- 557 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kendini Allah’a Vakfetmek
"Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 156)
Allah’ın kesin varlığına ilişkin, göklerde, yerde ve ikisi arasındaki sayısız delil, görebilenler için apaçık gözler önündedir. İnsan, Allah’ın Zatını göremez kuşkusuz. Ancak vicdanını kullanarak çevresindeki yaratılış örnekleri vesilesiyle Allah’ın gücünü ve yüceliğini kavrayabilir.
İman eden insan, Allah’ın varlığının ve gücünün bilincinde olduğundan, ne amaçla yaratıldığını ve Rabb’inin kendisinden neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünya hayatındaki hedefi, Allah’ın razı olduğu bir insan olmaktır; her durum ve koşulda çabası bu yöndedir. Bunun için ciddi bir şekilde gayret eder. Böylece inkar içindeki kişi için kesin bir yıkım olan ölümün sırrı da önünde açılır. Ölüm asla yok oluş değil, gerçek hayata geçiş aşamasıdır.
Hayatın da ölümü de Yaratıcısı, Alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Ölüm, tesadüflerle ya da kazaen meydana gelen bir olay değildir. Kaderde zamanı, yeri ve şekli belirlenmiş olan ölüm, Allah’ın özel olarak yarattığı bir olaydır.
Ölüm gerçeğinin bilincindeki insan, hayatının temelini ‘göçecek bir yarın kenarına’ inşa etmez. Mal-mülk, makam, kariyer, saygınlık ve fiziki güzelliğin geçici olduğunu ve dünya hayatında sahip olunan hiçbir metaın kendisini kurtuluşa götürmeyeceğini bilir. Bunlar yalnızca, imtihan amacıyla yaratılmış olan dünya hayatındaki kısa süreli ‘sebep’lerdir.
Dünya hayatında kurulmuş sistemin anahtarı ise Allah’ın hoşnutluğudur. Kurtuluş bulanlar, “Allah, rızasına uyanları bununla Kuran’la kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16) ayeti gereği Rabb’lerinin rızasını gözetenlerdir.
İnsan dünyaya Rabb’ini aşkla sevmek, O’na kopmaz, sarsılmaz bir bağla bağlanmak için gelir. Allah’ın rızasını yaşamaya, Allah’a kul olmaya, kendini O’na adamaya gelir.
Allah aşkını ve Allah korkusunu içi titreyerek hisseden samimi mümin, gönülden Allah’a teslim olduğunda şeytanın kontrolünden tamamen çıkar; artık onu Rabbi yönetir. Tam teslim olmak, sürekli derinliği, mutluluğu, dünyanın ve ahiretin tüm güzelliklerini yaşamaktır.
İnsan, nefsinin bencil tutkularının ardına takıldığı oranda şeytana yakın, Allah’tan ise o denli uzaktır. Allah kuluna şahdamarından yakınken, insanın O’ndan uzak yaşaması ne büyük yanılgıdır. O insan kendisine zulmeder, kendi elleriyle kendisini cezalandırır, mahveder.
Ya ölüm? Ahirete geçiş kapısı ölüm? Onun için ölüm, kesin bir yıkım ve felaketin başlangıcıdır. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak Allah’ı unutanın, ölüm geldiğinde hissedeceği pişmanlık bir şey ifade etmeyecektir. “… Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir…” (Müminun Suresi, 99-100)
Dirimi ve ölümü Rabb’ine ait iken, kendisini O’na adamayan her insan -Allah’ın dilemesiyle- bu telafisi imkansız pişmanlığı yaşayacaktır.
Şimdi kendimizi Allah’a ve O’nun hoşnutluğuna vakfetme zamanı. Annesinin, "Rabbim, karnımda olanı, ’her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak’ Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen…" (Ali İmran Suresi, 35) diyerek Allah’a adadığı Hz. Meryem gibi Allah’a adanmalı. Hayat gerçekten çok kısa ve bu hayattan sonra sonsuz bir gerçek hayat var. Buna kesin bilgiyle inanmak çok önemli. Çünkü inanmayan insan da hayatın kısa olduğunu bilir. Ancak hayatın kısalığı insanı dünyaya değil Allah’a ve sonsuz ahirete yöneltmeli.
Kendisini Allah’a vakfeden müminleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik, bu gerçeğin şuurunda olmalarıdır. Onlar, "katıksızca (ahireti asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri"dirler. (Sad Suresi, 46)
Fuat Türker