabbetlerini cep telefonunun sesi bölmüştü. Arayan Mehmet’ti. Maalesef evinde cep telefonu iyi çekmediği için evden dışarı çıkmak zorunda kalmıştı. Öylede oldu. Yusuf dışarı çıkmıştı. Mehmet’le yarın yapacak bazı işleri konuşuyorlardı. Yusuf konuşurken dikkatini bir şey çekmişti. Evlerinin çevresinde bulunan bütün hayvanlar sanki avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Kimisi havlıyor, kimisi ötüyor, kimisi kişniyordu. Anlam verememişti. Mehmet’in seni çok cılız kalmıştı. Konuşmaları da bitmişti. Yusuf gökyüzüne baktı. Çok değişikti. Evine yöneliyordu ki öyle güçlü bir ses kopmuştu ki Yusuf’un ayakları yerden kesildi. Korkudan yere yığıldı. Dünya yerle bir oluyordu sanki. Gökyüzünü ayaklarının altında hissetti. Her şey alt üst oluyordu. Zihnini toparladığında deprem olduğunu anladı. Kalkıp evine koşmak istedi. Ama yapacağı bir şey yoktu. Çevresindeki bütün binalar çökmüştü. Adeta tuzla buz olmuştu. Berfin diye öyle bağırıyordu ki gökyüzündeki yıldızlar birbirinin arkasına gizleniyorlardı korkudan. Kaç dakika sürdü bilmiyordu. Telaşından ne yapacağını bilmiyordu. Bir sağa bir sola doğru koştu. Herkes kaçışıyordu. Kurtulanlar kendini güvenli bir yere atmaya çalışıyordu. Kıyamet kopmuştu sanki. Yusuf evinin önüne geldiğinde hala toz bulutları kalkıyordu. Molozlar arasında feryat ve figanlar kopuyordu. Önce can sonra canandı. Ailesi yaşıyorsa kurtarmalıydı. Şehrin elektrikleri kesilmişti. Nasıl bir cehennemdi. Anlamamıştı. Binadan eser yoktu. Sanki yerin dibine göçmüştü. Deliler gibi bir o yana bir bu yana koşturuyordu. Yüreği yangın yeriydi. Öyle hıçkırarak ağlıyordu ki vücudu zangır zangır ediyordu. Elinden bir şeyin gelmemesi onu çılgına çeviriyordu. Binanın molozları üzerinde çılgınca zıplıyordu.
-Seni töreden kaçırdım buraya getirdim. Ölümden kaçtığımızı zannettim. Seni ölüme getirmişim Berfin’im. Gök gözlüm, kınalı kuzum, yavru ceylanım. Kızımızı büyütecektik. Torunlarımız olacaktı. Sensiz dünyayı neyleyim. Keşke çıkmasaydım evden. Keşke bende ölseydim. Berfin, Ayşe. Bahtsız yavrum. Sana dayanamam.
Yüreği yerinden çıkarcasına bağırıyordu. Takati kalmamıştı. Sağa sola koşmaktan. Olduğu yere yığılıverdi. Sinir krizi geçiriyordu. Yusuf bayılmıştı.
Ne kadar sonra gözlerini açmıştı. Başında beyaz gömlekli birkaç kişi vardı. Gözleri etrafı tam sezmişti. Hastanedeydi Yusuf:
-Eşim, çocuğum diye bağırdı. Doktorlar başını yere eğdiler. Nasıl söyleyebilirlerdi ki. Yusuf titremeye başladı. Gözlerinden öyle yaş akıyordu ki herkes ikinci bir afet geliyor zannetti.
-Kaç zamandır buradayım, dedi.
Yaşlı olan doktor:
-İki gündür oğlum, dedi. Büyük bir depremdi. Çok vatandaşımızı kaybettik. Allah sabırlar versin, dedi.
Yusuf yan yatakta yatan adamın elindeki gazeteye baktı. Bayılacak gibi oldu. Manşette kocaman “Anne sevgisi ölüme giderken bile bitmez.” yazıyordu. Resimde bir anne kızını kollarının altına alarak bedenini yavrusuna siper etmiş şekilde can vermişti. Yusuf kadının Berfin olduğunu gördü. Göğsü yükseldi ve olduğu yere mıhlandı. Doktorlar telaşla tekrar başına toplandı. Nöbet geçirdiğini söylediler. Etraftakiler daha rahat nefes almışlardı. Hep bir ağızdan “Allah’ım sana şükürler olsun.” dediler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.